4 Şubat 2020 Salı

Tebaa olmak ya da olmamak!


1 Şubat 2020
Deprem sonrası, tüm baskı ve tehditlere rağmen sosyal medya aracılığıyla toplumdan cılız da olsa bir ses, bir soru yükseldi: “Depreme hazır değilsek vergilerimiz nerede?” Bu soruya neden olan, deprem sonrasında devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalardı. Önce Kızılay başkanı depreme dair ilk haberlerin gelmesiyle, halkı depremzedeler için bağış toplamaya çağırdı. Ardından Enerji Bakanı “Her şeyi devletten beklemeyin!” açıklaması yaptı. Nihayet devletin ve hükümetin tepesindeki kişi, “20 yıldır deprem için ne yaptınız?” sorusunu yöneltenleri terbiyesizlikle itham edip, “Depremi durdurma şansımız mı vardı?” gibi saç baş yolduran yanıtla durum tespitini sonlandırdı.
Tüm bu açıklamalar daha doğrusu açıklayamamalar gösteriyordu ki devletin bir deprem durumunda hiçbir hazırlığı yoktu. Oysa Türkiye’nin bir deprem bölgesi, depremi felakete dönüştüreninse yanlış yapılaşma ile kurtarma ve yardım organizasyonundaki yetersizlikler olduğu defalarca yaşanan acı tecrübelerle biliniyordu.
Yıkıcı bir depremin ardından yurttaşların beklentisi tabii ki, devletin bu duruma hazırlıklı olması ve en hızlı şekilde depremzedelere ulaşıp, kurtarma çalışmaları yapması ve yaraları sarmasıydı. Beklenti bu iken devletin tepesindekilerden “topu taca atan” açıklamalar gelince bugüne kadar ödenen vergilerin, bağışların ne olduğu sorusu da vatandaşın aklına geliverdi haliyle. Eskiden olsa “Seçimleri bekle, vergilerin nereye gittiğinin hesabını sandıkta sorarsın!” denebilirdi belki ama geçen 3-4 seçimde ayyuka çıkan şaibeler nedeniyle sandığın da hiçbir inandırıcılığı kalmadı.
Bu durumda tepki göstermenin en kolay ve hızlı yolu, sosyal medyada 100-150 karakterlik birkaç cümleyle de olsa, ödediği vergilerin nereye gittiğini sormak oldu. Bu haklı soruyu soran yurttaşların aklına, yetkililer ve yandaş medya tarafından “bozguncu, provokatör hain, terörist” olmakla itham edilecekleri gelmemişti belli ki! Hele bu nedenle haklarında soruşturma açılacağınıysa hiç beklemiyorlardı.
Ama oldu. Belediyesine kayyum atanmasına, seçtiği milletvekillerinin, belediye başkanlarının özgürlüklerinin kısıtlanmasına tepki gösterenlerden; “Savaşlara hayır!” diyerek barış isteyenlerden; işsizlikten, geçim sıkıntısından yakınanlardan sonra “hain, terörist ilan edilme” sırası, ödediği verginin nerede kullanıldığını soranlara gelmişti. Hem de depremin yıkıntıları altında insanların henüz yardım beklediği bir zamanda yapılmıştı bu mimleme.
Tüm tehditlere, ithamlara rağmen “Deprem vergileri nerede?” yönündeki sorular artarak devam edince, üzerine de Kızılay’ın kimi yandaş vakıflara para aktardığı haberleri ortaya çıkıca, hükümetin tepesi yine gürledi: “Harcanması gereken yere harcadık. Bundan sonra da bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok!” Meali “Hikmetimden sual olunmaz!” olan bu yanıt, vergilerin nerelere harcandığı meselesinin çok ötesinde, Türkiye’de gerçekleşen rejim değişikliğinin ete kemiğe bürünmüş halini de gözler önüne seriverdi.
Türkiye’de rejim, OHAL koşullarında gerçekleşen anayasa referandumuyla değişti aslında ama halen birinci maddesinde “demokratik hukuk devleti” ifadesi bulunan T.C. Anayasası yürürlükte. Dolayısıyla Türkiye’de -kağıt üzerinde de olsa- yurttaşların devlet karşısında haklarının güvence altına alındığı ve haklarını özgürce savunabildiği ve gerekirse devleti yönetenlerden hesap sorabildiği bir düzen mevcut. Ya da kimi yurttaşlar halen böyle olduğunu zannediyor(!)
Haklarını arayan yurttaşların “terörist, provokatör, hain” ilan edilerek cezalandırıldığı, ülkenin “hikmetinden sual olunamayan” tek adam tarafından yönetildiği bir düzende ne demokrasiden ne de hukuktan söz edilebilir. Aslına bakarsanız böyle bir düzende “yurttaş”tan da söz edilemez. Çünkü yurttaşın yerini artık, “tek adamın kulları” haline getirilmiş yani “tebaalaştırılmış bireyler” almıştır.
Görünen odur ki toplumu tebaa olmaya razı etme/alıştırma süreci, “terörist, hain vs” suçlamalarının tehdidi altında “savaş, ekonomik kriz, deprem…” gibi vesilelerle devam edecektir. “Türkiye halkları buna rıza gösterecekler midir yoksa özgür yurttaşlar olmak için insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü esas alan bir mücadele mi yürütecektir?” göreceğiz. Zira ülkede gelecek on yıllarının nasıl şekilleneceği, bu sorunun yanıtına bağlıdır.

Hiç yorum yok: