28/10/2011
Kapitalizm fırsatları sever, insanlık için büyük acılara neden olsa da… Örneğin savaşlar, doğal afetler bunlar hep sermaye için yeni kâr edinme ve dolayısıyla da kapitalizmi sürdürme fırsatlarıdır. Aslında kapitalizm fırsatları kendi yaratır. Savaşlar kapitalizmin devamını sağlayacak kaynakları elde etmek ve savaşta yıkılan kentleri, üretim alanlarını yeniden yapmak üzere yatırım alanı olarak görülür. İkinci Dünya Savaşı’nı ya da Irak Savaşı’nı kapitalizmin kendi yarattığı ve fırsata dönüştürdüğü savaşlara örnek olarak gösterebiliriz. Bunlar dışında da dünyanın birçok bölgesinde gerçekleşen savaşların (İç savaşlar da dahil olmak üzere) ardında da yine kapitalizmin fırsat yaratma anlayışını görmek mümkündür. Bu savaşlarda acılar çeken, yaşamlarını yitiren milyonlarca insan ise kapitalizmin varlığını sürdürebilmesi için verilmiş kurbanlardır.
Kapitalizm, savaş gibi “doğal” afetleri de fırsata çevirmeyi bilmiştir. Kapitalizm bunu yaparken önce daha fazla kâr güdüsü içinde insan-doğa uyumunu bozmuştur. Sanayileşmenin ardından daha ucuz emek, daha ucuz hammadde, daha ucuz enerji, daha geniş rant alanları derken insanlığın milyonlarca yıllık deneyimiyle oluşturduğu doğaya uyumlu yaşam düzeni altüst olmuştur. Böylece doğayı hiçe sayan kentler, sanayi kuruluşları, barajlar, nükleer santraller kaçınılmaz doğa olaylarını insanlık için felaketlere dönüştürmüştür. Öte yandan yine kapitalizmin kaçınılmaz sonucu olan eşitsiz büyüme nedeniyle yoksullaşan geniş toplum kesimleri yaşamda kalabilme mücadelesi içerisinde barınma ihtiyaçlarını en ucuz biçimde sağlamak zorunda kaldıklarından felakete dönüşen doğa olaylarından en fazla etkilenen kesim olmuştur.
Türkiye’de felaketi fırsata çevirme anlayışının özellikle sel ve depremlerle gerçekleştiği görülmektedir. Özellikle kentleşmenin ve sanayinin en yoğun olduğu Marmara Bölgesi ve Düzce’de 1999 yılında gerçekleşen depremler, bu fırsat anlayışını açık biçimde ortaya çıkartmıştır. 1999 depremlerinin felakete dönüşmesinin nedeni daha fazla kâr amacıyla yerleşim yeri seçiminde ve yapı inşasında doğayı ve bilimi hiçe sayan kapitalist anlayıştır. Felaketin sorumlusu olan kapitalist anlayış, depremi fırsat bilerek hem yıkılan alanların inşasını yeni yatırım alanı olarak görmüş hem deprem nedeniyle yapılan yardımlara el koymak suretiyle çıkar sağlamaya çalışmış hem de deprem nedeniyle konulan vergileri yeni bir depreme hazırlık yapmak yerine sermayeye kaynak olarak aktarmıştır.
İşte bu anlayışın sonucudur ki diğer birçok deprem bölgesi gibi Van’da da gerçekleşeceği malum bir doğa olayı olan depreme hazırlık olarak hiçbir önlem alınmamıştır. Aksine denetim sorumluluğu olan kamu kuruluşlarının gözleri önünde yeni inşa edilen birçok binada -daha fazla kâr için- malzemeden çalma anlayışı sürmüş ve bu binalar yüzünden onlarca kişi yaşamını yitirmiştir. Türkiye’de kapitalizmin yarattığı eşitsiz gelişme sonucunda yoksulluktan en fazla nasibini alan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir. Bu bölgelerin özellikle kırsalındaki yoksulluk Van depreminde de kendini göstermiş ve onlarca insan, uygun bir barınağa sahip olamadığı için yaşamını yitirmiştir. Sonuç olarak daha önceki depremlerde olduğu gibi Van depreminde de yüzlerce insan kapitalizmin daha fazla kâr güdüsünün ve kapitalizmin yarattığı yoksulluğun kurbanı olmuştur.
Felaketi fırsata çevirme anlayışı Van’da deprem sonrasında da kendisini göstermiştir. Henüz yıkılan binalar altında insanlar can çekişirken enkaz kaldırma ve yardımların ulaştırılması aşamasında iktidar partisinin siyasi fırsatçılık yaptığı iddiaları -yandaş basının tüm gayretlerine rağmen- ayyuka çıkmıştır. Öte yandan bizzat Başbakan, depremi fırsat bilerek, kentsel dönüşümü hızlandıracak biçimde konut yıkma yetkisinin tamamen bakanlıklara verilmesine yönelik açıklamalar yapmaktadır. Tüm depremlerin ertesinde olduğu gibi Van’da da depremzedelere ev yerileceği vaat edilmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki 1999 depremlerinden bu yana geçen 12 yılın 9’unda iktidarda bulunan AKP’nin depremzedeler için yapılmış konutları -Kocaeli/Arızlı’da olduğu gibi- başka amaçlarla kullanmaya çalıştığı birçok örnek mevcuttur.
Kapitalizmde felaketi fırsata çevirme konusunda özellikle 1999 depremi sonrasında Türkiye’nin en hızlı büyüyen Müteahhidi Ali Ağaoğlu’nun 17 Ağustos depreminin yıldönümü vesilesiyle Referans gazetesinde yer alan söyleşisindeki şu sözlerini hatırlatmadan yazıya son vermemek gerekir: “Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. İstanbul konut inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stokunun yüzde 70’i deprem açısından güvenli değil. 1970’li yıllarda İstanbul’un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi’nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul’a ordu bile giremez, ölen şanslıdır” (Referans gazetesi, 20.08.2009)