15 Eylül 2015 Salı

Savaş: Kim için, kime rağmen…

umutgazetesi.org
14/09/2015

Savaşın iktisatla ilişkisini iki yönlü olarak ele almak gerekir. İktisat ya da daha yaygın kullanımıyla ekonomi savaşların hem ortaya çıkmasının ardındaki nedendir; hem de savaşlar doğrudan iktisadi sonuçlar doğurur. İktisat toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan üretim ve dolaşım ilişkilerini ifade eder. Bu bağlamda savaşlar üretim ve dolaşım sürecinde egemenliği sağlamak amacıyla yapılır. Örneğin kapitalizm öncesinde savaşlar, değerli mallara el koymak, yeni topraklar elde etmek ve vergi almak için yapılırken; kapitalizmde savaşlar sermaye birikiminin ve burjuvazinin egemenliği sağlamasının temel araçlarından biri olmuştur.

Burjuvazinin özellikle sanayi devrimi sonrasında Feodal egemenler karşısında iktisadi üstünlük sağlayarak yeni bir sınıf olarak ortaya çıkması ve siyasi erke sahip olma çabaları, burjuva devrimleri yoluyla imparatorlukların yerine ulus devletlerin inşa edildiği bir süreci beraberinde getirmiştir. Ulus devlet modeli, rekabete dayanan kapitalizmde devlet aygıtı vasıtasıyla toplumun tümünün ulusal burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda yönetilmesine dayanmaktadır. Diğer bir söyleyişle ulus devletler, ulusal burjuvazilerinin diğer ulusların burjuvazileri karşısında üstünlük elde etmesini sağlamayı amaçlamışlardır. Ulus devletlerin inşa süreçleri, halklar arasında ulusçuluk (milliyetçilik) düşüncesinin kışkırtılması üzerinden bir ayrışmanın, düşmanlaştırmanın yaratılmasına dayanmaktadır. Böylece milliyetçi duyguları kışkırtılan yoksul halk kesimleri “vatan uğruna” savaşmaya, canını vermeye razı edilmişlerdir. 17. Yüzyılda İngiliz, 18. Yüzyılda Amerikan burjuva devrimlerinin ardından 1789 Fransız İhtilali’yle birlikte savaşlar yoluyla ulus devletleşme süreci tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Ulus devleti inşa için gerçekleşen savaşların yanı sıra ulusal burjuvaziye üstünlük kazandırmak amacıyla devletler, bir taraftan çevre ülkeleri sömürge haline getirerek ucuz hammadde, ucuz enerji kaynakları ve ucuz emek gücüne sahip olmak ve yeni pazarlar elde etmek için savaşlar çıkartırken; öte taraftan da diğer sanayileşmiş ülkelerle paylaşım savaşlarına girişmişlerdir.

İktisadi ve siyasi egemenliği elde etmenin ve/veya korumanın aracı haline getirilen savaşları çıkartan ve yönlendiren daima burjuvazi ve onun çıkarlarını temsil eden siyasi iktidarlar olmuştur. Kapitalizmin “barış” zamanında sömürdüğü, yoksullaştırdığı ve çoğunluğunu emekçi, küçük esnaf, zanaatkâr ve çiftçilerin oluşturduğu kesimler, gerek doğrudan cephede canlarını vererek, gerekse savaşın yarattığı yıkımın sonucunda daha da yoksullaşarak bu bedeli ödemişlerdir.

Türkiye, ekonomisi fetihlere yani savaşa dayanan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı bir ülkedir. 19. Yüzyılda imparatorlukların yerini ulus devletlerin aldığı burjuva devrimler dalgası Osmanlı’yı da etkilemiştir. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren bölünmeye başlayan Osmanlı’nın yerini Türkiye Cumhuriyeti almıştır. İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş aynı zamanda ulus devletin de inşa sürecidir. Bu süreç Türk milliyetçiliğine dayandırılmış, bu topraklarda yaşayan diğer halklar ötekileştirilmiş, kimliksizleştirilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte ötekileştirilen halklar asimile olmaya ya da göçe zorlanmıştır. Buna karşı çıkanlar ise baskı altına alınmış ve kimi zaman şiddete maruz kalmıştır. Kürtler, bu kimliksizleştirilme ve asimilasyon politikalarına karşı sesini en çok yükselten kesim olmuştur. Bu nedenle Kürtler, 20. Yüzyılın başından bu yana birçok kez baskıya, şiddete maruz kalmış, ekonomik gelişmeleri engellenmiştir. 12 Eylül darbesi sonrasında Kürtlere yönelik şiddet iyice artmış; bunun üzerine kültürel ve siyasal haklarıyla birlikte eşit yurttaşlık isteyen Kürtler silahlı mücadeleyi de içeren bir hareket başlatmıştır. 2013 yılı Newroz’unda ilan edilen müzakere sürecine kadar yaklaşık 35 yıl süren savaşta 40 bin dolayında Türk ve Kürt yaşamını yitirmiş, on binlerce Kürt özgürlüğünden yoksun bırakılmış, milyonlarca Kürt yaşamını sürdürecek bir gelir elde etmenin olanakları kalmadığı için yerini yurdunu terk ederek göçmek zorunda bırakılmıştır.

Diğer tüm savaşlar gibi Kürt sorununu çözmeyerek, savaş yolunu tercih eden devlet aklının gerisinde de iktisadi ve siyasi çıkarlar yatmaktadır. Hatırlatmak gerekir ki çatışma sürecinin başladığı dönemde Türkiye’de neoliberal dönüşüm sürecini içeren 24 Ocak kararları, 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı ortamı sayesinde uygulamaya konulmuştur ve halen bu dönüşüm süreci devam etmektedir. İşte bu süreçte ne zaman işçi hareketi kıpırdayıp, toplumdan demokrasi talepleri yükselmeye başlasa çatışmalar da yoğunlaş ve bu çatışma ortamı gerekçe gösterilerek antidemokratik uygulamalarla toplum üzerindeki baskılar arttırılmıştır. Böylece işçi örgütlenmeleri zayıflamış, reel ücretler düşmüş ve sosyal devlet tamamen tasfiye edilerek eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi en temel haklar ortadan kaldırılmıştır. Öte yandan toplumdan alınan vergilerle oluşturulan bütçe kaynakları savaş için harcanmış işsizlik, yoksulluk artmıştır.

7 Haziran seçimlerinde gerek ulus devlet inşası sürecinde ötekileştirilen halkların gerekse sömürülen yoksullaştırılan kesimlerin bir araya geldiği HDP, önüne konulan antidemokratik seçim barajını aşmış ve Türkiye’de Kürt sorununun çözümü başta olmak üzere demokrasinin gelişmesi için umut yaratmıştır. Ancak egemenler bu umudu kendileri için tehdit olarak görmüş ve savaşı yeniden başlatmışlardır. Diğer savaşlar gibi bir avuç azınlığın iktisadi ve siyasi çıkarları uğruna başlatılan bu savaşın da ekonomik ve insani bedelini Türk ve Kürt emekçileri, yoksulları ödeyecektir. Bu savaşın durması ve demokratik çözümün sağlana bilmesinin yegane yolu, halklar arasında yaratılan düşmanlığın sunî olduğu ve Türk ve Kürt halkları arasında hiçbir çıkar çelişkisinin olmadığının topluma anlatılabilmesi ve tüm halkların el ele savaş tacirlerinin önünde set oluşturabilmesidir.

Hiç yorum yok: