18 Ağustos 2009 Salı

Kim İçin Kime Açılım?..


18.08.2009
İlginç bir ülke Türkiye. Düne kadar eğri denilene bugün birden doğru deniliyor. Düne kadar top tüfekten başka çözüm yok denilen meseleye bugün en hararetli bir biçimde zeytin dalı uzanıveriyor. Sadece devletin temsilcileri değil liberal ve islamcı basın da aynı süreçte devletle birlikte U dönüşünün parçası oluyor.
“Kürt açılımı” ya da “demokrasi açılımı” adı altındaki bu U dönüşüne özde bir dediğimiz yok elbette. Aksine yıllardır barış, kardeşlik diyen Kürtler demokratik haklarına kavuşmadan Türkiye’de demokrasiden söz edilemeyeceğini söyleyen bizleriz. Bunları söyledik diye olmalık mezalimi yapan da bugün U dönüşü yapıp demokrasi havarisi kesilen siyasi iktidar sahipleri...
İktidarda bulunduğu yaklaşık 7 yılda Kürt sorunun çözümü için kılını kıpırdatmayan ve hatta daha 3-4 ay önce yerel seçim sürecinde şahin kesilen AKP –başına taş düşmüş gibi- bir anda demokrasiden, Kürt açılımından söz etmeye başladı.
Bu ani değişimin esbab–ı mucibesini anlamak için AKP’nin iktidarı boyunca son derece istikrarlı biçimde izlediği politikalara bakmak gerekir. Tartışmaya açık bir iddia olabilir ama AKP, Cumhuriyet hükümetleri içinde uzun sayılabilecek iktidarı sürecinde en istikrarlı partilerden biridir. AKP’nin istikrarla takip ettiği politikalar, uluslararası ve ulusal sermaye ile ABD ve AB’nin güdümünde başta emekçiler olmak üzere sermaye dışındaki tüm toplum kesimlerine rağmen antidemokratik biçimde yürütülmektedir. AKP’nin bir anda kendisini var eden ve iktidarı boyunca hizmet ettiği bu yapılardan bir anda kopup, demokratik bir açılımı ortaya koyabilmesinin gerçekçiliği sorgulanmalıdır.
Bir an tüm ön yargılarımızdan arınıp AKP’nin Kürt sorununun çözümü üzerinden gerçekten demokratik bir açılımda samimi olduğunu düşünelim; emekçilerin işsizlik riskine karşı birikimleri olan İşsizlik Sigortasına el konulmasına ne diyeceğiz o zaman; milyonlarca emekçinin alın terine el koyup sermayeye ikram eden bir iktidarı demokrasiyle nasıl bağdaştıracağız? Onun ötesine sendikal örgütlenmeyi engelleyen, kamu emekçisinin toplu sözleşme hakkını hazmedemeyen, tersanelerde iş cinayetlerine göz yuman AKP’nin demokrasi açılımına nasıl inanacağız? Ayrıca AKP kendi iradesiyle böyle bir U dönüşüne niyetli olsa yerel seçimler öncesi Kürtlere şahin kesilip Güneydoğu’da oylarını dibe vurduracağına açılımı o zaman yapıp oy oranını arttırmaz mıydı, diye sormayacak mıyız?
AKP, antidemokratik bir yapıdan “sözde” demokrasiye U dönüşü yapmadığına göre görüntüdeki bu değişimin temellerini AKP’nin varlığını borçlu olduğu yapılarda aramak gerekir. Bu yapılar içinde ABD ve AB’nin Ortadoğu’daki çıkarları doğrultusunda yönlendirmelerin önemli bir etkisi olduğuna kuşku yoktur. Ama ucuz emek bölgesi haline getirmek anlamında Çinleştirmek için Güneydoğu Anadolu’ya ağzı sulanarak bakan yerli ve yabancı sermayeyi de unutmamak gerekir. Özellikle Yatırım ve İstihdam Paketi ile bu bölgenin ucuz yatırım alanı haline gelmesi ve hükümetten gelen İşsizlik Sigortası Fonunun Kürt açılımının ekonomik ayağını oluşturacağı yönündeki beyanlar, AKP’nin “sözde” demokrasiye U dönüşündeki sermaye parmağını daha da belirgin hale getirmektedir.
Kürt açılımı ve ulusal sermaye olguları bir araya getirildiğinde özellikle vurgulanma ihtiyacı duyulan bir konu da Kürtlerin sınıfsal; ulusal sermayenin ise etnik yapısıdır. Bu bağlamda, -büyük ölçüde uluslararası sermaye ile de işbirliği içinde bulunan- ulusal sermaye olarak tanımladığımız kesim sadece Türklerden değil içerisinde Kürtlerin de bulunduğu Türkiye coğrafyası üzerinde yer alan farklı etnik gruplardan oluşmaktadır. Yani, sıkça kullandığımız ulusal sermaye tanımlası içinde Kürt sermayedarlar da yer almaktadır. Tıpkı Türkiye işçi sınıfı içerisinde Kürt emekçilerin de yer aldığı gibi. Türkiye sermaye ve işçi sınıflarının içindeki farklı etnik yapılanma da göstermektedir ki: Türk toplumu gibi Kürtler de farklı çıkar gruplarından oluşan sınıflı bir toplumdur.
O halde “Kürt açılımı” adı altında yeni bir yol izlenecekse bu yol, Kürtleri sınıfsız ve zümresiz bir yapıymış gibi aynı biçimde etkilemeyecektir. AKP’yi güdümü altında tutan ulusal sermayenin de bir parçası olan Kürt burjuvazisi –ki AKP ile açılım bağlamında görüşmeler büyük ölçüde bu kesim tarafından yürütülmektedir- bu süreçte Kürt toplumunun genel çıkarlarının ötesinde –kendi içinde feodal yapıyı da sürdüren- Kürt burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yürüyecektir.
ABD ve AB himayesinde Türk ve Kürt sermayedarlarının çıkarları doğrultusunda oluşacak bir “açılım”ın demokratikleşme ile hiçbir bağlantısından söz etmek mümkün değildir. Gerçek anlamda bir demokrasi için Türküyle Kürdüyle tüm emekçilerin bir arada örgütlü mücadelesinden başka yol yoktur. Etnik kökeni ne olursa olsun emekçilerin içinde yer almadığı hiçbir açılımın bu topraklar üzerinde yaşayanlara sağlayacağı herhangi bir fayda olamaz.

