5 Mart 2021 Cuma

Milliyetçilik illeti!


6 Mart 2021

Milliyetçilerin çoğu bilmez ama milliyetçilik, kapitalizmin insanlığın başına belâ ettiği bir akımdır!

Kapitalist üretim sisteminin rekabete dayalı yapısı korumacılığı, paylaşım savaşlarını ve sömürgeciliği – emperyalizmi- kapitalizmin varlık koşulu haline getirdi. Tekil sermayelerin bu koşulları yerine getirmesi mümkün olamayacağı için milliyetçilik akımı temelinde ulus-devlet yapılanması gerekli görüldü. Milliyetçilik, burjuvazinin gereksinimleri doğrultusunda ulus-devletin inşasında temel yapı taşı olduğu gibi halklar arasında düşmanlık yaratarak hem “savaşların meşrulaştırılması”nın hem de “toplumsal sınıf çelişkilerinin üzerinin örtülmesi”nin aracı olarak
kullanıldı.

Milliyetçilik aklı, mantığı, vicdanı ortadan kaldıran; hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları gibi insanlığın kazanımlarını yok sayan bir akımdır. Milliyetçiliğin meşrulaşmasına aracılık ettiği şiddetinse ölçüsü yoktur. Tarih; milliyetçiliğe dayalı şiddetin -faşizmin- on milyonlarca insanı ölüme gönderen, yüz binlerce insanı fırınlarda yakan Nazi vahşetine kadar gidebildiğini de en çarpıcı haliyle göstermiştir.

Bu illet akım, ezen ve ezilen (azınlık) ulus milliyetçiliği olarak ikiye ayrılabilir. E
zen ulus milliyetçiliği, diğer ulusların sömürüsünü meşrulaştırmayı; sömürüden elde edilen zenginliği o ulusların halklarıyla paylaşmamak için onlar üzerinde tahakküm kurmayı amaçlar. Bunu yaparken de ötekileştirdiği, düşmanlaştırdığı halkların özgürlüklerini, siyasal ve kültürel haklarını kısıtlamak için şiddete başvurmaktan sakınmaz. Ezilen ulus milliyetçiliği ise buna tepki olarak ortaya çıkar ve ulusal özgürlüğün, siyasal ve kültürel hakların savunulmasına dayanır. Diğer bir söyleyişle ezen ulus milliyetçiliği emperyalist iken ezilen ulus milliyetçiliği anti-emperyalist olmak durumundadır.

Emperyalizme dayanan ezen ulus milliyetçiliğinin kapitalizmin ürünü olduğuna kuşku yoktur. Ancak emperyalizme tepki olarak ortaya çıkan ezilen ulus milliyetçiliğinin kendiliğinden anti-emperyalist bir içeriği olsa da eğer anti-kapitalist bir perspektife sahip değilse, ezen ulus milliyetçiliğine karşı koyamayacağı gibi -farkında olarak ya da olmayarak- sermayeye ve dolayısıyla emperyalizme hizmet eder. Bu durumda milliyetçiliğin her iki türü arasında farkı kalmaz!

Kimi halkların aynı zamanda hem ezilen hem de ezen ulus milliyetçiliğinin girdabına kapıldığı görülebilir. Türk milliyetçiliği bunun en tipik örneklerindendir.

Türkiye, emperyalist ülkelere karşı gerçekleştirdiği “Ulusal Kurtuluş Savaşı” sayesinde kurulmuş olmakla övünen bir ülkedir. Ama aynı zamanda Türkiye, diğer kapitalist ülkeler gibi ulus-devletin inşa sürecinde halklara homojen bir kimlik dayatmış ve Ermeniler, Rumlar, Kürtler ve diğer kimlikleri yok sayarak, “Türk milliyetçiliği”ne dayalı bir burjuva devrimi gerçekleştirmiştir. Yani “kapitalizme sadakati” elden bırakmadan, Batı emperyalizmine karşı ezilen ulus milliyetçiliği iddiası taşırken kuruluşundan bu yana Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayan “diğer” halklara karşı aldığı tutum, net biçimde “ezen ulus milliyetçiliği” olmuştur. Yakın geçmişte Ortadoğu’da yaşanan savaşlar nedeniyle Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan özellikle Suriyeli göçmenlere yönelik tutum da farklı değildir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen doksan sekiz yılda milliyetçilik, önce ulusal burjuvazi yaratmak, ardından yabancı sermayeyi ülkeye çekmek için çabalayan ama her daim burjuvazinin çıkarlarını temsil eden devlet yönetiminin mihenk taşı olmuştur. Türk milliyetçileri kapitalizmin milliyetçiliğe atfettiği işlevleri yerine getirmeyi “ülkü” edinmiştir.

İktidara ilk geldiği dönemde AKP, kendisinden önceki hükümetlerden farklı olarak AB’ye üyelik sürecine uyum çerçevesinde, milliyetçilikten bir ölçüde de olsa sıyrılmış olduğu görüntüsü verdi. Bu süreçte milliyetçiliği içselleştirmiş muhalefet partilerinin eleştirileriyle karşılaştı; 2013 Newroz’unda başlayıp 7 Haziran 2015 seçimlerinde son bulan çözüm süreci boyunca milliyetçi muhalefetin eleştirilerine hedef oldu.

7 Haziran seçimlerini kaybeden AKP dümen kırdı ve iktidarının devamı için HDP ve Kürt halkını karşısına alıp -o zamana kadar kendisine karşı olan milliyetçi muhalefetin desteğiyle- milliyetçilik adına demokrasiyi, hukuku, insan haklarını yerle bir etti; parlamenter rejimi fiilen ortadan kaldırıp tek adam rejimini inşa etti. Gittikçe artırdığı şiddetiyle, iktidarsızlık korkusunun ilacını yani şiddetin her türünü ülkenin üzerine bir karabasan gibi örttü. Parlamentodaki milliyetçi muhalefet içinden MHP, doğrudan AKP’nin yanında yer alırken CHP ve İYİ Parti ise HDP ve Kürtlere karşı politikalarında AKP’ye desteğini esirgemedi.

HDP’li siyasetçilerin tutsak edilmesi, HDP belediyelerine kayyum atanması ve nihayet HDP’nin kapatılma girişimi ve toplumun büyük çoğunluğunun buna sessiz kalması ya da desteklemesi; milliyetçiliğin aklı, mantığı, vicdanı olmadığını; hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları gibi insanlığın kazanımlarını yok saydığını bir kez daha gösterdi.

Milliyetçilik girdabına kapılan ister ezen isterse ezilen ulusun halkları olsun kendilerini özgür hissetmeleri, refah ve huzur içinde olabilmeleri mümkün değildir! Bugün maalesef Türkiye toplumunun büyük kısmı milliyetçilik girdabındadır. Siyasi iktidarın HDP’yi kapatma histerisi karşısında muhalefet partileri ve toplumun alacağı tutum, bu girdaptan kurtulma iradesinde olunup olunmadığını gösterecektir.

Sözün özü: Kapitalizmin insanlığın başına sardığı en büyük illetten, toplumu bir “güruh” haline getirip içten içe çürüten milliyetçilik illetinden kurtulmadıkça halklar özgürleşmeyecek, barış ve huzur içinde tek gün bile göremeyecektir!

Hiç yorum yok: