Türkiye’nin toplumsal mücadeleler tarihinde öğretmenlerin örgütlenmesinin ve gerçekleştirdikleri eylemlerin önemli bir yeri vardır. İlk öğretmen örgütü olarak kabul edilen Encümen-i Muallimin (1908)’den bu yana öğretmenler, mesleğin onurunu ve haklarını korumanın yanı sıra “eğitim sistemine ilişkin sorunları gündeme getirmek” için de örgütlenerek mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında bile mücadeleden geri durmamış; 20 Ekim 1920’de Tokat’ta başlayıp ardından Ankara ve diğer Anadolu illerine yayılan grevler başarıya ulaşmış, öğretmenlerin talepleri Ankara Hükümeti tarafından olumlu karşılanmıştır. Anadolu’da grevlerin başarıyla sonuçlanması üzerine İstanbul öğretmenleri de İstanbul Hükümeti’nin engelleyici tutumuna rağmen 1921’in Nisan ayında greve gitmiştir.
Baskıların en yoğun olduğu dönemlerde dahi örgütlü mücadeleyi sürdüren öğretmenlerin özellikle 20 Şubat 1963’te düzenlediği Büyük Eğitim Mitingi, 15 Şubat 1969 yılında gerçekleştirdiği Büyük Eğitim Yürüyüşü ve TÖS ile İLKSEN’in çağrısıyla 15-18 Aralık 1969 tarihlerinde gerçekleşen Büyük Öğretmen Boykotu, gerek katılımın yüksekliği gerekse sonuçları bakımından toplumsal mücadeleler tarihimizin en önemli eylemleri arasında yer almıştır.
Öğretmenlerin -aradan geçen onlarca yıla rağmen- övgüyle yad edilen örgütlenmeleri ve eylemlerinin başarısının esbab-ı mucibesi, "mesleki ve ekonomik sorunlarını genel toplumsal ve ekonomik meselelerden ayrı ele alınamayacağına dair bir perspektife sahip olmasıdır”.
AKP’nin iktidara gelmesinin yirminci yılına denk gelen 2 Kasım iş bırakma eyleminin temel gerekçesi olan Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK), AKP’nin iktidara gelerek üstlendiği Neoliberal Yapısal Uyum Programı’nın bir parçası olan eğitimde neoliberal dönüşüm sürecinin gereği olarak getirilmiştir. Piyasalaşan eğitim sistemi içinde Toplam Kalite Yönetimi ile öğretmenin “iç müşteri” olarak tanımlandığı bu süreçte zaten ücretli, sözleşmeli ve kadrolu olarak ayrıştırılan öğretmenler, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak bir kez daha ayrıştırılmaktadır. Öğretmenler arasında yarış halini alacak bir sınavla yapılacak bu ayrışma öğretmenleri birbirleriyle rakip hale getirecektir. Bu rekabetin motivasyon kaynağını “daha fazla ücret, iş güvencesi ve okulda, zümrede vs. söz hakkı elde etmek” oluşturacaktır. Aynı işi yapan öğretmenler arasında yaratılacak böylesi ayrışmalar, okulda iş barışını bozacağı gibi öğretmenlerin dayanışmasını ve birlikte mücadelesini de engelleyecektir.
ÖMK ile dayatılan çalışma rejimi, sadece öğretmenlerin hak kaybına uğraması ve öğretmenlik mesleğinin itibarını zedelemekle kalmayacak eğitim hizmetinin niteliğini de olumsuz etkileyecektir. Zira “yeterli-yetersiz olmak” üzerinden yaratılan hiyerarşik ayrışma öğretmenlerde düşük ücret, işsiz ve güvencesiz kalma baskısı yaratacağı gibi bu baskı, meslektaşlarıyla rekabet etmek zorunda bırakılan öğretmenlerin düşünsel ve duygusal durumlarını da olumsuz etkileyecektir. Bu durumun öğrencilere yansımaması ise mümkün değildir.
Son yıllarda; kariyerini, işini ve bulunduğu konumu kaybetme kaygısıyla örgütlenmekten kaçınan ya da siyasi iktidarın arka bahçesi haline gelmiş olan sendikalardan medet uman eğitim emekçilerinin “1920’lerden 1960’lara 90'lara taşıdığı mücadele azmini kaybettiği" yönünde bir algı hakimdir. Bu algıya neden olan etkenleri dünyada ve Türkiye’de yaşanan siyasal gelişmelerden ve toplumsal mücadelelerin genel seyrinden ayrı düşünmek mümkün değildir elbette. Ancak tarihsel süreçte öğretmen mücadelesinin gücü ve belirleyici rolü de unutulmamalıdır.
Umarım 2 Kasım eylemi eğitim emekçilerinden ve toplumdan yeterli desteği görür; sendikaların taleplerinin yerine getirilmesini sağlar ve toplumsal mücadelenin seyrini değiştirecek bir heyecanın oluşmasına vesile olur!