13/05/2011
ÖSYM ile ilgili skandallar ardı ardına gelince üniversiteye giriş sistemi toplumun çok geniş bir kesimi tarafından -şimdiye dek olmadığı kadar- tartışılmaya başlandı. Sonuçta da Cumhurbaşkanından Başbakana kadar pek çok devlet yetkilisinin ÖSYM’ye güvenini açıklamış olması ve yargıdan da sınavda “şaibe yoktur” kararı gelmiş olmasına rağmen ÖSYM toplum nezdinde telafi edilemez biçimde güven yitirdi.
Tüm dikkatler üniversite giriş sistemi üzerinde yoğunlaştığı bir sırada Niğde’de bir yerel televizyon muhabirinin üniversite öğrencilerine yönelttiği bir soruya karşı aldığı yanıtlar; üniversitelerin içinde bulunduğu durumun üniversiteye giriş sistemindeki skandallardan çok daha vahim olduğunu ortaya koydu. Üniversitelerin vahametini ortaya çıkartan öğrencilere sorulan şu soruydu: “Usame bin Ladin Türkiye’ye gelip Gül ile görüşecekmiş, Cumhurbaşkanımız Obama ile Ladin’i barıştıracakmış bunu nasıl değerlendiriyorsunuz”. Anlaşıldığı kadarıyla bu soru, 9 Mayıs 2011’de yani Usame bin Ladin’in öldürülmesinden tam sekiz gün sonra öğrencilere yöneltilmişti. Ve aradan geçen bu sekiz günde Ladin’in öldürülmesi, dünyada ve Türkiye’de basının birinci gündem maddesiydi. Buna karşılık öğrencilerden gelen cevaplar: “Çok güzel olur; Çok olumlu karışılıyoruz; Neticede o da Müslüman; Bu görüşmenin sonrasında Obama ile bir araya gelinerek belki bu sorun çözülebilir; Türkiye Ladin ile Obama’nın arasını bulabilir” şeklinde oldu. Bir öğrenci ise Ladin’in terörist olduğu için Türkiye’ye gelemeyeceğini söyledi. Yani kendilerine mikrofon uzatılan birçok öğrenci dünyada ve Türkiye’de bir haftadır gündemin en önündeki olaydan bihaberdi(!)
Üniversite öğrencilerinin dünya ve ülke gündeminden böylesine uzak olma halinin sadece bu görüşmelerin yapıldığı Niğde’deki üniversite öğrencileriyle sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Yoğunluğu farklı olabilir ama eminim Türkiye’deki diğer üniversitelerde de durum farklı değildir. Toplumun en aydın kesimini oluşturacağı düşünülen üniversite öğrencilerinin dünyada yaşananlara tamamen yabancılaşmış olmasının tek sorumlusu elbette o öğrenciler değildir.
Üniversitedeki bu vahim tablo 12 Eylül ve YÖK düzeni içerisinde bilerek, isteyerek ve sistematik bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Burada amaç düşünmeyen, sorgulamayan, güce biat eden yurttaş/iş gücü yetiştirmektir. Dünyadan ve ülkede yaşananlardan haberdar olmayan, yaşananların kendisiyle bağlantısını kurup sorgulamayan birisi ne devlet ne siyasi iktidar ne de patronu karşısında hakkını arayabilir. Yani tam da sistemin istediği insan modeli yaratılmış olur.
12 Eylül ve YÖK’le birlikte başlayan ve bugün sonuçları en çarpıcı biçimde ortaya çıkan üniversitede neoliberal dönüşüm süreci 1980’den bu tarafa tüm iktidarlar tarafından daha da derinleştirilerek sürdürülmüştür. Dolayısıyla bu durumdan sadece 12 Eylül darbecileri ve YÖK’ün Kurucusu İhsan Doğramacı değil, onların kurduğu yapıyı bugünlere taşıyanlar da -en az onlar kadar- sorumludur. Elbette bu sorumluluğu en fazla taşıyan sekiz buçuk yıldır tek başına iktidarda bulunan AKP hükümetidir.
AKP üniversitelerdeki antidemokratik yapıyı eleştirerek iktidara gelmiş, ancak özellikle Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasının ardından eleştirdiği antidemokratik yapıyı –kendi çıkarına kullanmak üzere- korumuştur. Bugün ÖSYM başkanlığına yapılan atama, yaşanan skandallar nedeniyle görünür hale gelmiş ve yoğun eleştirilere hedef olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki 103 kamu üniversitesinin rektörü de ÖSYM başkanıyla benzer biçimde atanmaktadır ve üniversitelerde de benzer yönetsel sorunlar yaşanmaktadır. Üniversitelerde yaşanan sorunlar ÖSYM’de olduğu gibi çok sayıda öğrenciyi birden etkilemediği için toplum tarafından görünür olmamaktadır. Oysa üniversitelerde yaşanan sorunların sonuçları itibariyle toplumsal etkisi ÖSYM’de ortaya çıkandan çok daha vahimdir. Niğde’de öğrencilere sorulan soruyla ortaya çıkan üniversite öğrencilerinin bilgi ve fikir düzeyi bu vahameti tüm açıklığıyla bir kez daha ortaya koymuştur.
Üniversiteye giriş sürecinde ve üniversitede yaşananların sadece üniversitenin bileşenleri tarafından değil sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve emekten yana partiler başta olmak üzere tüm toplum tarafından sahiplenilmesi gerekir. Bu süreçte en önemli görev, üniversitelerde örgütlü olup demokratik, özerk ve kamusal bir yüksek öğretim sistemini savunan tek sendika olan Eğitim Sen’e düşmektedir. Eğitim Sen, tüm eğitim sistemiyle birlikte yüksek öğretim sistemi konusundaki sorunları aşmak üzere alternatifler üretmeli ve bu alternatiflerin yaşama geçirilmesi için emekten yana diğer yapılarla birlikte mücadeleyi örgütlemelidir.
Eğitim Sen 8. Olağan Genel Kurulu, üniversitelerdeki sorunların tüm açıklığıyla ortaya çıktığı ve toplum tarafından da yoğun biçimde tartışıldığı bir dönemde yapılmaktadır. Toplumun hemen tüm kesimlerince tartışılan bu konunun Eğitim Sen Genel Kurulu tarafından görmezden gelinmesi düşünülemez. Eğitim Sen’in bir üyesi olarak inanıyorum ki Eğitim Sen’in en üst karar organı olan Genel Kurulda üniversite ve üniversitedeki sorunların çözümüne yönelik önemli kararlar alınacak ve bu kararlar en hızlı biçimde yaşama geçirilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder