27 Temmuz 2020 Pazartesi

AKP sendikaları seviyo!


25 Temmuz 2020
Açıkça iddia edebilirim ki, Cumhuriyet tarihi boyunca, AKP hükümetleri kadar sendikalara “önem” veren başka hükümet olmadı!
Türkiye’de siyasi iktidarlar, birkaç istisnai dönem dışında, sendikaları yok sayan ve/veya baskı altına alan bir yaklaşım sergiledi. Tek parti döneminde, Türk halkının sınıf farklılıklarının olmadığı, sınıfsız-zümresiz bir halk olduğu iddia edildi; örgütlenme çabaları ve işçilerin hak arayışları, bölücü eylemler olarak görüldü, şiddetle bastırıldı. Gerçi II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler’e girebilmenin koşulu olan ILO normlarına uyum sağlamak için 1938 tarihli “sınıf esasına dayalı cemiyet (yani sendika) kurma yasağı” 1946’da kaldırıldı. Ama işçiler hızla örgütlenip, greve gidince apar topar çıkartılan Sendikalar Kanunu ile grev başta olmak üzere emekçilerin mücadele yolları engellenmeye devam etti.
Çok partili döneme geçilen 1950 seçimlerinde Demokrat Parti, işçilere örgütlenme özgürlüğü tanıyacağını vaad edip işçilerin oylarını almayı başardı ama iktidara gelince vaatler unutuldu. Bunun yerine tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi sendikalar, “işçileri komünizmden uzak tutmanın” aracı olarak devlet güdümünde yapılar haline getirildi. Türk İş 1952’de kurulurken kendisine atfedilen görev de buydu.
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından dönemin birikim rejimi Fordizm ve iktisat akımı Keynesyen politikalara uyum sağlamayı amaçlayan 1961 Anayasası, grev ve toplu pazarlık hakkı ile sınırlı da olsa sendikal özgürlüklerin gelişmesine olanak tanıdı. Özel sektörde yoğunlaşan örgütlenmeler ve başta Kavel’de olmak üzere artan işçi direnişleri, sendikal hak ve özgürlükleri görece genişleten yasaların çıkmasını sağladı. DİSK de bu ortamda TÜRK İş’in devlet güdümlü sendikal anlayışına itiraz eden sendikalar tarafından 1967’de kuruldu.
1960’ların sonunda kapitalizmin kriziyle birlikte değişen birikim rejimi ve benimsenen neoliberal politikalar, sendikaları önündeki en büyük engel olarak gördü ve sendikalara baskıyı artırdı. Bunun Türkiye’deki yansıması olarak önce DİSK’in faaliyetleri sınırlanmak istendi, 15-16 Haziran direnişiyle bu geri çevrilince, doğrudan işçi sınıfını ve sosyalist hareketleri hedef alan 12 Mart askeri darbesi gerçekleştirildi. Ancak darbe rejiminin baskıları, işçi sınıfı ve gençlik hareketinin örgütlülüğü sayesinde aşıldı; 1970’li yıllar işçi hareketin en güçlü ve etkin olduğu dönem oldu. Ta ki 12 Eylül’e kadar.
12 Eylül darbesiyle birlikte Türkiye’yi sermayenin emek sömürü alanı haline getirmeyi amaçlayan anlayış doğrultusunda sendikal hak ve özgürlükler fiilen ortadan kaldırıldı. “1989 Bahar Eylemleri ve Kamu Emekçi Hareketi’nin eylemlilikleri” gibi direnişler sonrası bir takım geçici kazanımlar elde edildi, ancak sendikal hak ve özgürlüklere yönelik baskılar artarak sürdü.
2002’de iktidara gelen AKP, “işçi-işveren-devlet” üçlüsünün bir araya geldiği Ekonomik ve Sosyal Konseyi işletmemiş olsa da bu dönemde, 2001’de kabul edilen AB Müktesebatına Uyum çerçevesinde sosyal tarafların işbirliğine dayanan sosyal diyalog mekanizması işledi. Ancak ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarlarını temsil etmek üzere iktidara getirilen AKP, sosyal diyalog masasının iki sandalyesiyle (işveren ve devlet) yetinmedi; üçüncü sandalyeyi yani işçi sendikalarını da güdümüne almak istedi.
Sosyal diyalog toplantılarının “sponsoru” ve çeşitli projelerle sendikalara ekonomik destek sağlayan Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’nun (ETUC) temsil ettiği AB ile AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar süren politikaları zaten örtüşüyordu. Ama AKP bundan fazlasını, sendikaların “parti organı” haline getirilmesini istedi. Hak İş ve Memur Sen, bu görevi üstlendi. Bu iki konfederasyon, emekçilerin haklarını savunmak yerine AKP’nin tüm emek düşmanı politikalarını meşrulaştırdı. AKP, devletin tüm kurumları üzerinde egemenlik kurup “devlet partisi” olunca kuruluşundan bu yana devletin güdümünde olan Türk İş de -doğal olarak- AKP’nin güdümüne girdi. AKP; AB çizgisinden uzaklaşmaya başlayıp yüzünü otoratizme dönünce güdümlü sendikalar da AB’nin “Sosyal Avrupa” safsatasından yüz çevirip otoriter rejimin destekçisi ve meşrulaştırıcı ögesi haline geldi.
Bunca sözün özü şudur: Erdoğan’ın kıdem tazminatı, kısmi süreli çalışma gibi tartışmalı düzenlemeler konusunda, “İşveren sendikaları, işçi sendikaları gelin bir araya bu konuyu kendi aranızda halledin” diyor ya; bunun ardındaki niyet, emekçilerin sözüne de değer veren demokratik bir anlayış değil; milyonlarca emekçiyi sermayenin sömürüsüne terk ederken sorumluluğu “sendika” görünümlü örgütlerin üzerine yıkmaktır!
İşte AKP’nin diğer hükümetlerden farklı olarak sendikalara verdiği önem, onları yok saymak yerine; onları emek düşmanı politikalarının maşası haline getirmesidir! Kene gibi yapışmış sendika(cı)ları sırtlarından atıp, gerçek mücadele örgütlerini yeniden kurmadıkça emekçiler, AKP ya da benzerleri iktidarların güdümündeki sendika görünümlü örgütlerin de katkısıyla sömürülmeye devam edecektir.

Hiç yorum yok: