31 Mart 2023 Cuma

Yeşil Sol Parti seçim bildirgesi üzerine…

1 Nisan 2023


Yeşil Sol Parti seçim bildirgesini açıkladı. Bildirgenin en dikkat çekici yönü kuşkusuz, -Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nda yer alan partilerin aksine- egemen sınıfın değil toplumun geniş kesimlerinin, emekçilerin, yoksulların, ötekileştirilenlerin çıkarlarını öncelemesiydi.


Ne HDP ne de HDP’nin kapatılma olasılığı nedeniyle HDP ile birlikte Emek ve Özgürlük İttifakı’nın diğer bileşenlerinin (-bu yazı kaleme alındığında kendi logosuyla seçime katılma kararını değiştirmemiş olan- TİP hariç ) seçimde çatısı altında toplanacakları Yeşil Sol Parti, “sosyalist programa sahip” partiler değildir. Dolayısıyla devrimci bir program ortaya koymaları elbette beklenemez. Ancak buna rağmen Yeşil Sol Parti’nin bildirgesinin Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda, mevcut toplumsal dinamiklerin ilerisinde bir yaklaşımı halka alternatif olarak sunduğu söylenebilir.


Her şeyden önce bu seçim bildirgesiyle Cumhuriyetin ikinci yüzyılında “Demokratik cumhuriyet için demokratik ulusun inşası” hedeflenmiştir. Bu hedef, “yüzyılın felaketi” olarak tanımlanan AKP iktidarına son vermenin ötesinde, yüzyıl önce Cumhuriyet’in kurucu iradesinin belirlediği müesses nizama topyekun bir karşı çıkışı ifade etmektedir.   


Cumhuriyet’in ilk yüz yılına damgasını vuran nizam, -1923 İzmir İktisat Kongresinde belirlendiği üzere- kapitalist sistem içinde konumlanan, Müslüman-Türk olmayanların dışlandığı bir anlayış çerçevesinde oluşmuştur. Bu bağlamda halkları ayrıştırarak, birbirine düşmanlaştırarak burjuvazinin çıkarları ve iktidarı elinde bulunduran devlet erkinin bekasını esas alan bir yaklaşım yüzyıldır Anadolu ve Mezopotamya toprakları üzerinde egemenliğini sürdürmektedir. 


Egemenlere karşı parlamento içinde ama daha çok dışında mücadeleler yürütülmüş, bu uğurda ağır bedeller ödenmiştir. Emek ve Özgürlük İttifakı içinde yer alan siyasi oluşumlar bu mücadelelerin içinden süzülerek, ödenen bedellerin birikimlerini taşıyarak bugünlere ulaşmıştır. Bu birikim, Yeşil Sol Parti’nin seçim bildirgesine de yansımış; bu bağlamda demokratik ulus hedefine ulaşmak için Kürt sorununun demokratik çözümü ve toplumsal barışın sağlanmasının yanı sıra emeğin sömürüsüne son verilmesi, ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, yoksulluk ve işsizlikle mücadele edilmesi, kadınları şiddetin ve sömürünün hedefi haline getiren, ekolojik yıkıma neden olan ve toplumu yoksullaştıran işgale ve savaşa dayalı politikaların engellenmesi gerektiği vurgulanmıştır. 


Tüm bunların gerçekleşebilmesinin yolu olarak toplumsal ilişkilerin belirlendiği üretim sürecine doğrudan müdahale öngörülmüş; esnek ve güvencesiz çalışma, iş cinayetleri, mevsimlik tarım işçileri, çocuk işçiler, emek piyasasında cinsiyet ayrımcılığı, yabancı göçmen işçilere yönelik ayrımcılık, emeklilerin hakları gibi temel sorunların çözümünün yanı sıra barınma, ulaşım, sağlık, eğitim gibi sosyal haklara ilişkin konularda somut öneriler ortaya konmuştur. Tarımın ve küçük üreticiliğin desteklenmesi de yine bu öneriler arasında yer almıştır.     


Siyasi partilerin toplumsal sorunlara dair tespitleri ve -seçim bildirgeleri, parti programları gibi dökümanlarda yer verilen- çözüm önerileri ne kadar isabetli olursa olsun bunların sadece parlamento içinde ve dışındaki çabalarla yaşama geçirilmesinin mümkün olmadığı pek çok kez deneyimlenerek görülmüştür. Toplumsal sorunların çözümü ancak toplumsal mücadelelerle mümkündür! Bu nedenle siyasi partilerin bir takım çözüm önerileri getirmenin yanı sıra bunların gerçekleşmesini sağlayacak mücadelelerin önünü de açması gerekir. (Örneğin Millet İttifakı’nın 30 Ocak’ta açıklanan Ortak Mutabakat Politikalar Metni’nin inandırıcılıktan uzak olmasına da neden olan en önemli eksiği budur. Bu, aynı zamanda Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı arasındaki en belirgin farkı da açığa çıkarmaktadır.) Emek ve Özgürlük İttifakı’nın her vesileyle belirttiği toplumsal mücadeleler ve bu kapsamda sınıf mücadelesinin önündeki engellerin kaldırılmasına ilişkin görüş, Yeşil Sol Parti’nin bildirgesine de yansımıştır. 


Bu bağlamda bildirgede “sendikal hak ve özgürlükler” başlığı altında, kamu çalışanları da dahil olmak üzere tüm emekçilerin grevli ve toplu sözleşmeli sendikal örgütlenme hakının güvence altına alınarak, lokavtın anayasal ve yasal bir düzenleme olmaktan çıkartılmasına ilişkin yaklaşım, sadece çalışma yaşamı ve sosyal hakların yaşama geçirilmesi için değil demokratik ulusun inşası için de son derece önemlidir.


Sözün özü: Yeşil Sol Parti seçim bildirgesiyle, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın sadece seçimlerde değil -seçim sonucu ne olursa olsun- daha sonrasında da tüm toplumsal güçlerle birlikte “demokratik ulusu hedefleyen” bir mücadele ittifakı oluşturma niyeti beyan edilmiştir. 14 Mayısta parlamentoda güçlü bir temsiliyet sağlanması bu niyeti yaşama geçirmenin ilk adımı olacaktır.    



24 Mart 2023 Cuma

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın sorumluluğu…

                                 25 Mart 2023

Emek ve Özgürlük İttifakı, Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayarak Türkiye’de siyasal rejimin geleceğini belirleyen tarihi bir karar almış oldu. Bu karar sayesinde, muhtemeldir ki, 14 Mayıs seçimlerinde dünya ve Türkiye halklarının yüzyıllar süren mücadelelerle elde etmiş olduğu “en temel insan haklarını” dahi yok sayan otokratik bir rejimin sonu getirilmiş olacaktır. Ancak ötekileştirilen, sömürülen, ezilen, enkaz altında bırakılan halkların Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan beklediği tarihi rol/görev bununla sınırlı değildir.

Zira AKP otoriterizminin yerini alması beklenen Millet İttifakı’nın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”iyle birlikte; Türkiye’nin otokratik rejimin temellerinin atılmasına vesile olan 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki “eski Türkiye”ye dönmesi amaçlanmaktadır. Devlet aygıtının çürümüşlüğü ve ekonomik çöküşte AKP’nin “yeni Türkiye” sloganıyla dayattığı rejimin önemli payı olduğu yadsınamaz elbette. Ancak bu çürüme ve çöküşün miladını 5-6 yıl önce inşa edilen rejim olarak kabul etmek büyük bir yanılgı olur. Ülkenin içinde bulunduğu sorunların teşhisindeki yanılgı, yani mevcut durumun müsebbibinin yanlış tarif edilmesi ise sorunların çözüme ulaşmasını imkansız hale getirir.

Bunu vurgulamamın nedeni şudur: 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin en güçlü adayı olan Millet İttifakı; ekonomik kriz, depremin felakete dönüşmesi vb ile açığa çıkan çöküşün ve çürümenin yegane sorumlusunu AKP’nin son yıllarda ülkeyi yanlış politikalarla yönetmesi olarak değerlendirmekte ve öncesini “ak”lama eğilimindedir. “Ak”lanmak istenen dönemde AKP hükümetlerinin tepe yönetimlerinde bulunan Davutoğlu, Babacan gibi isimlerin İttifak içinde olmasının bunda önemli etkisi olduğu muhakkaktır. Ancak İYİP ve CHP’nin savunduğu politikalar da farklı değildir ve bu yaklaşım, 30 Ocak’ta açıklanan Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ne de yansımıştır. Mutabakat Metni’nde demokrasiye, özgürlüklere ilişkin genel geçer birçok söze karşılık bu sözleri somut hale getirecek kimi meselelere, örneğin Kürt sorununun çözümüne, Alevilerin haklarına, İstanbul Sözleşmesi’ne değinmekten kaçınılmıştır. Öte yandan güvencesiz ve esnek çalışmayı ortadan kaldırmak; iş cinayetlerini önleyecek politikalar bir tarafa tüm bunların nedeni olan büyüme hızının artması, Türkiye’nin yabancı sermaye yatırımları için cazip hale getirilmesi gibi hedefler belirlenmiş; sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin ise dişe dokunur hemen hiçbir söz edilmemiştir.

Kısacası Türkiye, AKP’nin otokratik “yeni Türkiye”si ile Millet İttifakı’nın parlamentarizmini yeniden canlandırmaya çalışacağı “eski Türkiye” arasında bir yol ayrımındadır. Ancak her iki yol da halkların umudu olan refahı, demokrasiyi, özgürlükleri, toplumsal barışı sağlamak için yeterli değildir. İşte tam da bu noktada Emek ve Özgürlük İttifakı, halkın beklentilerini karşılamak üzere sorumluluk üstlenmek zorundadır. Bunu layikiyle yerine getirebilmesi için ise parlamento temsiliyetinin güçlü olması gerekir. Dolayısıyla İttifak bileşenleri, seçim stratejilerini belirlerken bu tarihi sorumluluğun bilinciyle hareket etmek durumundadır.


17 Mart 2023 Cuma

14 Mayıs’ta Dehak’ların karşısında Kawa’lar olacak!


Deprem, sel, enflasyon, yoksulluk, işsizlik ve benzeri sorunlar bir yana tarihi resmen ilan edilen seçimler ülkenin gündemine tüm ağırlığıyla oturdu. Bunca sorun varken seçimlerin gündemin önüne geçmesi yadırganabilir belki ama halkın karşı karşıya bırakıldığı tüm bu yakıcı sorunlarda ülke yönetiminin önemli payı olduğu aşikardır ve sorunların çözümü için -tek başına yeterli değil ama- yönetim biçimi yani rejim ve siyasi iktidar ivedilikle değişmelidir. Seçimler nedeniyle halkın karşı karşıya olduğu sorunların gündemden düşmesi gerekmez zaten; aksine, seçimleri mevcut iktidarın halk tarafından değerlendirilmesi ve iktidara aday olanların çözüm politikalarının sınanması olarak görmek gerekir.

Cumhur İttifakı’nın iktidarı bırakmamak için Hizbullah’ın Türkiye kolu olan ve geçmişte pek çok katliam gerçekleştiren Hüda Par’la ve İslam’ın en ilkel yorumunu siyasete taşıyarak temel insan haklarını (özellikle kadınlar için) ortadan kaldırmayı savunan Yeniden Refah Partisi’yle seçim işbirliği içine girmesi, 14 Mayıs seçimlerinin önemini daha da arttırmıştır. Bu seçimde, geçmişin sınanması ve siyasi iktidarın değişmesinin ötesinde, halkın ilkçağ karanlığına mahkum edilmeye rıza gösterip göstermeyeceği de oylanacaktır.

Seçimlerin böylesine yaşamsal öneme sahip olması, farklı ideolojilere sahip partilerin asgari müşterekte bir araya gelerek ittifaklar oluşturmasını ya da seçimlerde işbirliği içine girmesini de zorunlu hale getirmiştir; özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı, hemen hiçbir konuda benzer düşünmezken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirmek konusunda ortaklaşmaktadır. AKP’nin inşa ettiği bu otokratik rejim değişmeden parlamento seçimlerinin de pek bir önemi kalmamaktadır çünkü. Geçtiğimiz yasama döneminde bu, ziyadesiyle tecrübe edilmiştir.

Emek ve Özgürlük İttifakı, kendi adayıyla cumhurbaşkanlığını kazanma olasılığı olmadığı için Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek parlamento seçimlerinin de anlamlı hale gelmesini sağlayabilir. Yani Kılıçdaroğlu’nu desteklemek, Millet İttifakı’nın programını desteklemek anlamına gelmez; sadece parlamento çalışmalarının daha anlamlı hale gelmesini sağlayacak bir asgari müşterekte buluşulmuş olur. Ama Millet İttifakı içindeki Kürtleri ötekileştiren anlayış, Kılıçdaroğlu tarafından da benimsenirse bu durum, muhalefette bulunan iki ittifak arasındaki asgari müştereği de anlamsız hale getirir tabiatıyla.

Rejimi değiştirme perspektifinin ötesinde önemli olan, elbette seçime giren ittifakların nasıl bir Türkiye tasavvur ettikleri ve bunu gerçekleştirmek için nasıl bir program ortaya koyduklarıdır. Millet İttifakı’nın gelecek tasavvuru, Cumhur İttifakı’nın ülkeyi İslamofaşizmin karanlığına gömme yönelimi karşısında Türkiye’yi -AKP’nin son 6-7 yılda bozduğu- fabrika ayarlarına geri döndürmekten ibarettir.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturan partilerin tahayyülü ise yüz yıllık cumhuriyetin müesses nizamının ötesine geçerek özgür ve demokratik bir toplum inşa etmektir. İttifak, bunu topluma iyi anlatabildiği taktirde parlamentoda güçlü bir temsiliyet elde edebilir ve demokratik dönüşümde söz sahibi olabilir. İttifak bileşenlerinin 16 Mart toplantısında sağladığı uzlaşma bu bakımdan umut vericidir.

Türkiye’de seçimler hiçbir zaman adaletli ve eşit koşullarda olmamıştır. Ancak 14 Mayıs seçimleri bugüne kadar yapılan seçimlerin en adaletsizi, en eşitsizi olacaktır. AKP ve MHP grubunun Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen Cumhur İttifakı’nın adayı olarak Erdoğan’ı belirlemesini bir tarafa bırakalım; depremzedelerden, selzedelerden ve halkın tümünden esirgenen devletin olanakları (hazine, ordu, yargı, emniyet, TRT vs) Cumhur İttifakı’nın seçim çalışmaları için kullanılacaktır. Öte yandan sermayenin önemli bir kesimi ile Rusya, İran, NATO, ABD, Arap ülkeleri, tarikatlar, muhtelif mafya örgütlenmeleri vs. Cumhur İttifakı’nı desteklemektedir. Cumhur İttifakı’nın elinde olmayan tek şey “halkın desteği”dir. Halkın çok büyük bir kısmı AKP’den ve onun inşa ettiği otokratik rejimden illallah etmiştir. Dolayısıyla 14 Mayıs’ta seçim sandığında karşı karşıya gelecek olanlar, Cumhur İttifakı’nı destekleyen güçlerle Türkiye halkları olacaktır.

Peki Cumhur İttifakı halka rağmen iktidar olabilir mi? Demokrasinin asgari düzeyde de olsa işlediği koşullarda bile, bu mümkün olamaz elbette. Cumhur İttifakı halka rağmen iktidara gelmesi halinde bunu korumak için daha da otoriterleşecek ve halklar arasında kutuplaşmayı derinleştirecektir.

Cumhur İttifakı’nın halka rağmen seçimi kazanmasının yegane koşulu -seçim hileleri dışında- muhalefetin kendi içinde ayrışmasıdır. Bu nedenle Cumhur İttifakı’nın seçime kadarki sürede halklar arasında kutuplaşmayı derinleştirerek ittifakları dağıtmak için akla hayale gelmeyecek yollara tevessül etmesi sürpriz olmaz. Halkları birbirine düşürmenin, bölmenin panzehiri ise “toplumsal barış”tır.

14 Mayıs seçimlerini Dehak’lara karşı Demirci Kawa’ların mücadelesi olarak görmek gerekir. Newroz’da harlanacak olan, Dehak’ın zulmünden kurtulmak, özgür ve demokratik bir geleceği kurmak için karanlıkların panzehiri olan “toplumsal barış”ın ateşi olacaktır!

Newroz pîroz be! Newroz tüm halklara kutlu olsun!


10 Mart 2023 Cuma

Değişimin öznesi Emek ve Özgürlük İttifakı’dır!

                                11 Mart 2023

Kılıçdaroğlu, uzun tartışmalar sonrasında nihayet Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklandı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığının toplumun farklı kesimlerinden kabul gördüğü anlaşılıyor. Bu kabulün ortak paydasının 21 yıllık AKP ve Erdoğan karşıtlığı olduğu söylenebilir. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında fiilen uygulanan ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle kalıcı hale gelen otoriter rejimin bu karşıtlıkta önemli payı olduğu muhakkak. Ancak AKP ve Erdoğan karşıtlığının sadece otoriter rejime karşı demokrasi özlemiyle oluştuğunu iddia etmek yanlış olur; AKP’nin üzerinde mutlak egemenlik kurduğu devletin çürümüşlüğünün de bu karşıtlıkta etkisi olduğu yadsınamaz. Zira halk bu çürümenin bedelini, ekonominin çöküşe sürüklenmesiyle yoksullaşarak, işsiz kalarak; pandemiyi sermaye için fırsata çeviren politikalar nedeniyle yüz bini aşkın canını kaybederek; İstanbul Sözleşmesi’nin keyfi ve hukuksuz biçimde iptal edilmesinin ardından beş yüzü aşkın kadının erkekler tarafından katledilmesiyle azalarak ve nihayet depremde yüz bine yakın canın enkaz altında yardım çığlıkları atarak yaşamını yitirmesi ve milyonlarca depremzedenin çaresizliğe terk edilmesiyle ödedi. Çürümenin ödettiği bedeller ağırlaştıkça sadece AKP ve Erdoğan değil, bütünüyle “devlet” sorgulanmaya başladı; daha önemlisi, Kürt halkının yakından bildiği “devlete yabancılaşma” duygusu Cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez toplumun geneli tarafında hissedildi.

Bu süreçte devletin kurucu partisi olan ve her koşulda devletin yanında saf tutan CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu daha önce hiçbir CHP başkanının yapmadığı bir şeyi yaptı: Bir yandan -doğrudan devleti değil ama- devletin kurumlarını açık biçimde sorgularken diğer yandan bürokrasiye hitaben “Bu suçlara ortak olmayın!” çağrısında buldu. Tüm bunları toplumun temel sorunlarıyla da ilişkilendirdi. Örneğin et ve süt fiyatlarındaki artış üzerine beslenme hakkı için Et ve Balık Kurumu’nun önüne giderken, KPSS sınavını dereceyle kazanıp, hakkı yenerek işe alınmayanlar için Milli Eğitim Bakanlığı’nın önüne gitti; ekonomide krizi derinleştiren kararları protesto etmek için Merkez Bankası’na, açıkladığı gerçek dışı enflasyon ve işsizlik rakamlarını eleştirmek için TÜİK’e gitti. Ayrıca SADAT’ın önüne giderek paralel ordu yapılanmasına dikkat çekti.

Kılıçdaroğlu’nun devletteki çürümüşlük üzerinden yürüttüğü muhalefet, özellikle devletin halkla bağlarının tamamen koptuğunun tüm açıklığıyla görünür olduğu deprem sonrasında, -CHP ve Kılıçdaroğlu’nu geçmişteki politikaları nedeniyle eleştirenler de dahil- toplumda geniş destek buldu. 3 Mart toplantısının ardından Millet İttifakı masasından kalkan Akşener’i yeniden masaya dönmek zorunda bırakan da toplumun Kılıçdaroğlu’na verdiği bu destek oldu.

