6 Ekim 2011 Perşembe

Mustafa Türkel’e (zorunlu) yanıt…

ÖZGÜRCE
07/10/2011

Tek Gıda İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, Evrensel Basım Yayından çıkan Bir Direniş Öyküsü TEKEL isimli kitapta yer alan söyleşisinde bana yönelik olarak aynen şu ifadeleri kullanmıştır :


“…Özgür Müftüoğlu diye bir arkadaşımız Evrensel’deki köşesinde bir yazı yazdı. O güne kadar mücadeleyi hep TEKEL işçisi olarak adlandırıyordu ama o yazıda, “Tek Gıda İş yanlış yaptı, o bile böyle bir karar alıp da 4-C’ye müracaat edin dediyse vay halimize” dedi. O güne kadar hep TEKEL işçisiydi Tek Gıda İş’in adı bile geçmezdi onun makalelerinde. Sonra bir yere geldi, Sezar’ın hakkı Sezar’a. İyi tarafta söylemedi ama zora geldi mi Tek Gıda İş Sendikası bunu yaparsa eyvah ki eyvah. Bu ifadeyi övgü olarak da algılayabilirsiniz, ben de öyle algıladım zaten. Ama günlerce bir sendikanın gücünü, önderliğini görmezden geleceksiniz, bir gün Sezar’ın hakkını Sezar’a verirken bile nasıl verdiğinizi açık yüreklilikle ortaya koyamıyorsanız orada bir soru işareti var. Şunu kabul etmek gerekiyor. Bu mücadeleyi bütün olumsuz koşullara rağmen, Tek Gıda İş Sendikası’nın yönetim kademesi vermiştir…”

Türkel’in yukarıdaki sözlerini okuyunca dönüp TEKEL direnişi süresince neler yazdığımı gözden geçirdim. TEKEL direnişinin başlangıcından direniş sonlanana kadar ve daha sonrasında başta Evrensel ve sol.org.tr sitesi olmak üzere çeşitli gazete, dergi ve internet sitesine TEKEL direnişini ve direniş sonrasındaki gelişmeleri konu alan 30 dolayında yazı yazmışım. Türkel’in söylediği gibi 78 gün süren direniş boyunca mücadelenin öznesine TEKEL işçisini koymuşum. Direniş süresince Tek Gıda İş Sendikası’nı yalnız bıraktıkları, yeterli desteği vermedikleri için başta Türk İş olmak üzere konfederasyon yönetimlerine eleştiriler yöneltmişim. Tek Gıda İş Sendikası’na ise direnişin sürdüğü 78 gün boyunca herhangi bir eleştiride bulunmamışım. Örneğin direnişe destek için 4 Şubat 2010 tarihinde konfederasyonların aldığı grev kararına uymadığı ve örgütlü olduğu işyerlerinde üyelerini greve çıkartmadığı için bile Tek Gıda İş Sendikası’nı (direniş sürecine zarar vermek kaygısıyla) eleştirmemişim.

Tek Gıda İş Sendikası’na yönelik eleştiriyi açık olarak ilk kez, 9 Ağustos 2010 tarihinde sendikanın internet sitesinden yapılan bir açıklamayla “1 Mayıs Taksim Mitingi ve 26 Mayıs Genel Grev uygulamalarında yaşananlar ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun ittifakla aldığı karar gereği 4-C’nin Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi” gerekçe gösterilerek eylem programının iptal edilmesi ve işçilerin 4-C kadrosuna geçmelerinin istenmesi üzerine yapmışım. Daha sonra da bir grup TEKEL işçisinin kendilerine verilen sözlerin tutulmadığı ve 4-C’yi kabul edenlere dahi işbaşı yaptırılmadığını söyleyerek geldikleri Tek Gıda İş Sendikası’na polis gücü de kullanılarak alınmamaları üzerine eleştiride bulunmuşum.

Bu kısa hatırlatmanın ardından Türkel’in eleştiri/ithamlarına geri dönersek; bunları TEKEL direnişinde sendikanın yerine işçileri özne olarak görmüş/göstermiş olmak ve sendikanın işçilerin 4-C’ye geçmelerini istenmesini eleştirmek olarak ikiye ayırabiliriz. Çirkin üslubu (“zora gelmek” gibi) bir tarafa bırakırsak, tarafıma yöneltilmiş olan eleştiri/ithamları Türkel’in şahsında Türkiye’de sendika yöneticilerinin büyük bölümüne hâkim olan anlayışın bir tezahürü olarak değerlendirebiliriz. Böylece bu eleştiri/ithamları kısır bir polemiğin konusu yapmak yerine sendikaların içinde bulunduğu krizin önemli bir parçası olan sendikal bürokrasi sorununu neden ve sonuçlarıyla tartışma olanağı da yaratmış oluruz.

Sendikaların bürokratik bir yapı içerisine bürünmeleri konusunda öncelikle şunu belirtmek gerekir ki sendikal mücadelenin en önemli engellerinden biri olan bu sorun sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok ülkesinde ve uluslar üstü sendikal yapılarda da yaşanmaktadır. Ayrıca sendikal bürokrasi günümüzde ortaya çıkmış bir sorun da değildir. Sendikalarda bürokratikleşme eğilimlerinin ortaya çıkması 19. yüzyılın son çeyreğine kadar uzanmaktadır. Böylesine köklü bir sorunu kişiselleştirip bir sendika yöneticisine mal etmek elbette haksızlık olur. Ancak Mustafa Türkel’in bana yönelik eleştir/ithamları ve aynı söyleşide ifade ettiği diğer bir takım sözleri bir örnek olay olarak değerlendirilebilir.

Sendikal bürokrasi konusunda bir örnek olay olarak alınsa bile Türkel’in sözleri üzerinden bir değerlendirmeyi bu gazete köşesine sığdırmak mümkün değildir. Bu nedenle belki yanıt babından da olabilecek birkaç temel noktaya burada değinip, Türkel’in sözlerini sendikal bürokrasi üzerine yapılacak derinlemesine bir çalışmada bir örnek olay olarak alıp değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ayrıca hiç kuşkum yok ki Türkel’in Bir Direniş Öyküsü TEKEL kitabında yer alan söyleşisi TEKEL direnişi üzerine yapılacak çalışmalarda da çeşitli yönleriyle değerlendirilecektir.

Türkel’in eleştiri/ithamlarından biri TEKEL direnişinde neden hep işçileri öne çıkartıp -kendi ifadesiyle- “sendikanın gücünü, önderliğini görmezden gelmemdir”. Bu eleştiriyle Türkel kendisini ve Tek Gıda İş Sendikası’nı direnişteki TEKEL işçisinden ayrıştırmaktadır. Türkel, kendisini ve sendikayı işçilerden ayrı bir yere koymasını söyleşinin bir başka yerinde kendisine yöneltilen bir soruya karşılık olarak verdiği “Peki, neden sendikalar işçiye güvenmiyoruz demiyor da işçiler sendikalara güvenmiyoruz diyor? Neden işçi kendisine bakmıyor?” yanıtıyla da çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır (sayfa 368).

Sendikalar işçilerin öz örgütleridir ve sendikaları işçiler var eder. İşçiler sendikalara birileri kendilerine önderlik yapsın diye değil; sermayeye karşı dayanışma içerisine bir araya gelip mücadele edebilmek için giderler. Sendikalar verdikleri eğitim çalışmalarıyla işçilerde bilincin yükselmesini ve mücadelenin örgütlenmesini sağlamakla mükelleftir. “Neden sendikalar işçiye güvenmiyoruz demiyor? Neden işçi kendisine bakmıyor?” diyebilecek kadar işçiden kendisini ayrıştırmış ve kendisine “önderlik” payesini yakıştıran bir anlayışla yönetilen sendikaların işçilerin sendikal örgütlenmeden beklentilerini ne ölçüde karşılayabileceğini okurların takdirine bırakıyorum.

Türkel’in eleştiri/ithamlarından bir diğeri Tek Gıda İş Sendikası’nın TEKEL işçilerinin eylem programını iptal edip, işçilerin 4-C kadrosuna geçmelerini istenmesi üzerine yönelttiğim eleştirilerdir. TEKEL işçisinin 78 gün Ankara’nın soğuğunda direnmesinin nedeni kendisini güvencesizliğe ve daha düşük ücrete mahkûm edecek olan 4-C statüsüne geçmemekti. 78 gün Sakarya Meydanı “4-C mücadelesinden ölmek var dönmek yok” sloganıyla çınladı. Bu direniş, belki de son 40 yıldır toplum desteğini almış olan en büyük eylemdi. Ancak pek çok yerde ifade ettiğim gibi Türk İş başta olmak üzere konfederasyonlara hakim olan bürokratik yapı TEKEL işçisine ve elbette onunla birlikte Tek Gıda İş Sendikası’na gerekli desteği vermediği gibi direnişin kırılmasını sağlamak için bin bir oyuna başvurdu. Benim de zaten buraya kadar yani 78 günlük direnişin sonlanmasına kadar ne Türkel’e ne de Tek Gıda İş’e bir söylediğim yoktur. Ama işçiye -2 Martta alınan kararla- 4-C’ye karşı mücadeleye devam edileceği sözü verilmişken, bir anda işçilerin görüşleri de alınmadan mücadeleye son verilip konunun yargıya sevk edilmesi, Tek Gıda İş yönetimine yönelik tüm olumlu yargıları alt üst etmiştir. Zira bu kararla bir anda 78 günlük direniş anlamsız hale gelmiş, TEKEL işçileri yalnızlaşmış, direnişin kırılması Anayasa Mahkemesi’nden işçiler aleyhine bir karar çıkmasını kolaylaştırmış ve işçiler günlerce direndikleri 4-C’yi kabul etmek zorunda kalmışlardır.

Sanırım TEKEL işçileri sonucun buraya geleceğini yani direnişin sonucunda sendikanın mücadeleyi bırakıp, mevzuattan medet umacağını bilselerdi, sendika çatısı altına gitmektense bir hukuk bürosuna gitmeyi tercih ederlerdi. TEKEL direnişinin mevcut durumda dahi Türkiye işçi sınıfı tarihinde son derece önemli bir yer alacağı ve bir takım kazanımları da sağladığı gerçeğini elbette yadsımıyorum. Ama şunu söylemek zorundayım ki sendikal yapıdaki yanlışlıklar olmasaydı, bugün TEKEL direnişinin ardından emekçiler sendikalara çok daha fazla güven duyacak ve örgütlü mücadele çok daha ileri bir noktada ulaşacaktı. Böyle bir ortamda da emekçilerin haklarına yönelik saldırılara karşı koyabilmek çok daha kolaylaşacaktı.

Sözün özü: TEKEL direnişi süresince ve daha sonrasında elimden geldiğince düşüncelerimi okurlarla paylaşmaya çalıştım. Bu arada yaklaşık 25 yıldır teorik ve pratikte işçi işveren ilişkilerinin içerisinde olan biri olarak gördüğüm yanlışlıkları da elbette dile getirdim. Bu süreçte eleştirilerimden rahatsız olan ve bunu dile getiren birkaç sendikacı oldu. Mustafa Türkel’in bana yönelik eleştirileri bir kitapta yer aldığı için ben de yazılı olarak yanıt vermek ihtiyacı duydum. Ama yukarıda da belirttiğim gibi muradım gereksiz polemiklere yol açmak değil, sendikal hareketin daha iyi bir zemine oturmasını sağlayacak tartışma ortamını sağlayabilmektir.

Hiç yorum yok: