14 Mayıs 2016 Cumartesi

Kapitalist düzenin özeti: İşçinin kanı patronun kârı

EVRENSEL (SOMA KATLİAMI ÖZEL SAYISI)
13/05/2016

Kapitalist üretim sisteminde emeğin üretim araçlarıyla ayrışması, emek gücünü ücret karşılığında satın alan burjuvaziye, emekçinin ürettiği artık değere el koyarak kendisini yeniden üretecek birikimi elde etme olanağı sağlamıştır. Kapitalizmin tarihi boyunca burjuvazi, bu düzenin sürdürülebilmesi için emekçinin hem daha fazla üretmesini (sömürülmesini) hem de bu sömürüye rıza göstermesini sağlayacak yöntemler geliştirmeye çalışmıştır. Sömürüye rıza göstermeyi sağlamanın yolu, kitleleri güvencesizleştirerek, burjuvazinin vereceği işlerde ücret karşılığında çalışmaya mecbur bırakmaktır. Sanayileşmeyle birlikte topraktan hızla koparak kentlere gelen, mülksüzleştirilmiş ve tüm geleneksel güvence mekanizmalarından yoksun bırakılmış olan emekçi kitleler, yaşamlarını sürdürebilecekleri bir iş için birbirleriyle amansız bir rekabete sürüklenmiştir. Bu rekabet, güvencesizliği ve çaresizliği daha da artırmış ve emekçiler, 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında vahşi çalışma koşulları ve büyük bir sefaletle karşı karşıya kalmıştır.
Fransız İhtilali ve ardından yaygınlaşan burjuva devrimleriyle birlikte devleti de ele geçiren burjuvazi, çıkarttığı liberal yasalarla, girişimcilik özgürlüğü ve mülkiyet hakkını güvence altına alırken, emek gücünden başka geçim kaynağı olmayan emekçilere yönelik hiçbir güvence sağlamamıştır. Vahşi çalışma koşulları ve sefalete karşı emekçilerin örgütlenmesi ve mücadelesi ise girişimcilik özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle her türlü şiddet kullanılarak engellenmiştir. Böylece çalışma koşullarının vahşiliği ve sefalet daha da artmıştır. 
İşte, emekçilerin birbirleriyle rekabet etmek yerine sınıf bilinciyle örgütlenerek gerçekleştirdiği sınıf mücadeleleri, kendilerini bu sömürü karşısında çaresiz bırakan burjuvaziye ve onun devletine karşı başlamış; Komünist Manifesto’yla birlikte kapitalist sisteme karşı siyasal bir mücadeleye dönüşmüştür. Sendikalar ve siyasi partilerde örgütlenen emekçilerin işyeri ve sokak direnişleriyle gerçekleştirdiği mücadele, sadece patronlar ve siyasi iktidarları değil kapitalist sistem için tehdit haline gelmiştir. İşçi sınıfının bu tehdidi karşısında burjuvazi emekçiyi bir insan olarak görmek ve onun çalışmasını, yaşamını güvence altına alacak bir takım düzenlemeler yapmak zorunda kalmıştır.
Çalışma sürelerinin sınırlandırılması; çocuk çalışmasının, kadınların madenlerle çalışmasının yasaklanması; sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkının tanınmasının yanı sıra işyerinde işçinin uğradığı kaza, hastalık vs. durumlardan işverenin sorumlu tutulması gibi kazanımlar 19. yüzyıl işçi sınıfı mücadeleleriyle elde edilmiştir. 
ASLINA DÖNEN KAPİTALİZM
20. yüzyılda Fordizmin standart çalışma düzeni ve talep yönlü ekonomi politikalarıyla sosyal devlet anlayışı emekçilere daha güvenceli çalışma ve yaşam koşullarını sağlamıştır. Ancak bu dönemde emekçiler ve sendikalar, kapitalist sistem içinde sürekli bir refaha sahip olabilecekleri yanılgısına kapılmış, sınıf perspektifinden ve mücadeleden uzaklaşmıştır. 
1970’li yıllarla birlikte kapitalizm, içine girdiği krizi küresel rekabete dayanan esnek üretim biçimleri ve liberal politikalarla aşma yolunu seçmiş, diğer bir söyleyişle kapitalizm aslına geri dönmüştür. Böylece üretim, küçük işletmelere ve ucuz emek alanlarına kaydırılarak emekçiler örgütsüzleştirilmiş ve güvence sağlayan tüm düzenlemeler birer birer ortadan kaldırılarak, esnek ve güvencesiz bir çalışma düzeni yeniden inşa edilmiştir. Küreselleşmeyle birlikte emekçiyi koruyacak hiçbir kuralın olmadığı çevre ülkeler, uluslararası sermayenin ucuz emek sömürü alanları haline getirilmiştir. Kamboçya, Bangladeş, Çin, Hindistan, Mısır gibi ülkelerin içinde yer aldığı emek sömürü alanlarında işçilerin insan olarak hiçbir değeri yoktur ve yaptığı iş nedeniyle ölen, sakat kalan, hastalanan emekçilerin kaydı dahi tutulmamaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerde emekçiler 18. yüzyılındakine benzer vahşi çalışma koşullarının ve sefaletin en ağır biçimiyle karşı karşıyadır.
MÜNFERİT DEĞİL SİSTEMATİK
Türkiye küresel üretim zinciri içerisinde emek yoğun üretimle yer almaya çalışmakta ve küresel sermayenin emek sömürü alanı haline getirdiği ülkelerde üretilen ürünlerle rekabet etmeye çabalamaktadır. Bu nedenle de emek maliyetlerini aşağıya çekmek için emek piyasasını esnekleştiren ve emekçileri güvencesiz bırakan düzenlemeler yapmaktadır. İş güvencesini, sosyal güvencesini kaybeden, işsizlik ve düşük ücretler nedeniyle yoksullaşan emekçiler, tıpkı Türkiye sermayesinin rekabet ettiği ülkelerdeki emekçiler gibi çaresizliğe sürüklenmekte ve kendisine dayatılan en kötü çalışma koşullarını dahi kabullenmek zorunda bırakılmaktadır. Bu da beraberinde iş cinayetlerini, sakatlanmaları ve meslek hastalığı olarak da ifade edilen, iş ve işten kaynaklanan hastalıkları beraberinde getirmektedir. Türkiye’de kayıt dışı çalışma, taşeron çalışma ve diğer güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlaştıkça iş cinayetleri (işbaşında ölümlerin birçoğu önlenebilir olduğundan iş kazası yerine iş cinayeti kavramını tercih ediyorum) ile iş ve işyerinden kaynaklanan hastalıklardan (meslek hastalığı kavramı hastalığın bir mesleğin gereği-imiş algısı yaratarak, işverenlerin sorumluluğunu gizlemektedir; bu nedenle iş ve işyerinden kaynaklanan hastalıklar tanımlamasını tercih ediyorum) ölümler de artmaktadır. Sermaye ve devlet, emekçilere dayattığı vahşi koşulların iş cinayetleriyle birlikte iş ve işyerinden kaynaklı hastalıkları ve bu nedenle gerçekleşen ölümleri münferit olaylar olarak gösterip üzerini örtme çabasındadır. İş ve işyerinden kaynaklanan hastalıkların ve iş cinayetlerinin birçoğunda işçinin ölüm nedeniyle işi ve çalıştığı işyeri arasındaki ilişki kayıtlara geçirilmemektedir. Böylece iş cinayetleri de iş ve işyerinden kaynaklanan ölüm, sakatlık ve hastalıklar da münferit olaylar olarak gösterilmekte ve genellikle işçinin “eğitimsizliği” ya da işverenin “iş güvenliği kültürünün” eksiliğine bağlanmaktadır. Sorun münferit olarak görülünce çözüm de yine münferit önlemlerle sınırlı kalmaktadır. 
GÜVENCESİZLİK VE ESNEKLİK İŞÇİ ÖLÜMLERİNİ ARTIRIYOR 
Tüm gizleme çabalarına karşın (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin çalışmalarının da katkısıyla) iş cinayetlerinin sürekli olarak arttığı çarpıcı biçimde gözle önüne serilmektedir. Türkiye’de çalışma düzeni esnekleştikçe ve emekçiler güvencesizleştikçe işçi ölümleri yükselmeye devam edecektir. En son çıkartılan kiralık işçi yasası ve emek piyasası içinde en çaresiz kesimi oluşturan Suriyeli ve diğer göçmen emekçilerin kuralsız biçimde çalıştırılmaları önümüzdeki dönemde iş ve işyerinden kaynaklanan ölümlerin, sakatlıkların, hastalıkların daha da artacağının habercisidir.
Sonuç olarak, işçi sınıfının ve sınıf mücadelelerinin ortaya çıkmasına neden olan sömürü koşulları, burjuvazinin yeni sömürü mekanizmalarını geliştirmesi nedeniyle daha da ağırlaştırılmış biçimde bugün de sürmektedir. Ancak sömürüye karşı mücadelenin aracı olması gereken sendikalar ve siyasi yapıların birçoğu bürokratikleşmiş, sınıf perspektifinden ve hatta işçi sınıfından uzaklaşmıştır. Bu nedenle de ne sermaye ne de siyasi iktidarlar karşısında emekçilerin haklarını savunacak bir dirayeti ortaya koyamamaktadır. En temel insan hakkı olan yaşam hakkını hiçe sayan kapitalist düzene karşı koyabilmek için yapılması gereken, emekçileri yeniden sınıf bilinci içinde bir araya getirecek ve mücadeleye yöneltecek araçların yeniden inşa edilmesidir.