29 Eylül 2023 Cuma
Yeni anayasa tartışmaları ve DHP’nin sorumluluğu
22 Eylül 2023 Cuma
İşçi direnişleri…
Patronlar, emekçilerin beslenme, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmesini fırsata çevirirken en büyük desteği AKP/saray iktidarından alıyor. İktidar bir taraftan uyguladığı politikalarla Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal krizine neden olurken, diğer taraftan yaşam hakkı ve sosyal haklarını talep eden emekçileri, devletin güç aygıtlarıyla (kolluk, yargı vb) baskı altında tutmaya çalışıyor.
Gerçi, Ağustos ayında Antep Organize Sanayi Bölgesi’nde Şireci Tekstil’de çalışan yaklaşık 2 bin işçinin düşük ücretler için başlattıkları iş bırakma eyleminde Belediye Başkanı Fatma Şahin gibi AKP’liler ve yanı sıra CHP Milletvekili Melih Meriç gibi muhalefet temsilcilerinin, işçilerden “fedakarlık” isteyerek eylemleri sonlandırılmak için çabaladıkları da oluyor. Ama iktidar ve ana muhalefet temsilcilerinin patronun çıkarlarını korumayı amaçlayan çabaları sonuç vermeyince ise devreye yine iktidarın “güç aygıtı” giriyor; işçilerin -tüm engellemelere rağmen- örgütlenmeye çalıştığı Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) başkanı gözaltına alınıyor. Ancak sendikanın ısrarlı direnişi sayesinde iktidar ve muhalefet temsilcilerinin çabaları gibi baskılar da boşa çıkartılarak, işçiler taleplerinin önemli bir kısmını elde etmeyi başarıyor.
Geçtiğimiz günlerde işçi direnişi haberlerine bir yenisi eklendi. Trendyol’da kuryelik yapan işçiler tarafından Ankara, İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirildi bu direniş. Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için seslerini duyurmaya çalışan ve PTT-Sen ile Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri (DGD) Sendikası’nda örgütlenen işçiler işten çıkarıldı. Bunun üzerine eylemlerini Trendyol’un Maslak’ta bulunan genel merkez önüne taşıyan işçilere karşı yine AKP/saray iktidarının güç aygıtları devreye sokuldu, çok sayıda işçi gözaltına alındı.
Bir başka direniş de İzmir’de Argobay Seracılık’ta sürüyor. Artan iş yükü, ücretlerinin geç yatırılması, ücretsiz izin dayatması, baskı, kötü muamele, keyfi yer değişikliği gibi uygulamalara karşı Tarım-Sen’de örgütlenen işçiler işten çıkarıldı. İkisi mühendis otuz dokuz kişinin işten çıkarılmasına karşı işçilerin işletme önündeki eylemleri devam ederken, -iktidar gibi kendilerini görmezden gelen ana muhalefete seslerini duyurmak için- hafta sonu yapılan CHP il kongresine gittiler. Ancak CHP, kendi iç kavgalarıyla öylesine meşguldü ki işçilerin sesi duyması gereken kulaklara ulaşabildiğini sanmıyorum.
İktidarın emekçileri açlığa, sefalete sürükleyen politikaları sürdükçe, insanca çalışma ve yaşama talebiyle sesini yükseltenlerin eylemleri/direnişleri yoğunlaşacaktır. Buna karşılık olarak burjuvazinin çıkarları ve kendi bekasını korumaktan başka düşüncesi olmayan AKP/saray iktidarının demokrasiden, haktan, hukuktan daha da uzaklaşarak, sadece yasalarda yer alan haklarını talep eden emekçileri bile giderek daha acımasız yöntemlerle baskı altına alınmaya çalışılacağını tahmin etmek zor değildir.
Tüm baskılara rağmen kötü çalışma koşullarına ve sefalete razı olmayanların direnişleri sadece tekil işyerleri bazında ve ideolojik bir perspektif taşımadan sadece günlük sorunların çözümüyle sınırlı olduğu sürece -kısmi kazanımlar sağlansa da- kalıcı çözüm sağlamayacaktır. Emekçilerin içine düşürüldüğü sefaletten kurtulmak için üretimden gelen gücünü en etkili biçimde kullanarak ve direnişleri ortaklaştırarak, emek ve doğa sömürüsüyle var olabilen bu düzeni ve düzenin temsilciliğini yapan siyasi yapıları değiştirmeyi hedeflemekten başka yolu yoktur!
15 Eylül 2023 Cuma
Aynı gemide miyiz?
8 Eylül 2023 Cuma
“Liyakatli” OVP
Mayıs seçimlerine kadar muhalefet tarafından “ekonominin, liyakatsiz ellerde rayından çıktığı, krizden krize sürüklendiği” söylendi durdu. Dünyada ulusal paranın en fazla değer kaybettiği, enflasyonun, gıda ve konut fiyatlarının diğer tüm ülkelerden daha fazla yükseldiği bir ekonomi ne kadar eleştirilse azdır elbette. Ancak ekonomiye yönelik eleştirilerin ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal çöküşü liyakatsiz kadrolarla açıklamak ve “ray” ile tasvir edilen küresel kapitalizmin belirlediği araç ve yöntemlere geri dönüşü bu çöküntüye çözüm olarak görmek yanlıştı ve seçmeni ikna etmek konusunda da başarısız oldu. Keza beslenme ve barınma gibi en temel ihtiyaçların bile toplumun önemli bir kesimi tarafından karşılanamaz hale geldiği, ülkenin tarihindeki en büyük sosyal krizin yaşandığı koşullarda gidilen seçimlerde bile halk, tüm bu sorunları çözeceğine inanmadığı için muhalefete itibar etmedi.
AKP/saray iktidarı, uluslararası sermayenin liyakatli(!) teknokratı Mehmet Şimşek’le poz vererek muhalefetin tüm liyakat ve “ray”a dönüş söylemlerini boşa çıkardı. Seçim sonrasında ekonominin başına getirilen “liyakatli” Şimşek ve onun “liyakatli” ekonomi yönetimiyle Mayıs’tan Eylül’e kadar geçen üç ayda Türk Lirası yaklaşık yüzde 35 değer kaybederken, Mayıs ayında -TÜİK verilerinde- yüzde 39.6 olan yıllık enflasyon Ağustos ayında yüzde 58.94’e çıktı. Ekmek, su gibi temel ihtiyaç maddelerinden alınan dolaylı vergilerdeki (KDV, ÖTV vb) artış ve getirilen ek vergiler enflasyonu daha da körükledi. Bu kısa dönemde asgari ücret ve toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen ücretler TÜİK’in çarşı pazarın gerçek fiyat artışlarının yarısına ulaşmayan enflasyon verilerinin bile altında kaldı. Emeklilerin önemli bir kesiminin ücreti ise Türk İş’in belirlediği açlık ücretinin yarısına dahi ulaşamadı.
“Liyakatli” ekonomi yönetiminin üç aylık dönemde gösterdiği performans -ki yeniden “ray”a dönüş olarak görülen uygulamalardır- muhalefetin seçim öncesindeki eleştirilerini tamamen sona erdirdi ve hatta muhalif kesimlerden -aralarında kendisini solda tanımlayan kimileri de vardır- övgü bile aldı.
Bu “liyakatli” kadronun son icraatı 2024-2026 dönemini kapsayacak olan ve geçtiğimiz günlerde Erdoğan tarafından açıklanan Orta Vadeli Program (OVP)’ı hazırlamak oldu. OVP’nin geneline yönelik birçok değerlendirme yapıldı. Ben burada kısaca istihdam ve özellikle emeklilik hakkına ilişkin bir kaç noktaya değinmekle yetineceğim. Ama öncelikle şunu belirtmeliyim ki ilk kez 2005’te 2006-2008 yılları için hazırlanan OVP (2019-2021 arasında Yeni Ekonomi Programı olarak adlandırılmıştı), belirlediği hedefleri bugüne kadar tutturamamış olmakla birlikte ekonomi yönetiminin genel eğilimini belirlemek bakımından gözardı etmemek gerekir.
OVP’nin “Öncelikli Reform Alanlarına Yönelik Düzenlemeler” ek başlığında AKP’nin ilk kez iktidara geldiği 2002’de sadık kalacağı taahhütünde bulunduğu neoliberal yapısal uyum programındaki “işgücü piyasasına yönelik yapısal reformların yaşama geçirilmesi” hedefi birçok kez olduğu gibi tekrarlandı. Her defasında “işsizlikle mücadele”, “işgücüne katılımın artırılması” gibi gerekçelerin ardında getirilen yapısal reformlar çerçevesinde -4857 sayılı İş Kanunu başta olmak üzere- bugüne kadar birçok düzenleme yapılarak emek rejimi esnekleştirilirken emekçiler güvencesizleştirildi.
Yeni OVP’de istihdam başlığı altında “mesleki eğitimin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi ve meslek okulu öğrencilerinin ucuz işgücü olarak kullanılmasının yanı sıra yine sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda uzaktan, kısmi ve geçici süreli çalışma gibi esnek çalışma modellerinin yaygınlaşması” hedeflenmekte. Ayrıca AB’nin ve ILO’nun yerleştirmeye çalıştığı ama hiçbir zaman emekçilere güvence sağlamayan aksine ellerindeki sosyal haklardan da yoksun bırakan “güvenceli esneklik” vaadi de tekrarlanıyor. Öte yandan “aktif istihdam politikaları" adı altında sermayeye kaynak aktarmaktan başka bir işe yaramayan uygulamalara devam edileceği de beyan edilmekte.
Önceki OVP’lerden farklı olarak sosyal güvenlik ve özelikle de emeklilik sistemi üzerindeki hedefler dikkat çekici. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar başlığı altında Bireysel Emeklilik Sigortası (BES)’in cazibesinin arttırılması, Otomatik Katılım Sistemi (OKS)’yle “tamamlayıcı emeklilik sistemi”nin kurulması ve “Tamamlayıcı Uzun Süreli Bakım Sigortası” ihsas edilmesine de OVP’de yer verilmiş. Kamu maliyesi başlığında “Sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliğinin güçlendirilmesi” alt başlığında ise yine esnek çalışma biçimlerinin, evde sağlık hizmetlerinin, aile temelli sosyal yardımlaşmanın ve sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasının teşvik edileceği belirtilmekte. Tüm bunlar AKP’nin kamusal sağlık ve emeklilik sistemini tamamen tasfiye ederek sermayeye kâr alanı haline getirme niyetinin somut göstergeleri.
Bir sosyal kazanımı/hakkı işlevsiz hale getirip, ardından da tasviye etmek neoliberalizmin yaklaşık 50 yıldır uyguladığı bir stratejidir. Emekli maaşlarının açlık sınırının altında bırakılması, güvencesiz çalışma vb. sosyal güvenlik hakkının anlamsız hale gelmesi de -toplumsal tepkiye neden olmadan- ortadan kaldırılmasını kolaylaştırma stratejinin parçasıdır.
“Liyakatli” ellerde hazırlanan OVP, emekçi ve yoksul kesimleri daha da yoksullaştıracak, sömürüyü arttıracak koşulları normalleştecek/meşrulaştıracak bir döküman olmaktan ibarettir. Burada sorgulanması gereken, sosyal çöküntüyü derinleştirecek bu programdan ziyade buna karşı muhalefet ve işçi sınıfının temsilcisi olması gereken sendikalardaki “liyakatsiz” kadroların bu tablo karşısındaki derin sessizliğidir!
1 Eylül 2023 Cuma
Anadilde sağlık en temel insan hakkıdır!
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, e-reçetem uygulamasına İngilizce, Almanca, Arapça, Fransızca ve Rusça olmak üzere 5 dilin eklendiğini duyurdu. Bakan Koca yaptığı açıklamada bu uygulamanın sadece yabancı uyruklu hastalar için geçerli olduğunu, Türk vatandaşlarının ise sadece Türkçe hizmet alabileceklerini belirtti.
Bakanlık bu uygulamasıyla Türkiye’de en çok kullanılan ikinci dil olan Kürtçe’yi bir kez daha görmezden gelerek, yurttaşların bir kısmının anayasal bir hak olan sağlık hakkına ulaşımını engelleyen ayrımcı politikalarını sürdürdü.
Oysa bir hastalığın tanısı için gerekli olan ilk ve en önemli adım, -acil tıp teknisyeninden hekime kadar- sağlık personeliyleyle hasta arasında kurulacak sağlıklı bir iletişimdir. Bu da ancak hasta ile hastaya müdahale etmek durumunda olan sağlık personelinin aynı dili konuşması ile ve elbette hastanın kendini en iyi ifade edebileceği dil (ana dili) ile derdini anlatabilmesiyle mümkündür. Öte yandan aracı bir kişi (çevirmen) tarafından hastanın sağlık durumunun aktarımının mahremiyet açısından ciddi bir sorun teşkil ettiği gibi hastanın kendisini rahat ve doğru ifade edememesi gibi sonuçlara da yol açmaktadır.
Onkoloji uzmanın Dr. Halis Yerlikaya, çeşitli zamanlarda bianet.org haber sitesinde anadilde sağlık üzerine kaleme aldığı yazılarda anadilde sağlık hakkını engellemenin yaşam hakkını ihlal etmeye varan sonuçlar doğurabildiğini, verdiği örneklerle gözler önüne sermektedir.
Yerlikaya’nın 7 Ocak 2022’de yayımlanan “Kürt illerinde kanser tanısı geç konuluyor” başlıklı yazısında köyde yaşayan, Kürtçe dışında dil bilmeyen 41 yaşında, 6 çocuk annesi bir hastanın yaşadıklarını aktardığı örnek özetle şöyle: Sağ memesinde giderek büyüyen ağrısız sert bir şişlik fark etmesine rağmen hasta, pandemi döneminde hastaneye gidişlerdeki zorluklar, virüs kapma korkusu, utangaçlık gibi nedenlerin yanı sıra, daha önce bir muayene sırasında -Türkçe konuşamadığı için- iletişim kuramamaktan kaynaklanan azarlanma nedeniyle doktora başvurmaktan çekiniyor. Şikayetleri artıp da hastaneye başvurmak zorunda kaldığında ise memede oluşan kanserin birçok organı (kemikler, karaciğer, beyin) sardığı anlaşılıyor. Erken teşhisle kolayca tedavi edilebilecek bir hastalık nedeniyle hasta, zorlu bir tedavi sürecini yaşamak zorunda kalıyor. (https://m.bianet.org/bianet/biamag/255927-kurt-illerinde-kanser-tanisi-gec-konuluyor).
Yerlikaya, 18 Ekim 2021’de yayımlanan “Yaşam hakkının vazgeçilmezi: Anadilinde sağlık” başlıklı yazısında da çeşitli örnekler veriyor. Bunlardan biri Ağrı’da acil servise gelen ve Kürtçe’si yanlış anlaşıldığı için yanlış tedavi uygulanan bir hasta. Bir diğeri ise Siirt’te meme kanseri bir hastanın -Türkçe bilmediğinden- şikayetinin yanlış anlaşılması nedeniyle kendisine grip tedavisi uygulanması ve gerçek hastalığın anlaşılması geciktiği için hastanın yaşamını kaybetmesi (https://m.bianet.org/bianet/saglik/251965-yasam-hakkinin-vazgecilmezi-anadilinde-saglik).
Gerek Halis Yerlikaya’nın yazılarından gerekse TTB ve bölge tabip odalarının anadilde sağlık gündemiyle yaptığı açıklamalardan piyasacı sağlık sisteminde zaten oldukça zor olan “sağlığa erişimin” anadilde sağlık hizmeti engellenerek daha da zorlaştırılması ve bu ayrımcı uygulamalar sonucunda pek çok hastanın yaşamını kaybetmesine varacak vahim vakaların yaygın bir sorun olduğu anlaşılıyor.
Yerlikaya’ya göre dil kursları, Kürtçe bilen sağlık çalışanlarının bölgeye atanması, dil tazminatı, sağlık tercümanları, bölgede görev yapan hekimler için kitap-broşür hazırlamak, tıp eğitiminde seçmeli Kürtçe ders verilmesi gibi uygulamalarla sorun kısa vadede çözülebilir. Ama bunun ötesinde yaşam ve sağlık hakkı -e reçete uygulamasında olduğu gibi- siyasi bir tercihin konusu olmamalıdır.
Sağlığa erişim ve sağlıklı bir yaşam sürdürmek, en temel insan hakkıdır; evrensel hukuk da TC Anayasası da bu hakkı güvence altına alma yükümlülüğünü devlete vermiştir. Gerekçesi her ne olursa olsun yurttaşların (ya da yurttaş statüsünde olmayan tüm insanların) dili, dini, cinsiyeti, cinsel tercihi veya yönelimi vb nedenlerle sağlık hakkına erişiminin önüne çıkartılacak her türlü engel; “yaşam hakkını ve insan haklarını ihlal” olarak değerlendirilmelidir!
Popüler Yayınlar
- Üniversite’de Neden ve Nasıl Örgütlenmeli?
- Patron, devlet, ‘sendika’ ve Özak direnişi…
- ÖMK sadece öğretmenlerin meselesi mi?
- Sefalet ücretinin sorumlusu kim?
- Emeklilik sisteminin yeniden yapılanması ve ‘aktüeryal denge’ masalı!
- KAPİTALİST ÜRETİM SİSTEMİNDE EMEĞİN VAROLMA MÜCADELESİNİN VAZGEÇİLEMEZ ARACI: GREV
- Algı operasyonunun yeni hedefi: Emeklilik sistemi
- TARİHSEL SÜREÇTE BİR PARANTEZ: “SOSYAL GÜVENLİK HAKKI”
- Kürt’e halay yasağının hedefi sadece Kürtler mi?
- ‘Aktüeryal denge’ masalı -2