24 Eylül 2021 Cuma

Öğrenci ‘geçim kapısı’ olunca!

                                   25 Eylül 2021

Yüz yüze eğitime başlama kararının ardından, yaşadıklarından farklı şehirlerde okuyan üniversite öğrencilerinden kimi ilk kez kimi de uzaktan eğitime geçilen bir buçuk yılın ardından barınma yeri ayarlamak üzere üniversitelerinin olduğu şehirlere, kasabalara gitti. Ama onları orada kötü bir sürpriz bekliyordu: Olağanüstü artan ev kiraları ve özel yurt ücretleri. Devlet yurtlarının kapasitesi ise ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktı. Hal böyle olunca öğrencilerin barınma sorunu ülke gündeminin ilk sıralarına oturdu. Bir taraftan belediyeler bu soruna çözüm üretmeye çalışırken diğer taraftan barınma hakkı için mücadeleye başlayan öğrenci haberleri gelmeye başladı. Tabii ardından da kolluk güçlerinin bu öğrencilere yönelik şiddetle müdahale etme haberleri...

Öğrencilerin barınma sorunu, neoliberal politikalar ve üniversitenin neoliberal dönüşümüyle doğrudan ilgilidir. 80’lerin başında YÖK’ün kurulmasıyla birlikte adım adım piyasalaşan üniversiteler piyasanın ihtiyaçlarına hizmet eden kurumlar haline gelirken, geçmişte ülkenin aydınlık geleceği olarak görülen üniversite öğrencileri, artık üzerinden para kazanılacak müşteriler (yolunacak kaz) olarak görülmeye başlandı.  

1980’li yıllara kadar Anadolu şehirlerinde istihdamın, kentin ekonomik gelişmesinin dinamosu olan KİT’lerin “özelleştirme adı altında” kapısına kilit vurulunca; sadece KİT’lerde çalışanlar işsiz kalmadı; pamuk, tütün, şeker pancarı vs üretimi ile hayvancılık da çöktü. İşsiz kalanların bir kısmı göç ettikleri büyük sanayi kentlerinin ucuz iş gücünü oluşturdu. Siyasi iktidarların, geride kalanlar üzerinden “siyasi rant” sağlama aracı olarak önce ilçeler vilayet (il) yapıldı; daha sonra da her ile üniversite, her ilçeye fakülte ya da yüksekokul açma furyası başladı.

AKP de “her il ve ilçeye üniversite” furyasına “tam gaz” katıldı ve 19 yıllık iktidarında mevcut üniversite sayısını yüzde 173 artırdı. AKP döneminde 76 olan üniversite sayısı 207’ye yükseldi. Son 19 yılda 63 ilde hiçbir akademik yeterlilik aranmadan açılan 131 üniversite sayesinde bugün 81 il içinde üniversitesi olmayan kalmamış durumda. Birçoğunda ikinci, üçüncü üniversiteler açılıyor. Erdoğan’ın twitter hesabından paylaştığı KYK (Kredi ve Yurtlar Kurumu) verilerine bakılırsa KYK yurdu bulunan en az 241 ilçede de üniversite, fakülte ya da yüksekokul bulunuyor.

Yine Erdoğan’ın paylaşımına göre KYK yurtları örgün eğitim öğrencilerinin (açık öğretim öğrencileri hariç) sadece yüzde 18.5’ine barınma olanağı sağlarken milyonlarca öğrenci, kendilerini geçim kapısı olarak gören ev ve özel yurt sahiplerinin insafına bırakıldı.

Bugün öğrencilerin yaşadığı barınma sorunu, büyük ölçüde üretimi esas alan ekonomik olanaklardan yoksun bırakılan şehir ve kasabalarda öğrencileri “geçim kapısı” haline getiren politikaların sonucudur. Dolayısıyla öğrencilerin barınma sorunu; fabrikaları/ tarımsal faaliyetleri ortadan kaldıran neoliberal politikalar ve üniversitede yaşanan dönüşümle birlikte ele alınmalıdır. 



17 Eylül 2021 Cuma

Sarayda İşçi Buluşması(!)


18 Eylül 2021 

Erdoğan oldukça uzun bir aradan sonra işçilerle bir araya gelmiş; hem de -sanırım ilk kez- sarayın bahçesinde... “İşçi Buluşması” olarak adlandırılan programa -Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in söylediğine göre- Türk İş’in farklı iş kollarındaki sendikalarına üye bine yakın işçi katılmış. 

Erdoğan “tek adam” olduğunu anayasa değişikliğiyle tescil ettirdiğinden bu yana patronlar, dinciler, milliyetçiler ve her daim şakşakçısı olanlar dışında, kimseyi pek muhatap almıyordu. Bu kesimlerle yaptığı görüşmelerde de hedefinde demokrasi ve hak, hukuk arayışındakiler oluyordu genellikle. Hak arayışındaki işçilerin, emekçilerin bu rejimle muhataplığı ise kolluk güçlerinin şiddet ile yargı makamından gördükleri adaletsizlikten ibaretti... Ne olmuştu da şimdi emekçileri sarayına davet etmiş, yaptığı konuşmada “işçilikten geldiğini ‘bile’ anımsayarak”, emekçilerin haklarına dem vurma ihtiyacı duymuştu?   

Zatıalilerinin yaptığı konuşmanın içeriği görmezden gelinse, onun ihtişamlı saray yaşamından bir an uzaklaşıp, halkın yaşadığı gerçeklerin farkına vardığını düşünebilirdik. Ama konuşma gerçeklerden öylesine uzaktı ki; seçilerek getirildikleri ve ağızlarını açmamaları için tembihlendikleri anlaşılan onca işçinin gözünün içine bakarak işçi ve emekli ücretlerine ilişkin rakamları öylesine çarpıttı ki, “Böylesine gerçeklerden uzak bir konuşmayı “toplumdan tamamen kopmuş, sarayın yarattığı masal dünyasına kapılmış bir feodal çağ muktediri” ya da “kasaba kurnazı bir politikacı” yapabilir ancak!” diye düşündürttü, tembihsiz olanlara.


19 yıldır küresel ve yerel dengeleri koruyarak tek başına iktidarda kalabilmiş ve kendisini “tek adam” yapan rejim değişikliğini gerçekleştirmiş olan Erdoğan’ı -bugün için en azından-  ne masal dünyasına kapılmış bir muktedir ne de kasaba kurnazı bir politikacı olarak tanımlamak mümkün değildir. 

Bu durumda geriye yalnızca “ideolojik meşruiyetiyle beraber toplumsal desteğini de kaybetmenin telaşıyla gerçekleri çarpıtmaktan medet uman bir otokrat olduğu” seçeneği kalıyor! 

Peki, gerçekleri ters yüz ederek, saraya davet edilen bin kadar işçinin ikna edildiğini düşünsek bile bu durum, iktidarı ve iktidarın nimetlerini korumak için yeterli olur muydu? Hiç sanmıyorum. Ama şunu iyi biliyorum: Sadece Türkiye’de değil birçok ülkede sendikalar “sağ siyaseti meşrulaştırma aracı” olarak kullanılmaktadır. En tanıdık örneği Türk İş'tir ve kurulduğundan bu yana -kimi istisnai dönemler dışında- işçi sınıfının mücadele aracı olmaktan çok sermayeyi temsil eden siyasetin ideolojik aygıtı olarak kendisini kullandırmaktadır.

Beştepe’deki sarayın bahçesinde gerçekleşen ve işçilerin “konu mankeni” olarak kullanıldığı işçi buluşması(!) ideolojik meşruiyetini ve toplumsal desteğini kaybeden Erdoğan’ın Türk İş’in bu tarihsel işlevinden faydalanma çabasından başka bir şey değildir. Bakalım Türk İş’in koltuk değnekliği ile Erdoğan’ın gerçekleri alt üst ederek yaratmaya çalıştığı algı operasyonu işe yarayacak ve emekçiler yaşadıkları gerçekleri -işsizliği, yoksulluğu, sefaleti unutup- saray rejimine destek verecek mi?  



 

12 Eylül 2021 Pazar

Pandemi, eğitim ve Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası


11 Eylül 2021

Pandeminin başından bu yana AKP hükümeti, turizm işletmeleri, özel eğitim kurumları, ulaşım şirketleri, fabrika patronları, AVM sahiplerinin, kısacası sermayenin çıkarları ile kendi iktidarlarının bekâsını esas aldı. Bu bağlamda “kısıtlamalar, normalleşmeler, teşvikler-yardımlar, aşılama, verilerin paylaşımı gibi pandemi koşullarında yaşamsal olan konularda toplumun sağlığı, ekonomik ve sosyal gereksinmeler” göz ardı edildi. 

Hükümetin pandemi politikalarının sonucu olarak Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 6 milyonu aşkın kişiye Covid-19  bulaştı, 53 bin kişi yaşamını yitirdi. Halen günde 250-300 kişi pandemi nedeniyle yaşamını yitiriyor. Doğrudan ya da dolaylı olarak pandemi nedeniyle yaşamını yitiren ama kayıtlara girmeyenlerin ise sayısını bilemiyoruz. 

Pandemi döneminde on binlerce işyeri kapandı. DİSK-AR’ın hesaplamalarına göre bu dönemde tam zamanlı istihdam kaybı 3.6 milyon oldu. Devlet, işyeri kapananlara, işini kaybedenlere en temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bile destek sağlamadı, kaderlerine terk etti. Dahası patronlar, AKP hükümetinin himayesinde, emekçiler üzerinde tahakkümü daha da arttıracak (evden çalışma, izole üretim üsleri, Mess-Safe vb) uygulamalara gitti. Hakkını arayan emekçiler ise Kod-29 gibi “ahlak dışı” yollarla işsiz bırakılıp yıldırılmaya çalışıldı.

İşte, 6 Eylül’de “yüz yüze eğitim”e başlama kararını yukarıdaki (kirli) sicile sahip olan bu siyasi irade verdi. Milyonlarca öğrenci, yüz binlerce eğitim emekçisi bu iradenin verdiği kararla okulları, sınıfları doldurdu. Anımsanacağı gibi bundan önce yüz yüze eğitim kararının verildiği 1 Mart 2021 sonrasında onlarca eğitim emekçisi yaşamını yitirmişti. Bugün farklı olarak aşılama yapılmaya başladı ama virüsün yeni mutasyonlarının yayılmaya başlaması, aşılamanın yetersizliği ve aşı karşıtlığı gibi meselelerin çözülememiş olması, yüz yüze eğitimi öğrenci ve eğitimciler için “yaşamsal bir tehdit” olmaktan çıkartmış değil.  


Sermayenin son yıllarda kârlı yatırım olarak gördüğü milyarlarca liranın döndüğü özel eğitim kurumlarında öğretmenler, pandeminin neden olduğu sorunların dışında güvencesiz, son derece düşük (genellikle asgari ücretin bile altında) ücretlerle eğitim hizmeti vermek zorunda bırakılıyor. Bu “vahşi” çalışma koşullarına karşı öğretmenleri hak aramaktan yoksun bırakan en önemli etken ise örgütsüz olmaları. 

Kamu emekçileri içinde eğitim emekçileri en örgütlü kesimken, özel eğitim kurumlarında durum tam tersi. Bugüne kadar özel eğitim kurumu emekçilerinin yasal olarak örgütlenebileceği sendikalarda bir takım örgütlenme deneyimleri yaşandı. Kamuda örgütlü eğitim sendikalarıyla da dayanışma girişimleri oldu. Ama bunlar, yeterli olamadığı için özel okul öğretmenleri kendi sendikalarını kurma çabası içine girdiler ve Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nı kurdular. Yolları açık olsun! 

Eğitim hizmetlerinin ve dolayısıyla eğitim emekçilerinin yoğunluğunun giderek arttığı özel okullarda örgütlenmenin önemi önümüzdeki süreçte daha da artacaktır şüphesiz. Ancak her alanda olduğu gibi eğitimde de kamu-özel ayrımının, emekçiler için suni olduğu, yasal sınırlılıkların fiilen aşılıp mücadelenin ortaklaşması gerektiği unutulmamalıdır!

Siyasi iktidarın pandemi sürecinde bile sadece sermayeye kâr alanı olarak değerlendirdiği eğitimin her biriminde örgütlenmek, birlikte mücadele etmek eğitim emekçileri için de öğrenciler ve veliler için de yaşamsal önemdedir. Bu mücadele sürecinde Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın üzerine düşen rolü/sorumluluğu gerektiği gibi yerine getirmesini diliyorum!