15 Şubat 2013 Cuma

AKP, AB'yi ideolojik aygıtı olarak kullanıyor..!




ÖZGÜRCE
15/02/2013
AKP, AB’yi kendi ideolojik aygıtı haline getirdi. İşine geldiği zaman AB’ye karşı bir tavır sergiler(miş) gibi yaparak şahin kesiliyor, milliyetçiliği körüklüyor; işine geldiğinde de en fanatik AB’ci olup, demokrasiden insan haklarından söz ediyor. Birbiriyle çelişkili görünen bu zıt iki tavrın izlendiği süreçlere baktığımızda değişmeyen AKP’nin iktidarını sürdürme yolundaki istikrarlı gidişi oluyor. Yani AKP, AB’yi Türkiye’de toplumun ayarını sağlayan bir mekanizma olarak kullanıyor.
Açalım biraz konuyu: AKP, ilk kez kasım 2002’de iktidara geldiğinde; herkesin aklındaki soru: “Türkiye siyasal yaşamının en muhafazakar kesiminden gelenlerin oluşturduğu AKP acaba Türkiye’yi batıdan uzaklaştırıp İslam alemine yanaştırır mı?” idi.
AKP iktidara gelmeden yaklaşık bir yıl önce, Türkiye AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Programı, AB Komisyonuna sunmuştur (Ekim 2001). Böylece Türkiye, ekonomi politikalarından sosyal politikalara, dış politikadan savunma politikalarına kadar hemen tüm alanlarda, iç hukukunu ve uygulamalarını, AB’nin üyelik şartı olarak öngördüğü kriterlere göre “uyumlaştırmayı” taahhüt etmiştir. Bu arada Kemal Derviş yönetimindeki Türkiye ekonomisi, AB’ye uyumlaşmayı da gerekçe göstererek, hızla neoliberal yapısal uyum programını (YUP) yaşama geçirmeye başlamıştır.
AKP, büyük bir meclis çoğunluğuyla iktidara geldiğinde bir taraftan üzerindeki batıdan kopma endişesini aşmak diğer taraftan da YUP’u tüm hızıyla sürdürmek için AB’ciliğe sarılarak büyük başarı kazandı. AKP’liler bir taraftan AB’li siyasetçilerle verdikleri samimi pozlarla; biz de Batıcıyız imajı yaratıp muhafazakarlıktan korkanların; diğer yandan da AB’nin demokrasi ve insan haklarına ilişkin ilkelerini benimsediği havası yaratarak toplumsal muhalefetin içini rahatlattı. AB ile yaratılan bu iç rahatlığı ortamında AKP üretim sistemleri, çalışma biçimleri ve sosyal haklar başta olmak üzere toplumsal yapıyı piyasanın gereksinimleri doğrultusunda yeniden yapılandırdı.
AKP’nin büyük ölçüde AB’den aldığı destek ve yol göstericiliğinde gerçekleştirdiği bu yeniden düzenleme sürecinde başta emekçiler olmak üzere geniş toplum kesimlerinin çalışma standartları ve sosyal hakları hızla gerilemeye başladı. Ancak başta sendikalar olmak üzere emekçilerin ve diğer toplum kesimlerinin haklarını korumak üzere kurulmuş örgütler hakları ortadan kaldıran bu düzenlemelere AB ile uyumlaşmanın gereği olduğu için karşı çıkmadır. Hatta daha da ileri giderek sosyal diyalog adı altında AB projeleri içerisinde sermaye ve siyasi iktidarla bir olup (sosyal partner adı altında) bu süreci meşrulaştırdılar. AKP’de bu sayede toplumun çok geniş kesimlerinin sahip olduğu hakları ciddi bir mücadeleyle karşılaşmadan yaşama geçirmeyi başardı.
Haziran 2011’de yapılan genel seçimlere gelindiğinde iki dönemdir iktidarda olan AKP, AB şemsiyesi altında yürüttüğü yeniden yapılanma sürecinde hem bir taraftan sendikaları ve diğer toplumsal mücadele örgütlerini etkisiz hale getirirken öte yandan da yargı organı başta olmak üzere devlet kurumları üzerinde de mutlak hakimiyet sağladı ve iktidarını mutlaklaştırdı. İktidarını mutlaklaştırmanın verdiği rahatlık içinde AKP,  2011 seçimlerinde emekçilerin, Kürtlerin ve sosyalistlerin bir araya geldiği  Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun başarısını kendisine tehdit olarak gördü. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için demokrasi ve insan hakları görüntüsünden de AB’den de vazgeçtiği algısı yaratarak, milliyetçiliği yükseltmeyi tercih etti.
Ancak bugüne gelindiğinde baskı stratejisi Kürt hareketinin direnci sayesinde başarısızlığa uğrayan AKP, Anayasa hazırlık sürecini de düşünerek yeniden toplumsal muhalefetle uzlaşır görünme çabası içerisine girmiştir. Bu süreçte demokrasiyi ve insan haklarını yeniden hatırlayan AKP, AB’yi iki yıla yakın süredir sakladığı çekmeceden çıkartmaktadır. Bu arada AB Bakanı Egemen Bağış’ın kamu kurumlarında türbanın yolunu açmak için de AB’yi kullanması, AKP’nin AB’yi ideolojik aygıt olarak kullanma konusunda kendini aştığını göstermektedir.

11 Şubat 2013 Pazartesi



AKADEMİYE ÖZGÜRLÜK

Tartışıyoruz/Örgütleniyoruz”

Çalıştay-Forum

Sonuç Bildirgesi


2 Şubat 2013 tarihinde, İstanbul’da 19 il ve 38
üniversiteden yaklaşık 200 kişinin katılımı ile yapılan
toplantı sonucunda, katılımcılar aşağıdaki sonuç
bildirgesinin basın ve kamuoyu ile paylaşılmasını
kararlaştırmışlardır.


Yaşamın tüm alanları gibi üniversiteler de piyasanın 
gereksinimleri doğrultusunda yeniden düzenlemektedir. 
Bu süreçte toplumun diğer alanları gibi üniversitelerde 
de düşünce ve ifade özgürlüğü engellenmekte; 
akademisyenlerin, öğrencilerin, üniversite emekçilerinin en 
temel hakkı olan güvenceli çalışma ve akademik/bilimsel 
faaliyetlerin özgürce yerine getirilmesi için gerekli koşullar 
sistemli biçimde ortadan kaldırılmaktadır. 

AKP iktidarı döneminde, 12 Eylül darbesinin ürünü olan 
YÖK de kullanılarak üniversiteler ve bilimi piyasalaştırma 
yönündeki çabalar artmış; bu doğrultuda üniversitedeki 
hak ihlalleri yoğunlaşmıştır. Bir yandan keyfi soruşturmalar 
ve atama-yükseltme konusunda cezalandırmaya dönüşen 
uygulamalar; diğer yandan iş güvencesinin ortadan 
kaldırılması, sendikal özgürlüklerin sınırlandırılması ve üniversitedeki ya da toplumdaki diğer sorunlara karşı tepki 
gösteren öğrencilerin tutuklanması gibi biçimlerde ortaya 
çıkan üniversitedeki hak ihlalleriyle birlikte akademik/
bilimsel özgürlükler ortadan kaldırılmaktadır.

Akademik özgürlüğün olmadığı bir üniversitede bilimsel 
faaliyetler, toplumun gereksinimlerini karşılamaktan 
uzaklaşmakta ve egemen ideolojiyi yeniden üretmenin bir 
aracı haline gelmektedir.

Bu sürece karşı direnerek toplumu, doğayı bilimsel 
faaliyetlerinin öznesi haline getiren akademisyenler ise 
siyasi iktidar ile sermaye çevrelerinin yönlendirmesiyle 
idari soruşturmalara tabi tutulmakta ve üniversiteden 
uzaklaştırılmaya varan tehditlerle karşı karşıya 
bırakılmaktadır. Sanayiden kaynaklı çevre kirliliğinin insan 
sağlığındaki etkilerini açığa çıkaran; suyu ticarileştirerek 
su havzalarını sermaye birikimine açan enerji politikalarının nedenlerini ve yaşam alanlarında yarattığı  tahribatı toplumla paylaşan;  YÖK’ü ve getirilmek istenen  yasal düzenlemeleri eleştiren bilim insanlarının karşı  karşıya kaldığı soruşturmalar, yasaklamalar ve tehditler  bunun en somut örnekleridir. Öte yandan Kürt sorunu,  Ortadoğu’da yıllardır devam eden savaş ya da azınlık  hakları gibi Türkiye’nin en temel sorunlarına dair resmi  ideoloji dışında düşünce üreten bilim insanları işlerinden atılırken; öğrencilerin eğitim hakları ellerinden alınmakta ve hatta tutuklanmakta, bağımsız araştırmacıların, kariyerinin başındaki gençlerin akademiye ilişkin umutlarını söndürmek, onları piyasanın dişlisi haline getirmek için baskılar, kadrosuzluk tehditleri, gözdağları artırılmaktadır.


Türkiye Yükseköğretim Kurulu Yasası (TYÖK) adı 
altında YÖK tarafından hazırlanan yasa önerisi, YÖK’ün 
temel amacı olan üniversiteyi ve bilimi, sermayenin ve 
siyasi iktidarın egemenliği altına sokmak konusunda 
bir adım daha ileri gitmekte ve hem kamu hem de vakıf 
üniversitelerindeki hak ihlallerinin daha da artmasının 
 yolunu açmaktadır. TYÖK, üniversitenin finansmanını 
tamamen araştırma ve eğitim faaliyetlerinden sağlanacak 
gelirlere bağlamakta; diğer bir söyleyişle üniversiteyi 
bütünüyle piyasa kuralları içinde hizmet gören bir 
işletme haline sokmaktadır. Üniversitenin işletme haline 
dönüşmesiyle bilim, vakıf üniversitelerinde şimdiden provalarının yapıldığını gördüğümüz biçimde, tamamen toplumdan uzaklaşacağı gibi akademik özgürlüğün temel unsuru olan iş güvencesi  bütünüyle ortadan kalkacak; başta akademisyenler olmak 
üzere üniversite emekçileri üzerindeki baskı ve tehditler 
daha da yoğunlaşacaktır.

Üniversitede yaşanan hak ihlallerine karşı durmanın 
ve akademik özgürlüğü teminat altına alabilmenin 
yolu, başta sendikalarda olmak üzere örgütlenerek; 
üniversitenin ve bilimin özgürleşmesi için mücadeleyi 
ortaklaştırmaktır. İTÜ Asistan Girişimi, ODTÜ bileşenleri 
ve Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi gibi mücadelenin 
ortaklaştığı oluşumlar, tüm baskılara rağmen üniversitede 
yaşanan hak ihlallerine karşı mücadele edilerek başarı 
kazanılabileceğini göstermiştir. Söz konusu mücadele 
deneyimlerinin de yol göstericiliğinde bir araya gelen 
örgütlenmeler olarak; akademisyenler, öğrenciler ve 
üniversite emekçilerinin karşı karşıya kaldığı çeşitli 
düzeylerdeki hak ihlallerine karşı toplumun bütün 
kesimleriyle birlikte, uluslar arası dayanışmayı da 
oluşturarak; toplum için, doğa için, akademik özgürlükler 
sağlanana kadar örgütlü mücadelemizi sürdüreceğiz.

AİBÜ Öğretim Elemanları Derneği     

Akademi Susmayacak Platformu

Barış İçin Akademisyenler   

EĞİTİM SEN Ankara 5 nolu Şube

EĞİTİM SEN İstanbul 6 nolu Şube     

EĞİTİM SEN İzmir 3 nolu Şube 

EĞİTİM-Sen Anadolu Üniversitesi Temsilciliği

EĞİTM-Sen Mersin Üniversitesi Temsilciliği   

İstanbul Tabip Odası       

İTÜ Asistan Dayanışması         

İ.Ü Demokratik Üniversite Girişimi

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi

ODTÜ Mezunlar Derneği

ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği

Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi   

Öğrencime Dokunma         

Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV)  
     
Sosyoloji Mezunları Derneği (SOMDER)

SES İstanbul/Aksaray Şube     

SES İstanbul/Anadolu Şube       

SES İstanbul/Bakırköy Şube       

SES İstanbul/Şişli Şube     

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu 

Türk Sosyal Bilimler Derneği 

Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi  

Üniversite Konseyleri Derneği 

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği        

Türkiye’de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası 
Çalışma Grubu (GIT Türkiye)

8 Şubat 2013 Cuma



02 Şubat 2013, Cumartesi

Akademi Susmayacak Forumu İstanbul'da yapıldı:

'Bilim insanı olmak düzeni sorgulamayı, 'suç işlemeyi' gerektirir'

Akademisyen, asistan, bilim insanı ve öğrenciler, "Üniversitede Hak İhlalleri ve Mücadele Arayışları" başlıklı forumda bir araya geldi.
"Akdemi Susmayacak", "Üniversitede Hak İhlalleri ve Mücadele Arayışları" konulu forum bugün İstanbul'da çok sayıda akademisyenin katılımıyla düzenlendi.
İstanbul Tabip Odası Konferans Salonu'nda düzenlenen forumda, akademi ve bilim üzerindeki baskılar ve mücadele perspektifleri tartışıldı. Forumun açılış konuşmasını Prof. Dr. Beyza Üstün yaptı.
'SALDIRI BİLİME, BİLİM ÖZGÜRLÜĞÜNE'
Son dönemde, bilim ve bilim insanlarına yönelik baskı ve saldırılara dikkat çeken Üstün, "Saldırı bilime, bilim özgürlüğüne" dedi. Büyük saldırılarla karşı karşıya olan akademinin derin sessizlik içerisinde olduğunu kaydeden Üstün, çalıştayda bir araya gelen bilim insanları olarak bu sessizliği bozma çabası içerisinde olduklarını vurguladı.
Çalıştayın, önümüzdeki dönemi örgütleme, mücadele hattı çizme bakımından yol haritası görevi göreceğini belirten Üstün, "Bizler çalışmalarımızı kapalı salonlarda paylaşırken, bir tarafta başka şeyler oluyor. Başka arkadaşlarımız saldırılara maruz kalıyor. Endüstriyel kapitalizmi teşhir ettiği için arkadaşlarımız baskıya maruz kalıyor. Çayda, sütte radyasyon değerlerini paylaştığı için tehdit ediliyor" dedi.
'ÜNİVERSİTELER SERMAYE BİRİKİMEN SOKULMAK İSTENİYOR'
Üniversitelerin de yaşam alanları gibi sermaye birikimine sokulmak istendiğini söyleyen Üstün, kapitalizm ve iktidar ortaklığı ile bilim üzerinde baskı kurulduğunu ifade etti. Üstün, "Demokratik haklarını kullandıkları için, üstelik de konuşmak gibi en temel haklarını kullandıkları için öğrenicilerimiz gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, okullardan uzaklaştırılıyor. Diğer yandan tüm yaşam alanları gibi üniversiteler de ticarileştirilmek isteniyor" dedi.
Kapitalizm ve iktidar ortaklığında yürütülen ehlileştirme ve öğütme çabalarına üniversite yönetimlerinin de dahil olduğunu kaydeden Üstün, bilgileri ve araştırmalarını halkla paylaşan, halk için araştırma yapan tüm akademisyenler, bilim insanları, akademik personel hakkında soruşturma ve cezalarla baskı kurulmaya çalışıldığını söyledi.
'KORKMUYORUZ, KARARLIYIZ...'
Gazetecilerin, sanatçıların da baskı altına alındığını kaydeden Üstün, şöyle devam etti: "Sistem, örgütlü yaşamı suç sayıyor. Bizler farklı mücadele alanında yürüyenler ve eklenenlerle birlikte bir birlikteliği örüyoruz. Korkmuyoruz, düşüncelerimiz birlikte söylemeye, riski yaşayacak ya da yaşayanlarla paylaşama deva edeceğiz. Konularımızı yaşam alanlarını var etmek üzerinden belirleyeceğiz. Çünkü artık araştırmalar yaşam alanlarını yok etmek üzerinden yürüyor."
İktidarın, bilim insanlarına, araştırma ve çalışma yaparken izin alma zorunluluğu getirdiğini de söyleyen Prof. Dr. Üstün, "Tüm bunlar olurken akademi susuyor. Bizler susmadık. Her alanda konuştuk, yürüdük. Ama susanları konuşturmaya, yaptıklarının neye hizmet ettiğini onlara anlatmakta kararlıyız. Akademiyi bilimin hizmet alanına dönüştürmeye kararlıyız. Bilimin halk için yapılması gerektiğine inananlardanız." şeklinde konuştu.
Ardından Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu, "Akademiye, bilime saldırının dünü, bugünü, yarını" konulu sunum yaptı.
'BİLİM İNSANI OLMANIN GEREĞİ DÜZENİ SORGULAMAKTIR'
