20 Haziran 2014 Cuma

12 Eylül’ün hesabı kapandı mı?


ÖZGÜRCE
20/06/2014

12 Eylül davasının sanıkları Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, TCK’nin “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca önce “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasına çarptırıldı, ardından takdiri indirimle bu cezaları “müebbet hapis cezasına” çevrildi. Böylece Türkiye’de ilk kez darbeciler yargılanmış ve cezalandırılmış oldular. Bu sonucu küçümsemek elbette mümkün değildir. Ancak bu mahkumiyet, 12 Eylül darbesinin toplumsal faturasını karşılar mı sorusunu sormaktan da alamıyor insan kendisini. 

Eğer 12 Eylül darbesi, ikisi halen hayatta olan beş darbecinin kişisel olarak tasarladıkları ve gerçekleştirdikleri bir eylem olsaydı şüphesiz gönüllere biraz da olsa su serpilebilirdi. Ancak cismen hiç gitmedikleri mahkemede iyi halden cezaları hafifletilen bu iki sanık ve hayatta olmayan diğer üç kişi, darbenin sadece tetikçileriydi. Tüm tetikçiler gibi onların da toplum nezdinde ve yasalar önünde itibarları beş paralık olurken, onları bu darbeyi yapmaya yönlendiren ve teşvik edenler, beklemedikleri ölçüde amaçlarına ulaştılar. Yaşıyorlarsa kendileri, ölmüşlerse varisleri darbenin kendilerine sağladığı olanaklarla servetlerine servet kattıkları gibi artan servet sayesinde toplum nezdinde “onurlu kişi” mertebesindeki yerlerini daha da perçinlediler. 

Darbenin nimetlerinden yararlananlar sadece darbenin doğrudan teşvikçileri olmadı. Darbe rejiminin sağladığı olanaklardan sebeplenen, siyasi ve ekonomik çıkar sağlamayı bilen kesimler de vardı. Milliyetçi-muhafazakarlar, siyasal İslamcılar ile liberaller, darbenin siyasi nimetlerini kendi çıkarlarına dönüştürmeyi iyi becerdiler. Bunlar aynı zamanda kamu kaynaklarının talanından aldıkları paydan birikim sağlayıp, sermaye sınıfının yeni bireyleri haline geldiler. Onlar şimdi iktidar koltuklarında oturup, ülkenin siyasi ve iktisadi geleceğini belirlerken; nimetlerinden yararlandıkları darbenin tetikçilerinin yargılanmasından pay çıkartıp, demokrasi sözcüğünü kendilerine yakıştırmaktan da geri kalmıyorlar. 

12 Eylül darbesinin kazananları ve kazandırdıklarının yanında kaybedenleri ve kaybettirdikleri de oldu elbette. İşçiler, memurlar, çiftçiler, köylüler, esnaflar, küçük üreticiler, öğrenciler, gençler, kadınlar, Kürtler, Aleviler yani Türkiye toplumunun sermaye ve bir avuç fırsatçı dışındaki tüm kesimleri darbenin kaybedenleri oldu. Çünkü 12 Eylül darbesinin ardında küreselleşme sürecinde Türkiye’yi ucuz emek, ucuz hammadde alanı haline getirmeyi amaçlayan neoliberal politikalar vardı. 24 Ocak 1980’de neoliberal politikalara geçiş kararı alınmıştı. Ancak işçi sınıfının örgütlülüğü ve giderek yükselen toplumsal mücadeleler bu politikaların yaşama geçirilmesini olanaksız hale getiriyordu. İşçi sınıfının gücünü ve toplumsal muhalefeti kırmak için tek yol asker eliyle gerçekleştirilecek darbeydi ve bugün mahkum olan generaller eliyle bu darbe gerçekleştirildi. Darbenin hedefinde tüm toplum vardı. Türkiye’de demokratik mücadelenin aracı olan sendikalar, partiler ve diğer örgütler kapatıldı. Yüzlerce kişi öldürüldü, binlerce kişi kaybedildi, on binlerce kişi işkencelerden geçti, yüz binlerce kişi cezaevlerinde tutsak edildi ve sonuç olarak darbe amacına ulaştı! 

Darbenin faturası bu kadarla sınırlı değildi. Askerler yönetimden çekilip “sözde” demokratik düzene geçildikten sonra da sivil giyimli siyasetçiler tarafından darbe rejimi devam ettirildi. Bilanço giderek ağırlaştı: Darbeye direnen Kürt halkını dize getirebilmek için 40 binden fazla insan öldü. Sol, sosyalist güçler de bu süreçte yüzlerce kayıp verdi. Ve bütün bu baskılar üzerine emekçilerin hakları büyük ölçüde gasbedildi ve emekçilere dayatılan çalışma düzeninde her ay en az 100 işçi yaşamını yitiriyor. Alevilerin inanç özgürlüğü büyük ölçüde kısıtlanmış durumda; Kürtlerin kültürel ve siyasal hakları halen tanınmıyor; kadın cinayeti haberinin alınmadığı gün yok gibi, devlet ve hukuk sistemi kadın katillerini korumayı sürdürüyor. Parası olmayanlar eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi en temel haklardan dahi yararlanamıyor. Gençler gelecek umudunu kaybetmiş, uzun yıllar aldıkları eğitimin ardından piyasaya ucuz iş gücü olmak dışında pek fazla seçenekleri yok. Türkiye’de insanlar gibi doğa da sermayenin sömürüsüne sınırsız biçimde açılmış durumda. Anadolu ve Mezopotamya’nın dereleri, toprağı, ormanı sermaye tarafından geri döndürülemez biçimde tahrip ediliyor. 

Bunlar toplumun halen ödemekte olduğu 12 Eylül faturasından bir çırpıda akla gelenler. Bütün bunları düşününce 90’lı yaşlarına ulaşmış darbecilerin mahkumiyeti benim içimi ferahlatmıyor. Hele ki darbenin ardındaki ekonomik ve siyasi gücün zulmünü arttırarak sürdürdüğünü görünce.

Hiç yorum yok: