13 Şubat 2015 Cuma

HDP ve sınıf siyaseti üzerine…


ÖZGÜRCE
13/02/2015

HDP’nin demokratik siyasetin önündeki en önemli engellerden biri olan seçim barajını aşması Türkiye’de demokrasinin inşası için önemli bir adım olacaktır. Demokrasinin inşasında 91 yıl önce cumhuriyet kurulurken yaratılan ırk, mezhep ayrımcılığına dayanan ve etnik kimlikleri, inançları inkâr eden anlayışın ortadan kaldırılması son derece önemlidir. HDP’nin kuruluş amacı ve benimsediği ilkeler de zaten bu inkâr politikalarına karşı oluşturulmuştur. 7 Haziran seçimlerinde gerek adaylarıyla gerekse seçim bildirgesiyle HDP, ilkelerini güçlü biçimde anlatacak ve toplumun desteğini almaya çalışacaktır.
Demokrasinin inşası için etnik kimlik ve inançların inkârına karşı olmak kadar önemli bir başka konu da Türkiye’de sınıfsal farklılıkların olmadığı savıyla emekçi sınıfın inkâr edilmesidir. 91 yıllık cumhuriyet Kürtleri, Alevileri, Ermenileri nasıl asimile edip kimliklerini unutturmaya çalışmışsa daha cumhuriyetin ilk yıllarında “sınıfsız, zümresiz toplum” masallarıyla emekçi sınıfın varlığını ve bununla birlikte haklarını da inkâr etmiş, görmezden gelmiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda yükselen sınıf mücadeleleriyle birlikte sınıfsız toplumu dayatma politikası bir ölçüde aşılmıştır. Ancak 12 Eylül darbesiyle beraber -tıpkı Kürtler üzerinde yoğunlaşan baskılar gibi- işçi sınıfı üzerindeki baskılar yoğunlaşmış ve dünyada bu yöndeki eğilimlerin de güçlenmesiyle birlikte işçi sınıfının inkârı üzerine şiddeti de içeren sistemli bir politika izlenmiştir.
HDP’nin barajı aşması ve demokrasiyi inşa edecek bir iktidar alternatifi haline gelebilmesi için etnik kimlik ve inançlar kadar –“sınıfsız, zümresiz toplum” masalından “hepimiz aynı gemideyiz” masalına dönüşen- sınıf kimliğinin inkârına karşı da politikalarını daha net ifade etmesi gerekir. Zaten etnik kimlik ve inançların inkârını sınıfın inkârından ayrı düşünmek mümkün değildir. Etnik kökeni ve inancı nedeniyle ayrımcılığa uğrayanlar aynı zamanda sınıf içinde de en fazla ayrımcılığa uğrayan, ezilen, sömürülen kesimleri oluşturmaktadır. Bu nedenle inkârın her türü birlikte ele alınıp, bunlara karşı oluşturulacak politikaları ve yürütülecek mücadeleyi ortaklaştırmak elzemdir.
Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki sınıfın inkârı ve hakların gaspı, ulus devlet inşasının gereği olarak gerçekleştirilen etnik kimlik ve inanç inkârından farklı olarak, işçi sınıfının kapitalizme karşı tehdidini bertaraf etmeye yönelik evrensel bir meseledir. Dolayısıyla var olan sistem içinde işçi sınıfının tüm haklarının ve taleplerinin en azından kısa bir vadede yerine getirilmesi –hele ki Türkiye gibi 35 yıldır darbe rejiminin baskı altında tutularak emekçi düşmanı neoliberal politikaların köklü biçimde yerleştirildiği bir ülkede- mümkün değildir. Bu nedenle HDP’nin seçimlerde -SYRIZA gibi- bir zafer elde edip, güçlü bir hükümet kurması halinde bile kökleşmiş emekçi düşmanı neoliberal politikaları ve anti-demokratik yasal düzenlemeleri bir anda değiştirebilmesini beklemek gerçekçi olmaz. Bu bağlamda işsizliği ortadan kaldırmak, güvencesiz çalışma biçimlerine son vermek, sosyal güvenlik sistemini hak temeli üzerine oturtarak toplumun tümünü güvence altına almak; eğitimi, sağlığı, barınmayı, ulaşımı kamusal bir hak olarak sunmak gibi sosyal sorunların çözümü için geliştirilecek politikalar kısa vadede yaşama geçirilemez. Seçimlerde bunların kısa zamanda yerine getirileceğinin vaat edilmesi toplum tarafından da inandırıcı bulunmaz zaten.
Bu durumda işçi sınıfını inkârın son bulması; emekçilerin, yoksullaştırılmış halk kesimlerinin insanca çalışma ve yaşama koşullarına kavuşturulması için HDP’nin seçimlerde de daha sonrasında da örgütlenme özgürlüğünün ve sınıf mücadelesinin önündeki engelleri kaldırma iradesini öne çıkartan bir perspektifi ortaya koyması gerekir. Bu perspektif doğrultusunda HDP’nin emek örgütlerinin ülkenin ekonomik ve sosyal politikalarının belirlenmesinde doğrudan katılımını sağlayacak demokratik bir modeli geliştirerek “birlikte yönetmek” anlayışını ifade etmesi, emekçi kesimlere güven verecek önemli bir adım olacaktır.  
Sözün özü: HDP, etnik kimlik ve inançlarla birlikte işçi sınıfının inkârına karşı geliştireceği politikalarla seçim barajını aşıp bir iktidar alternatifi haline gelerek, demokratik Türkiye’nin inşasında önemli bir rol üstlenme fırsatına sahiptir. İşçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelenin önündeki engellerin kaldırılması, sınıfı inkâr eden anlayışa son vererek milyonlarca emekçinin hak ve taleplerini sağlamanın biricik koşuludur. Bunun için HDP’nin sınıf mücadelesinin önünü açacak bir perspektifi öne çıkartması ve bu konuda emekçilerin güvenini kazanması son derece önemlidir. Emekçilerin güvenini kazanabilen bir partinin seçim kaybetmesi zaten mümkün değildir.   

6 Şubat 2015 Cuma

İç Güvenlik Paketi: Sus ve öl!

ÖZGÜRCE
06/02/2015

AKP Hükümeti tarafından Meclis Genel Kuruluna getirilen ve görüşülmesi önümüzdeki haftaya bırakılan iç güvenlik paketi, gündemin ilk sırasında yer alıyor. Hükümet, polise sınırsız yetkiler tanıyan, demokrasinin en temel haklarından olan protesto hakkını fiilen kullanılamaz hale getiren iç güvenlik paketini topluma ülkenin en önemli meselesi olarak kabul ettirmek için canhıraş bir çaba içerisine girdi. İç güvenlik için bu çaba gösterilirken, iş güvenliği hükümetin de yandaş medyanın da umurunda bile olmadı. Sanki bu ülkede, her ay yüzlerce, her yıl binlerce emekçi ekmek parası için iş cinayetlerinde yitip gitmiyormuş; sanki AKP bu cinayetlerin işlendiği ülkede hükümet etmiyormuş gibi.

İktidarı döneminde en az 15 bin işçinin iş cinayetlerinde ölmesi karşısında AKP’nin iş güvenliği konusundaki duyarsızlığı, bu konuyu ihmal etmesinden, umursamamasından değildir. Velev ki ihmal, binlerce insanın ölümüne neden olan bir konunun hükümet tarafından ihmal edilmesi bile başlı başına bir sorundur. Kaldı ki AKP, iş güvenliği konusunu ihmal etmenin ötesinde uyguladığı ekonomik program ve bu program çerçevesinde getirdiği düzenlemelerle bu sorununu daha da büyütmekte ve her geçen gün daha fazla emekçinin ekmek parası için ölüme gitmesine neden olmaktadır.

Örneğin daha geçen hafta Başbakan tarafından açıklanan 10. Kalkınma Planı’nda ülkenin kalkınması için kıdem tazminatının tasfiye edilmesinden, esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasına kadar bir dizi karar açıklandı. Bu kararlarla geçen 13 yılda olduğu gibi önümüzdeki dönemde de yine emekçilerin ölümüne sömürüsü üzerinden Türkiye’nin kalkınması öngörülüyor. Yani Başbakanın açıkladığı kalkınma planı aynı zamandan önümüzdeki dönemde daha fazla işçinin iş cinayetlerinde öldürüleceğinin habercisidir. Aynı biçimde iş cinayetlerini sözde önlemek için AKP tarafından Meclise getirilen İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklikleri öngören torba yasa da yine AKP’nin -göz boyamanın ötesinde- iş güvenliği konusunda sorunları çözmeye niyetli olmadığını gösteriyor.

AKP’nin iş güvenliğini ortadan kaldıran ve daha fazla emekçinin ölümüne yol açacak icraatları, sadece uyguladığı politikalar ve yasal düzenlemelerle sınırlı değildir. İşçilerin örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkını gasbeden uygulamalar da iş güvenliğini tehdit etmekte ve iş cinayetlerinin artmasına yol açmaktadır. Zira bir iş yerinde iş güvenliğinin sağlanabilmesi o işyerindeki işçilerin örgütlülüğüne bağlıdır. İşçilerin örgütsüz hale geldiği ya da grevli toplu pazarlık hakkını özgürce kullanamadığı koşullarda işçiler patronun dayatmalarıyla karşı karşıya kalmakta, Soma ve diğer pek çok örnekte olduğu gibi büyük işçi katliamları ortaya çıkmaktadır. AKP Hükümeti, sendikal örgütlenmelere engel olarak ve -en son metal grevinde olduğu gibi- grevleri yasaklayarak, örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkını gasbetmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bu da yine iş güvenliğinin zayıflaması ve iş cinayetlerinin artmasında AKP’nin katkısıdır.

AKP, getirdiği esnek çalışma düzeniyle emekçileri güvencesizliğe mahkum ederek, örgütlenme ve grevli toplu pazarlık hakkını ortadan kaldırarak, patronlar karşısında işçilerin ellerini kollarını bağlamıştır. İşte bu nedenle AKP iktidarı döneminde iş güvenliği tamamen ortadan kaldırılarak binlerce emekçi iş cinayetlerinde katledilmiştir. Seçimlere giderken AKP, işçi katliamlarının nedeni olan bu politikalarında ısrarcı olduğunu göstermektedir. İç güvenlik paketini bir an önce çıkartma konusundaki canhıraş çaba, demokrasi arayışındaki diğer kesimlerle birlikte işçi katliamlarına karşı sesini giderek yükselten emekçilerin sesini kesmeyi hedeflemektedir.

Sözün özü: Eğer Hükümet ve AKP, iç güvenlik yasasını çıkartmayı başarırsa, emekçilerin sesi tamamen kesilecek, iş güvenliği ortadan kalkacak ve çok daha fazla emekçi ekmeği peşinde iş cinayetlerinde katledilecektir. Dolayısıyla iç güvenliği paketine karşı çıkmak en az siyasi partiler kadar sendikaların da görevi olmalıdır.