16 Ağustos 2009 Pazar

Kürt açılımı ve demokrasi üzerine...


15/08/2009

ÖZGÜRCE

Hükümet, bir taraftan demokratikleşme adına Kürt açılımından söz ederken, öte taraftan işçilerin işsiz kalma riskine karşı birikimleri olan İşsizlik Sigortası Fonu’na el koyuyor. Hem de milyonlarca işsize her gün yeni binlercesi katılırken ve işsizler karın doyurma kavgası verirken... Hükümetin Kürt Açılımı, on yıllardır çözümsüz kalan ve çözümsüz kaldıkça da kan alan, can alan bir konuda en azından bir diyalog ortamı yaratması bakımında olumludur. Ayrıca bu açılım bağlamında dilini, kültürünü yaşaması, yaşatması engellenen Kürtlerin üzerindeki bu baskının kaldırılmasının da demokrasi adına önemli bir adım olarak kabul edilmesi gerekir. Ancak, bir taraftan demokrasi adına olumlu kabul edilebilecek adımlar atılırken, diğer taraftan son derece antidemokratik tavrın devam etmesi, hükümetin samimiyeti konusundaki algıları ortadan kaldırmaya yeterli olmamaktadır. Hükümetin, ne demokrasi ne de hukukla bağdaşmayan son icraatının hedefinde yine emekçiler vardı. Kapitalist sistemde emekçi için en büyük tehdit olan işsizliğe karşı oluşturdukları birikimin 4’te 3’üne, emekçilerin rızası olmadan hükümet tarafından el konulmaktadır. Ne için mi? Karayolu ve altyapı yatırımları için. Peki, yapılacak karayolu ve altyapı yatırımları konusunda toplumun ihtiyaçları belirlenmiş de yatırımlar bu doğrultuda mı yapılacaktır? Hiç sanmıyoruz. AKP’nin hükümette bulunduğu süre içinde, toplumun gerçek ihtiyaçları üzerinden politika belirleyip, yatırımlar gerçekleştirdiğine rastlanmamıştır. AKP Hükümeti’nin ihtiyaçlarını dikkate aldığı yegane kesim, uluslararası ve ulusal sermaye ile partili dar bir çıkar çevresidir. Bunun dışında ne işçi ne çiftçi, ne memur ne emekli, ne de öğrencinin istekleri AKP’nin derdi olmamıştır. Aksine, onları daha fazla ezmiş, örgütlenip seslerini çıkarmasınlar diye üzerlerinde baskı kurmuştur. Karayolu, altyapı yatırımı adı altında yapılacak olan değişmeyecek yine, işçinin parası bir avuç AKP yandaşı müteahhidi daha da zengin etmeye yarayacaktır. Hükümet, emekçinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki parasına antidemokratik bir biçimde el koyup bunu birilerine aktarırken, “demokratik” Kürt Açılımı’nı da buna alet etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, GAP’tan Sorumlu Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, İşsizlik Fonu’ndan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ve Doğu Anadolu Projesi’ne (DAP) ayrılan 3 milyar liranın, Kürt Açılımı’nın ekonomik ayağı sayılabileceğini söylemiştir. Ekonominin Kürt sorununun önemli bir ayağı olduğu reddedilemez. Dolayısıyla gerçekçi bir açılımın ekonomik ayağı da olmalıdır. Ama bunun işsizlikten, yoksulluktan inim inim inleyen emekçinin el konulan parasından sağlanması kabul edilemez. Bu ülkede emeği ve doğal kaynakları sömürerek servet sahibi olmuş bir sermaye sınıfı vardır. Bunlara hiç dokunmadan ve hatta açılımın ekonomik ayağı adı altında kendilerinden gasp edilen paranın sermayeye aktarılmasını ne Türk ne de Kürt emekçileri kabul etmemelidir. Öte yandan emekçiler, yine açılım görüntüsü altında yapılacak yatırımlarla Güneydoğu’yu Türkiye’nin Çin’i haline getirme oyununa da gelmemelidir. Sözün özü; demokrasi anlayışı ya vardır ya yoktur. Kürtlere demokrat, emekçiye tiran ya da tersi bir anlayış ile demokrasiden söz edilemez. Dolayısıyla, sadece Kürt açılımıyla ne AKP demokrat olur, ne de Türkiye’ye demokrasi gelmiş olur. Gerçek anlamda demokrasi için işçi sınıfı açılımı gerekir ki, bunu da ne AKP ne de başka bir hükümet yapabilir. Bu, sadece ve sadece Kürdüyle, Türküyle tüm işçi sınıfının örgütlü mücadelesi sayesinde olur(!)

7 Ağustos 2009 Cuma

Har(a)çlı Üniversitenin Bedelini Toplum Öder(!)


07/08/2009

ÖZGÜRCE

Bir grup üniversite öğrencisi inatla har(a)çlara karşı mücadelesini sürdürüyor. Üniversite har(a)çları ve buna karşı öğrenci mücadelesi özellikle 1980’li yılların ardından üniversitesi piyasalaşma sürecine giren tüm ülkelerde önemli bir gündem maddesi olmuştur. Genellikle sadece öğrencilerin sorunları imiş gibi görülüp diğer toplum kesimlerince sahiplenilmediği için de sadece har(a)çların arttırıldığı dönemlerle sınırlı, “Saman alevi gibi” bir anlık tepkiler olarak kalmıştır. Har(a)çlara tepki gösteren öğrenciler dahi öğrencilik süreleri bittikten sonra har(a)çlara dair yakınmalara destek vermemiş ve hatta içlerinde har(a)çların gerekli olduğunu savunanlar da olmuştur.Üniversite har(a)çlarını savunmanın temel gerekçesi: “Üniversite eğitiminin bütünüyle parasız olmasının adaletsiz bir durum olduğudur”. Onlara göre “Üniversite eğitimi alanlar para ödemezse zengin çocukları da toplumun ödediği vergilerle okuyacaktır. Bunu engellemek için üniversite paralı olmalı, parası olmayanlar ise burs ya da kredi olanaklarını kullanarak bundan faydalanmalıdır”. Har(a)çları meşrulaştırmaya yönelik olan ve kulağa da hoş gelen bu gerekçe, emekçilerin de dahil olduğu önemli bir toplum kesimi tarafından kabul görmektedir. Oysa her türlü kamu hizmeti gibi üniversite eğitiminin de paralı hale gelmesi her şeyden önce üniversite eğitimin metalaşmasına neden olmaktadır. Üniversite eğitiminin metalaşması ise parası olanın bu hizmeti alabildiği bir ortamı oluşturacak, parası olmayan ise bunun bedelini kendisine burs veren sermayeye veya kredi veren bankaya -belki de yaşam boyu- bağımlı kalarak ödeyecektir. Metalaşan üniversite eğitiminin diğer kamu hizmetlerinin metalaşmasından farkı, toplumların geleceğini belirleyecek bilginin ve bu bilgiyi kullanacak insanın buradan yetişmesidir. Eğer üniversite eğitimi metalaşmışsa diğer kamu hizmetlerinin metalaşmasına gerek yoktur. Çünkü metalaşmış bir üniversiteden eğitimi “satın almış” olan bireylerin yaşamın hangi alanında olursa olsun toplumcu bir düşünce ile hareket etmesi beklenemez. Tam tersine bu bireyler, eğitimi süresince ödemiş olduğu parayı yatırım olarak görecek ve mezun olduktan sonra da bu parasal yatırımın karşılığını almak için toplumu, üzerinden kâr edilecek “müşterisi kitlesi” olarak görecektir. Hala hazırda piyasalaşan üniversitenin ve metalaşan bilim ve eğitimin sonuçları açığa çıkmaktadır. Ameliyat veya tedavi parasını ödemediği için hastasını ölüme terk eden ya da gerekli gereksiz tetkikler ve ilaçlarla hastasının cebini boşaltan doktorlar; patronuna daha fazla para kazandırmak için sağlıksız yapılara onay veren, nükleer santralları, GDO’lu ürünleri, barajları, altın madenlerini savunan mühendisler; esnek çalışmayı, güvencesiz yaşamı meşrulaştıran akademisyenler ve daha pek çoğu piyasalaşmış bu üniversitenin yarattığı “Toplum düşmanı insan modeli”nin örnekleri değil midir? İşte, bugün bir avuç öğrenci arkadaşın inatla karşı çıktığı har(a)çlar, sadece onların ve ailelerinin bütçesini ilgilendirmenin çok ötesinde bütün bir toplumu çok yakından ilgilendirmektedir. İzleyebildiğim kadarıyla bugün har(a)çlara karşı çıkanlar geçmişte aynı mücadeleyi yürütenlerden farklı olarak sorunu tüm topluma duyurma ve destek alma yolunu izlemektedirler ki bu da son derece önemlidir. Elbette onların bu çabasının başarı kazanabilmesi için başta sendika ve diğer emek örgütleri olmak üzere tüm örgütlü ve örgütsüz toplum kesimlerinin durumun vehametinin ve aciliyetinin farkına varıp, mücadeleye katılması gerekir. Aksi halde ortaya çıkacak başarısızlık har(a)ç mücadelesi yürüten arkadaşların değil, sermaye dışındaki tüm toplum kesimlerinin olacaktır ve bu başarısızlığın bedelini de bu toplum kesimleri ödeyecektir.