25 Şubat 2016 Perşembe

Esneklik arttıkça güvence azalır, güvence arttıkça esneklik azalır

EVRENSEL (ÖZEL EK) 
24/02/2016
Savaşın, şiddetin ağırlığının toplumsal travmaya dönüştüğü bir dönemdeyiz. Her aldığımız şiddet haberinde insanlığımızı, vicdanımızı bir kez daha sorgulamak zorunda kalıyor; insanlığın yüzyıllar süren mücadelesiyle edinilmiş olan en temel hakların dahi nasıl ayaklar altında çiğnendiğine veya buna seyirci kalındığına tanıklık ediyoruz. Bir taraftan bombalamalar, çatışmalar, katliamlar vaka-i adiye haline getirilmeye çalışılırken; diğer taraftan akan kanın durması için barış çağrısında bulunanlar vatan haini ilan ediliyor, linç edilmelerine ortam hazırlanıyor.
Kapitalizmde her zaman insanlık için yıkım getiren savaş, afet, ekonomik kriz gibi toplumda direncin kırıldığı dönemler sermayeye yeni birikim olanakları yaratmanın fırsatı olarak değerlendirilmiştir. Bugün de karşı karşıya olduğumuz savaş ve yıkım koşulları gerek küresel güçlerin, gerekse Türkiye gibi bölgesel güçlerin sermayeleri için yeni birikim olanakları yaratmanın fırsatı olarak görülmektedir. İşte, AKP Hükümeti tarafından daha önce de birçok kez gündeme getirilen Kamu Personel Reformu, kıdem tazminatı ve özel istihdam bürolarına ilişkin düzenlemeleri, toplumun, bir şiddet sarmalı içinde travma yaşadığı bir dönemde yeniden getirilmesi bu fırsatçılığın tipik bir örneğidir.
AMAÇ PATRONUN MUTLAK TAHAKKÜMÜ
AKP’nin savaş ve şiddet ortamını fırsat bilerek getirdiği emekçilerin kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik bu üç düzenleme farklı çalışan kesimleri kapsıyor gibi gözükse de amacı da emekçiler açısından ortaya çıkartacağı sonuçlar da ortaktır. Amaç, emek piyasasındaki katılıkları ortadan kaldırıp, tamamen esnekleştirmektir. Esnekliğin çalışma yaşamındaki anlamı, patronun üretim sürecinde işçinin emeği üzerinde mutlak tahakküm kurabilmesi; yani patronun işçiyi istediği zaman işten çıkartabilme, istediği süre, istediği ücretle çalıştırabilme “özgürlüğüne” sahip olmasıdır. Esnekliğin emekçiler için anlamı ise iş, ücret ve sosyal güvencenin kaybedilmesi yani çalışmanın ve yaşamanın tümüyle güvencesiz hale gelmesidir. Sermayenin emeği sınırsızca sömürme özgürlüğü anlamına da gelen esneklikle, emekçinin insanca çalışma ve yaşama koşulunun teminatı olan güvence birbirinin karşıtıdır. Esneklik arttıkça emekçinin güvencesi azalır; güvence arttıkça da esneklik azalır. Bu nedenle sermaye her zaman emek piyasasının daha fazla esnekleştirilmesini isterken, emekçiler ve sendikalar (sahip oldukları sınıf bilinci düzeyinde) esnekliğe karşı güvenceli iş ve yaşam için mücadele ederler.
19. yüzyılda sınıf mücadeleleriyle elde edilen haklar esnekliği ve emekçiler için güvencesizliği önemli ölçüde sınırlandırmıştır. Ancak1970’li yılların başında kapitalizmi krizden kurtarmak için küresel rekabet gerekçe gösterilerek üretim sürecinin ve emek süreçlerinin esnekliği tüm ülkelerin uyması gereken küresel bir kural haline getirilmiştir. Esnekliğin yeniden gündeme getirilmesinde işgücünü ucuzlatıp, emek verimliliğini arttırmanın yanı sıra sendikal örgütlülüğü kırmak da hedeflenmiştir. Dünya Bankası, IMF, AB gibi küresel kurumlar emek piyasalarında esnekliği içeren politikaları çeşitli biçimlerde (askeri darbeler, ekonomik ve siyasi krizler vb) dayatmışlardır. Türkiye’de de neoliberal yapısal uyum programlarının köşe taşı olan 24 Ocak 1980 kararları, 5 Nisan 1994 kararları ve 2001 yılında Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ekonomide köklü dönüşüme neden olan birçok uygulama gibi emek piyasalarının esnekleştirilmesini de hükümetlerin önüne ödev olarak koymuştur.
KAMU HİZMETİ ALAN YURTTAŞLAR DA ETKİLENECEK
2002 Kasım ayından bu yana iktidarda bulunan AKP, özellikle “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”na sadık kalarak, yapılması istenen diğer düzenlemelerle birlikte emek piyasalarını esnekleştirmeye yönelik düzenlemeleri de birer birer yaşama geçirmeyi “başarmıştır”. Ancak işçi sendikalarının “kırmızı çizgimiz” diyerek genel grev nedeni saydıkları kıdem tazminatı, 2010 yılında TEKEL direnişinin gerçekleştiği günlerde Cumhurbaşkanı Gül tarafından veto edilen Özel İstihdam Büroları ve 2000’li yılların başından bu yana gündemde olan ama büyük ölçüde KESK’in direnişiyle engellenen, Kamu Personel Reformu adıyla anılan düzenlemeler yaşama geçirilememiştir.
Kamu Personel Reformu adı altında getirilmek istenen düzenlemelerle Türkiye emek piyasasında iş güvencesi kısmen korunmuş olan kamu emekçilerinin de iş güvencesi ortadan kaldırılarak, kamuda çalışma düzeni tamamen esnekleştirilmek istemektedir. İş güvencelerinin ortadan kalkması sadece kamu hizmeti sunan kamu emekçilerini değil kamu hizmeti alan tüm yurttaşları etkileyecektir. Her şeyden önce iş güvencesi ortadan kalkan kamu emekçileri işlerini koruyabilmek için kamunun yani toplumun çıkarlarından önce patron haline gelecek siyasi iktidarın “memurları” olmak zorunda kalacaktır. Öte yandan güvencesiz hale gelen kamu emekçilerinin artan iş yükü ve çalışma koşullarının daha da kötüleşmesi verilen hizmetin niteliğini düşürecektir. Dolayısıyla kamu hizmeti alan tüm yurttaşlar, 657 sayılı DMK değiştirilerek kamu emekçisinin iş güvencesinin ortadan kalkmasından olumsuz yönde etkileyecektir. 
FON DAYATMASI VE ÖİB ESNEKLİĞİN PARÇASI
Kıdem tazminatı 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işçileri kapsayan bir uygulamadır. Kıdem tazminatında yapılması düşünülen değişiklikler, kıdem tazminatının fona devredilmesini ve sadece emeklilik ve ölüm halinde hak edilmesini içermektedir. Oysa Türkiye işçi sınıfının önemli bir kazanımı olan kıdem tazminatı, işçiler için iki yönden güvence sağlamaktadır. Her şeyden önce kıdem tazminatı nedeniyle işçiyi işten çıkartma maliyeti yükselen patron her istediğinde işçi çıkartma yoluna gidemediğinden bu işçinin iş güvencesini artırmaktadır. Öte yandan işsiz kalan işçi, kıdem tazminatıyla eline geçecek parayla, yeni iş ararken bir süreliğine de olsa yaşamını sürdürebilme güvencesi elde etmektedir. Hükümetin tasarladığı düzenleme uygulamaya geçerse patronlar işçiyi kıdem tazminatının maliyetine katlanmadan kolayca işten çıkartma “özgürlüğüne” (esnekliğine) kavuşacaklardır. İşten çıkartılan işçi ise işten çıktığında kıdem tazminatı yani yaşamını bir süreliğine idame ettirecek toplu bir para alamayacağı için çok düşük ücretle ve son derece kötü koşullarda çalışmayı kabullenmek zorunda kalacaktır.
Özel İstihdam Büroları (ÖİB) ya da bilinen yaygın adıyla kiralık işçi büroları da diğerleri gibi esnek çalışma düzeninin bir parçasıdır. ÖİB, işçilerin emek gücünü geçici işlerde pazarlayan bürolar olarak da tanımlanabilir. ÖİB sayesinde patronlar işçiyi sadece iş olduğunda istihdam etme olanağına kavuşacaklar; böylece işe alma, işten çıkartma maliyetlerini sıfırlamış olacaklardır. Özellikle beyaz yakalıların çalıştığı hizmet sektöründe kullanılacak ÖİB, 657 sayılı yasanın değiştirilip, esnek çalışmanın geçerli olmasıyla birlikte kamu işyerlerinde de yaygın bir uygulama haline gelecektir. ÖİB, emekçilerin düzenli bir işinin ve bir işyerinin olmaması; ücret, sosyal güvenlik başta olmak üzere bir emekçinin yaşamı için gerekli olan tüm güvencelerin muğlak hale gelmesi anlamına gelecektir. Öte yandan belirli bir işi ve işyeri olmayan emekçi mesleğinde ilerleme olanağı bulamayacağı gibi örgütlenebilmesi de mümkün olmayacaktır.
TOPYEKÜN MÜCADELE EDİLMELİ
Emek piyasası içerisindeki konumları farklı da olsa (hukuki statüleri [işçi-memur], eğitimleri, vasıfları, çalıştıkları işkolu vs) tüm emekçilerin durumu birbiriyle ilişkilidir. Emek piyasası içerisinde bir kesimin uğrayacağı kayıp kısa zamanda diğer emekçi kesimleri de etkileyecektir (tıpkı işçilerin güvencesiz çalışmasını yasalaştıran 4857 sayılı İş Kanunu’na benzer bir düzenlemeyle bugün kamu emekçilerinin karşı karşıya kalması gibi). Bugün emek piyasasının bütünüyle esnekleşmesini hedefleyen düzenlemeler yaşama geçirildiği taktirde Türkiye’de iş ve dolayısıyla yaşam güvencesine sahip tek bir emekçi kalmayacaktır.
Savaş ve şiddet ortamının yarattığı toplumsal travmaya rağmen getirilmek istenen bu düzenlemelere fırsat verilmemelidir. Yapılmak istenen düzenlemenin hangi emekçi kesimiyle ilişkili olduğuna bakılmaksızın esnekliğe, güvencesizliğe karşı topyekün bir mücadeleye (mücadeleden geri duran sendikalara da baskı yaparak) girişilmelidir. Emekçilerin güvencesizliğe karşı, insanca çalışacak ve yaşayacak koşullar için yürüteceği mücadele aynı zamanda giderek karanlığa gömülen ülkenin aydınlığa çıkmasına katkı sağlayacak bir demokratik hamle de olacaktır. Zira kendi emeği ve yaşamı için mücadele veremeyenlerin, yaşanılası bir ülke için insani değerlerin, doğanın korunması için bir mücadele vermesi de beklenemez!