Bugünkü “parti devleti” yapılanmasıyla uzlaşmayacağını beyan eden ve toplumdan destek alan bir cumhurbaşkanı adayı ile gidilen bir seçim; haliyle bu devlet yapılanmasından nemalanan üniformalı ve üniformasız bürokrasiyi, yandaş sermayeyi, cemaat ve benzeri kesimler ile devletin derinlerindeki unsurları tedirgin etmiştir. Akşener’in 3-6 Mart arasında partisindeki “Ülkücü abiler”in etkisiyle olduğu anlaşılan tutarsız tavırları; Bursa’da Amedspor’a yapılan organize saldırı ve bu saldırı sırasında tribünlerden verilmek istenen mesaj, giderek artan devletin dönüşme olasılığı karşısındaki tedirginliğin/korkunun ifadesidir. Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında Amed’i tanımayan, Bursa’da sahayı savaş alanına çevirenleri kutlayan ve halka tehditler savuran konuşmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Bir tarafta bunlar yaşanırken diğer tarafta Kılıçdaroğlu’nun parti grubuna veda konuşmasında  Şenyaşar ailesini anması, ama aynı zamanda Akşener’in Ülkücü damarından da söz etmesi; Akşener’in Fatih Altaylı’nın programında HDP’yi ötekileştiren açıklamaları; Demirtaş’ın Akşener’e açık mektubuna karşılık İYİP’ten gelen ve yine Kürtleri ötekileştiren “milletin çizgisi” yanıtı; AYM’nin HDP’nin hazine yardımı üzerine konulan blokeyi kaldırması ve 14 Mart’ta yapması gereken sözlü savunma tarihini ertelemesi vb. Kürt halkının ve HDP’nin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı’nın değişim sürecinin gizlenmeye çalışılan öznesi olduğunu göstermektedir.

Seçimler yapılsın yapılmasın (seçim sonuçlanana kadar kaybedeceklerin seçimi engelleme ihtimali vardır); yapılırsa, sonucu ne olursa olsun, Türkiye geri dönülmez bir kavşaktadır. Bu kavşakta ya demokrasinin, özgürlüklerin önünü açacak; beraberinde refahın ve huzurun tesis edildiği bir yola girilecek ya da faşizmin karanlığına teslim olunacaktır.

Sözün özü: Türkiye büyük bir değişimin arifesindedir. Bu süreçte saflar artık netleşmiştir. Bir tarafta -ister Cumhur İttifakı ister Millet İttifakı içinden olsun- halkları ötekileştirerek Türkiye’yi faşizmin karanlığına itmek isteyenler diğer tarafta ise aydınlık bir gelecek umuduyla kadınların, gençlerin, emekçilerin, sosyalistlerin, Kürtlerin, Alevilerin ve diğer farklı inanç ve kimlikten halkların buluştuğu Emek ve Özgürlük İttifakı vardır!


3 Mart 2023 Cuma

Yaklaşan seçimler ve Emek ve Özgürlük İttifakı

                                  4 Mart 2023


Deprem öncesinde Erdoğan, seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağını duyurmuştu. Deprem sonrasında Arınç ve AKP çevresinden diğer kimi isimler seçimin ertelenmesini gündeme getirmiş; Erdoğan da depremin ilk günlerinde yaptığı konuşmalarda depremin tahribatını ortadan kaldırmak için bir yıl süre istediğini dile getirerek, seçimin ertelenmesinden yana olduğu sinyalini vermişti. Ancak muhalefetin seçim ertelemesinin anayasaya aykırı olduğu ve buna müsade etmeyecekleri konusundaki tavrı mı etkili oldu yoksa ertelemeyi meşrulaştırmak için kararın YSK tarafından açıklanması gibi “kurnazca” bir senaryo mu oynanmakta, bilemiyorum ama Erdoğan seçim için yine 14 Mayıs’ı işaret etti. 


Demokratik toplumlarda halk seçimlerde sandık başına giderek mevcut iktidarın icraatlarını değerlendirir; beğenmiyorsa değiştirir beğeniyorsa iktidarın devamına onay verir. Anayasasında “demokratik, hukuk devleti” olduğu belirtilen Türkiye’de de -teorik olarak- seçimlerden beklenen budur. Ancak darbe dönemlerinde hazırlanan seçim yasalarıyla ve AKP’nin kalıcılaştırdığı otokratik rejim sayesinde seçimlerin yerine getirmesi gereken işlev, büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. 


Eğer 14 Mayıs’ta seçimler, “demokratik, hukuk devleti”nin gerektirdiği koşullarda yapılırsa AKP iktidarı, 2018 seçimlerinden bu yana geçen beş yıldaki icraatlarıyla değerlendirilecektir. Geçtiğimiz beş yılda ilk akla gelenler; ekonomik kriz, pandemi ve elbette Maraş depremleridir. Bunlar dışında iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, belediyelere atanan kayyumlar, sınırötesi operasyonlar, orman yangınları, seller vb pek çok konu da sandık başında değerlendirilmeyi hak etmektedir. Beş yıl gibi bir zaman diliminde böylesine felaketi, rezaleti halka yaşatmış bir iktidarın demokratik bir seçimde sandıktan çıkma olasılığının “sıfır” olması gerekir. Sadece demokratik bir seçimde değil; otokratik bir düzende bile -özellikle depremin ortaya çıkardığı çürümüşlükle- toplumsal meşruiyetini önemli ölçüde kaybetmiş bir iktidarın tüm antidemokratik müdahalelere rağmen seçim kazanması zordur.


AKP’nin seçimi kazanmasının tek yolu, karşısındaki rakiplerin -yani muhalefetin- iktidar perspektifinden uzak olmasıdır. Aslına bakarsanız, AKP’nin ilk kez iktidara geldiği Kasım 2002 seçimlerinden bu yana altı kez kurulan genel seçim sandığında üstünlük sağlamasının nedeni, karşısında toplumun ihtiyaçlarına yanıt verecek, ideolojik tutarlılığa sahip bir alternatifin bulunmamasıdır. Altı parti, muhalefetin bu makus talihini kırmak ve AKP karşısında bir iktidar alternatifi olabilmek için Millet İttifakı çatısı altında bir araya gelmiştir. 


Altı parti Millet İttifakı çatısı altında bir araya gelmesine gelmiştir de iktidar perspektifine sahip olabilmiş midir? 


Şunu hemen söyleyelim: 2018 seçimlerinden bu yana halkın maruz kaldığı felaket ve rezaletlere karşı Millet İttifakı, sorunları çözecek bir alternatif ortaya koyamamıştır. Örneğin ekonomik krizi aşmak için AKP’nin uygulamaya çalıştığı -aslında krizin de nedeni olan- neoliberal politikaları daha iyi uygulamak dışında bir önerileri yoktur. Öte yandan depremlerin afete dönüşmesini engellemek üzere barınma hakkını esas alan kamucu bir anlayışı savunmaktan halen uzaktırlar. İş cinayetleri, kadın cinayetleri, sınır ötesi operasyonlar (ve Kürt sorunu) üzerine toplumu ikna edecek bir politika üret(e)memişlerdir. 


Millet İttifakı’nın en önemli iddiası, tek adam rejimini ortadan kaldırıp “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile millet iradesini egemen kılmaktır. Ancak daha masa oluşturulurken Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP ve ona oy verenler yok sayılmıştır. Millet İttifakı’nın yok saydığı sadece HDP seçmeni değildir. Cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde görüldüğü gibi, demokratik kitle örgütleri ve hatta İttifak’ı oluşturan partilerin üyeleri ve seçmenleri de yok sayılmış; adayın kim olacağı altı “tek adam”ın ve onların yakın çevrelerinin insiyatifine bırakılmıştır. İşte bunlar Millet İttifakı’nın iktidar perspektifine sahip olmadığını göstermektedir ve tüm rezilliklerine rağmen  AKP’ye seçimi kazanma şansı vermektedir.   


Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak kimi belirleyeceği ve seçim sürecini nasıl yöneteceği önemlidir elbette. Ama ondan daha önemlisi Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçimlerde ve sonrasında izleyeceği stratejidir. Zira seçimin sonucunu da Türkiye halklarının geleceğini de Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu belirleyecektir.