ÖZGÜRCE
16/03/2012
Türkiye 2002 sonrasında ekonomik büyümede hem cumhuriyet döneminin rekorunu kırıyor hem de son yıllarda en fazla büyüme oranına ulaşan ülkelerin başını çekiyor.
2008 yılında patlak veren küresel kriz, Avrupa başta olmak üzere dünya ekonomisi üzerinde kara bulutlar oluştururken; Türkiye’de Başbakanın söylediği gibi teğet geçiyor: üretim artıyor, istihdam artıyor, kârlar artıyor!
Türkiye’de büyümenin başını inşaat sektörü çekiyor. Anadolu’nun her bir köşesinde duble yollar, kentlerde lüks siteler, alışveriş merkezleri yapılıyor. Özellikle İstanbul’da birkaç hafta geçmediğiniz bir yoldan geçerken yeni binalara ya da devasa inşaatlara rastlıyorsunuz. AVM kısaltmasıyla dilimize giren alış veriş merkezleri neredeyse her sokakta kendisini gösteriyor. İnşaat sektöründeki göz ardı edilemez büyüme Türkiye’de yeni zenginlerin de türemesine yol açıyor ve bu yeni zenginlerin zenginlikleri, gözleri kamaştırsın diye “mümtaz” medyanın gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını süslüyor!
İnşaat sektöründe büyüme istihdamın da artmasını beraberinde getiriyor. Öyle ya taşın toprağın emek olmadan o koca binalara dönüşüp, kâr yaratması mümkün olamaz tabi. İnşaat sektöründe istihdamın artışı son derece çarpıcı biçimde yükseliyor: 2002 yılında toplam istidam içinde inşaat sektöründe çalışanların oranı yüzde 4.5 iken 2011 yılında bu oran yüzde 7’ye çıkmış. 2011 yılı Hane Halkı İşgücü İstatistikleri’ndeki istihdam rakamına göre hesaplandığında hâlâ hazırda Türkiye’de yaklaşık 1 milyon 700 bin kişi inşaat sektöründe çalışmaktaymış.
Peki, inşaat sektöründe büyümeyi sağlayan kârlılığı arttıran bu emekçiler hangi koşullarda çalışır hangi koşullarda yaşarlar?
İnşaat sektöründe zenginleşenlerle ilgilenen (ve onlardan yüklü reklam geliri sağlayan) medyanın bu zenginliğin arka planını araştırması, soruşturması beklenemez elbette... Zira arka plana bakılırsa bu zenginliğin ne kadar insanlık dışı yollarla edinildiği, ne kadar kanlı bir servet olduğu ortaya çıkar ve toplum, zenginlere öykünmek yerine kapitalistlerin en korktuğu şeyi yaparak; o zenginliğin kaynağını sorgulamaya başlar.
Diğer tüm sektörler gibi inşaat sektörü için de medyanın tüm çabası emeğin, alın terinin yanında kanını, canını da sömüren düzenin üzerini örtmektir.
Ama Esenyurt’daki gibi çok sayıda işçiyi bir yangınla katleden sömürü gerçeğinin üzerini örtmek artık medya için de hiç kolay değildir.
Tersanelerde, madenlerde ve son olarak inşaat sektöründe gerçekleşen katliamlarda üstü örtülemez bir şekilde şu gerçek ortaya çıkmıştır: Artık kapitalizm emekçilerin kanını, canını almadan ayakta kalamayacak hale gelmiştir. Kapitalizmin varlığını sürdürebilmesi için işsiz kalma, yani yaşamını sürdürebilecek bir gelirden yoksun kalma, tehdidi altındaki emekçilerin kanı ve canı pahasına çalışması gerekir.
Bu koşullar içerisinde ölmeden çalışabilmek, önümüzdeki süreçte işçi sınıfı hareketinin öncelikli (ve hatta acil) mücadele gündemi olmalıdır. Kapitalist sistem tarafından katliama dönüştürülen toplu iş cinayetlerini görmezden gelen bir sendikal anlayışın, sınıfı temsil ettiğini iddia edebilmesi mümkün değildir. Sendikaların, iş cinayetleri karşısında, göstermelik basın açıklamaları yapmak yerine emekçilerin ölmeden ekmeklerini kazanabilecekleri bir çalışma ortamını sağlamak için mücadele örgütlemelerinin zamanı gelmiştir hatta geçmektedir bile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder