Bu yazıda, Türkiye halkları çoklu kriz sarmalı içinde yaşam savaşı verirken Türkiye’nin dünyadaki görünümü, uluslararası kurumların yayımladığı verilerden derlenen bir seçki üzerinden yansıtılmaya çalışılacak. Veriler demokrasi, ekonomi, çalışma yaşamı ve sosyal haklar olmak üzere dört başlıkta toplandı.
Ülkedeki diğer sorunların da temelini oluşturan demokrasi konusunda Türkiye’nin dünyadaki görünümü son derece vahim. Örneğin Dünya Adalet Projesi (WJP)’nin Hukukun Üstünlüğü Endeksi 2023 araştırmasına göre Türkiye, 116 ülkenin gerisinde yer alıyor. The Economics dergisinin araştırma biriminin yaptığı Demokrasi Endeksi 2023’de ise Türkiye 162 ülke arasında 102. sırada. Demokrasinin kaçınılmaz ilkesi olan “halkın bilgi edinme hakkı”nın ihlali konusunda da Türkiye’nin durumu tescillenmiş; Sınır Tanımaz Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından yapılan Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi 2023’e göre Türkiye 165. sırada yerini almış.
Ekonomi başlığında en çarpıcı veriler kuşkusuz enflasyonla ilişkili; OECD’den elde edilen verilere göre Türkiye OECD ülkeleri arasında enflasyonun en yüksek olduğu ülke. TÜİK verilerinin esas alındığı karşılaştırmada Türkiye’nin (Ocak 2024 itibariyle) enflasyonu yüzde 64,9 iken, Türkiye’nin ardından gelen Colombia’nın enflasyonu yüzde 8,3 yani Türkiye’nin 1/8’i kadar. Gıda enflasyonu’nda da durum farksız, yüzde 69,7 ile ilk sırada bulunan Türkiye’yi yüzde 8,9 ile İzlanda takip ediyor. OECD Konut Kira Fiyatları Endeksi’ne göre fiyat artışlarında yine birinci sırada olan Türkiye’de kiralar 2015’den bu yana 5,2 kat artarken, ikinci sıradaki Macaristan’da 1,7 kat artmış.
Çalışma yaşamı başlığında Türkiye, OECD ülkeleri içinde işsizlik oranının en yüksek olduğu 4. ülke (Ocak 2024). Ancak OECD 2022 verilerine göre geniş tanımlı yani “herhangi bir işte, eğitimde ve öğretimde olmayan gençler” arasındaki işsizlik oranında Türkiye yüzde 27,9 ile ilk sırada yer alıyor. İşgücüne katılma oranın en düşük olduğu ülke de yine Türkiye (OECD 2022). İşsizliğin en yüksek, işgücüne katılımın en düşük olduğu Türkiye’de çalışanların yüzde 15,1’i haftada 60 saatten fazla çalışmakta ve bu da OECD ülkeleri içinde en uzun süre çalışılan ülke olduğunu gösteriyor.
Çalışma yaşamına dair daha çarpıcı olan bir başka veri ILO, Walk Free ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından hazırlanan Küresel Kölelik Endeksi 2023’ten yansıyor. Buna göre Türkiye, dünyada modern köleliğin (zorla çalıştırma, kötü çalışmaya mecbur bırakma, çocuk çalıştırma, insan kaçakçılığı ve zorla alıkoyma vb) en yoğun olduğu ilk 5 ülke içinde yer alırken, Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında ilk sırada bulunuyor. Öte yandan Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC)’un Küresel Hak İhlalleri Raporu 2023’e göre de Türkiye’nin, dünyada çalışma koşullarının en kötü olduğu 10 ülke içerisindeki yeri bu yıl da değişmemiş.
Sosyal haklar başlığında seçtiğimiz iki veri de OECD’ye ait. Bunlardan biri Türkiye’nin
kamu sosyal harcamalarının GSYİH içindeki payına ilişkin. 2022 verilerine göre Türkiye sosyal harcamalara ayırdığı yüzde 12,4’lik pay ile OECD ülkeleri içinde sondan ikinci sırada yer alıyor. Diğer veri ise OECD’nin Sosyal Adaletsizlik Endeksi 2019’a ilişkin. Buna göre Türkiye Meksika’nın ardından en kötü ikinci ülke durumunda.
Dünya Bankası’nın Gelir Eşitsizliği Verileri (2023) ekonomide, çalışma yaşamında ve sosyal haklar konusundaki tablonun bir sonucu gibi; Türkiye gelir eşitsizliğinde dünyada ilk 6 ülke arasında. Öte yandan UNICEF’in Çocuk Yoksulluğu Araştırması (2019-2021)’na göre ise Türkiye en kötü ikinci ülke.
Hükümetin izlediği ekonomik programa bakınca, seçim sonrasında, yaşamakta olduğumuz ve dünyadaki görünümünü vermeye çalıştığımız krizlerin ve beraberinde sosyal çöküşün daha da derinleşeceğini öngörmek kehanet olmaz. Zaten iktidar cenahı da bunun aksini iddia edemiyor; bunun yerine komplolar ve tehditlerle seçimleri kazanmayı; ardından otoriterliğin dozunu arttırıp baskıları yoğunlaştırarak sosyal çöküş karşısında oluşabilecek toplumsal hareketleri kontrol altında tutabilmeyi planlıyor. Muhalefetse giderek büyüyen sorunlar sarmalını aşmak konusunda; akılcı, gerçekçi, halkı ikna edecek bir politika ortaya koyabilmiş değil.
Memleketin bu ahvali karşısında 31 Mart’ta yapılacak tercih son derece önemlidir elbette. Ancak ondan daha önemli olanı 8 Mart ve Newroz meydanlarında, ülkenin dört bir yanındaki işçi eylemlerinde ve ekolojik yıkıma karşı direnişlerde oluşan toplumsal muhalefeti büyütüp ortaklaştırmak ve ülkeyi karanlığa sürükleyen düzene karşı sürekli bir mücadele hattı oluşturma becerisini gösterebilmektir.