Karl Marks'tan alıntı yaparak konuşmasına başlayan Müftüoğul, "Düzen egemenler için çalışır. Değiştirilmesini istemek ve bunun için çalışmak en büyük suçtur. Bilim insanı olmanın gereği düzeni sorgulamaktır. Dolayısıyla bilim insanı olmak suç işlemeyi gerektirir" dedi. Müftüoğlu, toplumun yararına çalışmayan bir bilim insanının, zaten bilimi egemenlere teslim etmiş olduğunu söyledi.
'MARSİZMİ SAVUNANLAR BASKILANIYOR, DIŞLANIYOR'
Ünlü düşünür Sokrates'in, Atina'nın köhnenimiş düzenini sorguladığı ve bunu gençlere anlattığı için idam edildiğini hatırlatan Müftüoğlu, şunları söyledi: "Marksizm ve Markist ideolojiyi savunanlar, 160 yıldır kapitalist toplum içinde baskılanıyor, dışlanıyor. Türkiye'de de egemen sınıf ve resmi ideoloji bilimi boyunduruk altına almak için sürekli çabalıyor. 1948 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Behice Bora ve arkadaşlarının üniversiteden uzaklaştırılması gibi. 12 Eylül faşits cuntası yüzlerce devrimci, demokrat, aydın akademisyeni üniversiteden uzaklaştırdı. Cunta bunu yaparken 'bilim insanı adıyla' İhsan Doğramacı'yı kullandı. Üniversite ve bilim üzerindeki baskılar sistematik hale geldi. Tekil, değil bir bütün olarak herkes baskı altına alındı."
Müftüoğlu, YÖK düzeni içerisinde geçen 32 yıl boyunca üniversitelerin akademik özgürlük ve toplum için bilim ilkesinden uzaklaştığını, doğmaların geçerli hale geldiğini, tartışmadan uzak, özgürlüklerin olmadığı biralan haline dönüştürüldüğünü vurguladı.
Yeni YÖK Yasa Tasarısı'nı da değerlendiren Müftüoğlu, tasarının, akademi ve bilim dünyasını güvencesizleştirdiğini, yoksullaştırdığını, sanayi işçisi haline getirerek, baskı ve denetim altında tutmayı hedeflediğini belirtti, "Bu YÖK Yasası da, kışla düzeninin oluşturduğu darbe yasasından farklı değil. Darbe yasası kışla düzenini getirdi, bu piyasa düzenini getiriyor" dedi.
'BİLİM İNSANI YAŞADIĞI ÇAĞA, TOPLUMA VE DOĞAYA KARŞI SORUMLUDUR'
Müftüoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Buna karşı çıkılmazsa akademi zaten kendiliğinden egemenlerin denetimi altına girecek. Bilim insanı yaşadığı çağa topluma ve doğaya karşı sorumludur. Mahkemelere, soruşturma kurullarına karşı asla sorumlu değildir. Bunun gereğini yerine getirmesi gerekir. Bizim üzerimizde baskı ve korku duvarı örmeye çalışıyorlar, egemenlere biat etmemizi, bilimi ve kendimizi onların hizmetine sunmamızı istiyorlar. Bunu kırmanın tek yolu birlikte ve örgütlü olmamızdır."
Avukat Zihnet Özçelik, "Bilim insanlarına ve bilim özgürlüğüne üniversitelerin yaklaşımı" başlığı altında hukuksal değerlendirmelerde bulundu.
Yeni YÖK Yasa Tasarısı'nın, bilimi ciddi bir kıskaç altına aldığını söyleyen Av. Özçelik, "Bilim özgürlüğüne ve bilim insanlarına şaşı bakıyorlar" dedi.
Av. Çelik, birlikte mücadelenin önemine işaret etti, "Mış gibi yapmak, sinmek gibi davranış biçimleri bize yol aldırmaz. Güce ihtiyacımız var" şeklinde konuştu.
Çalıştayın ikinci bölümünde ise "Üniversitede mücadele deneyimleri" üzerine konuşmalar yapıldı.
Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi adına Dr. Ali Özyurt, sunum yaptı, Kocaeli Dilovası'nda insan sağlığı ve doğayı tehdit eden hava kirliliğine karşı rapor hazırladığı ve bunu kamuoyu ile paylaşıldığı için soruşturma ve yargılamalara maruz kalan Dr. Onur Hamzaoğlu'na destek için verilen mücadele deneyimlerini aktardı.
ODTÜ ayaklanması ve İTÜ'de yaşanan asistan kıyımına karşı verilen mücadele deneyimlerine ilişkin de sunumlar yapıldı.
Sunumların ardından öğle arası verildi. Forum öğle arasının ardından, "Üniversitede hak ihlalleri" başlıklı oturumla, basına kapalı olarak devam etti.
EmekDünyası.Net/ETHA

1 Şubat 2013 Cuma

Üniversitede hak ihlalleri


ÖZGÜRCE
01/02/2013

"Hak ihlali” çok genel bir tanımlamayla, hakkın kullanımı veya yerine getirilmesinin engellenmesidir. Burada söz konusu olan hak, yasalarla belirlenmiş ve güvence altına alınmış olabileceği gibi yasalarda yer almasa da evrensel olarak kabul görmüş kurallar hak olarak kabul edilir. Hak, yasalarla tanınmış olsun ya da olmasın mutlaka ardında egemen güce karşı yürütülmüş bir mücadeleyi barındırır. Kazanılmış hakların kullanılabilmesi, egemen güce karşı mücadelenin sürekliliğine bağlıdır. Mücadele zayıfladığında egemen, bu hakları uygulamaz yani “ihlal” eder.
Egemen güce rağmen bilgi üretme ve sunma özgürlüğü mücadelesinin temelleri; yaklaşık 2 bin 500 yıl önce yaşamı pahasına Atina’nın köhne değer yargılarını eleştiren ve gençlere toplumsal hedefler gösteren Sokrates’le atılmaya başlamıştır. 17. yüzyılda filozof, gök bilimci Jordano Bruno ve Gallile güneş sisteminin varlığını, Engizisyon mahkemesinde yargılanmayı ve ölüm cezasını göze alarak savunmuş ve bilimin egemenin boyunduruğuna girmemesi için mücadele vermişlerdir.
Bilim ve bilimin mekanı üniversitelerde özgürlük mücadelesi, burjuva sınıfının egemenliği ele geçirdiği 19. yüzyıldan itibaren kapitalist sisteme karşı yürütülmüştür. Burjuvazinin tüm baskılarına karşın, sermaye dışındaki kesimlerin sahip olduğu diğer haklar gibi bilimsel/akademik özgürlükler de yükselen işçi sınıfı mücadelesinin sonucu olarak gelişmiştir. Ancak işçi sınıfı mücadelesinin durağanlaştığı ya da gerilediği dönemlerde diğer alanlarda olduğu gibi akademik özgürlükleri kısıtlamak üzere üniversitede de hak ihlalleri yoğunlaşmıştır.
1980’li yıllardan itibaren sosyalist sistemin krizi ve ardından Doğu Bloku’nun dağılması; kapitalistlerde emekçilerin ve sendikaların sınıfsal perspektiften uzaklaşmaları, işçi sınıfının mücadelesi ile birlikte siyasal ve sosyal hakların gerilemesine neden olmuştur. Türkiye, 12 Eylül darbesinin de etkisiyle bu dönemde hakların en hızla gerilediği ülkelerin başında yer almıştır. Akademik özgürlükleri sınırlandırmayı ve bilimi egemen gücün güdümüne sokmayı amaçlayan YÖK düzeni içinde, üniversitede hak ihlalleri sistematik hale getirilmiştir. 32 yıldır YÖK düzeni içindeki üniversitelerde yaşanan hak ihlalleri her geçen gün daha da derinleşmekte ve artık üniversiteyi toplum için, doğa için değil sadece sermayenin ve siyasi iktidarın çıkarları için faaliyet gösteren kurumlara dönüştürmektedir.
2 Şubat 2013 Cumartesi günü İstanbul Tabip Odasında “Üniversitede Hak İhlalleri ve Mücadele Arayışları” konulu bir çalıştay/forum düzenlenmektedir. Bu çalıştay/forumdan amaçlanan üniversitede yaşanan hak ihlallerini tüm boyutlarıyla ele almak ve ihlallere karşı mücadele için bir yol haritası belirlemektir. Hali hazırda akademik özgürlükleri ve üniversitedeki emekçilerin haklarını savunmak üzere kurulmuş bulunan örgütler vardır ve bu örgütlerin üniversitede hak ihlallerine karşı mücadelede oynayacağı rol son derece önemlidir. Ancak bu köşede pek çok kez belirtmeye çalıştığım gibi üniversitede yaşanan hak ihlalleri, nedenleri ve sonuçları bakımından sadece üniversitedeki örgütlenmelerin çözümlemeyecekleri kadar derinliklidir. Bu nedenle çeşitli alanlarda toplumun çıkarlarını savunan sendikalar, meslek odaları, çevre örgütleri gibi yapıların da üniversitenin sorunlarını sahiplenmesi ve mücadeleye katılması gerekir. İşte bu nedenle 2 Şubatta gerçekleştirilecek çalıştay/forumun toplum için, doğa için akademik özgürlükleri -üniversite içinden ve dışından- savunanların birleşik mücadelesinde bir başlangıç olması son derece önemlidir.