6 Kasım 2009 Cuma

‘YÖK’e Hayır’ Ama Neden?..


06/11/2009
ÖZGÜRCE

Bugün 6 Kasım… 12 Eylül rejiminin en temel kurumlarından biri olan YÖK’ün 28. kuruluş yıldönümü.
Pek çok alanda var olan 12 Eylül’ün ruhu üniversitelerde de YÖK ile yaşıyor.
Ancak 12 Eylül ruhunu sadece 5 generalin ülke yönetimine el koyup yarattığı faşizan ortam olarak değerlendirmemek gerekir.
Zira bu faşizan rejimin amacı, ulusal ve uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda Türkiye’de neoliberal politikaların yaşama geçirilmesidir.
12 Eylül rejimi büyük ölçüde amacına ulaşmıştır.
YÖK’ün de bu süreçte önemli rolü olmuştur. YÖK düzeni içerisinde üniversiteler, bir taraftan piyasa içinde var olabilmek dışında hiç şey düşünmeyen ve sadece piyasanın ihtiyacı olan işgücünü karşılamaya hizmet eden bireyler yetiştirmiştir.
Diğer taraftan ise YÖK’le birlikte üniversiteler araştırma faaliyetlerini sermayenin ve siyasi iktidarların çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmeye yönelmiştir. Üniversitenin işlevleriyle birlikte üniversitenin işleyişi de piyasalaşmıştır.
Bu bağlamda, öğrenim faaliyetlerinde düşünme ve sorgulama yeteneği olmayan tamamen piyasaya eleman yetiştirmeye yönelten üniversite, öğrenim finansmanını ise büyük ölçüde “müşteri” olarak gördüğü öğrencilere ödettirmektedir.
Araştırma faaliyetlerinin finansmanı ise üniversite-sanayi işbirliği adı altında ulusal ve uluslararası sermaye kuruluşlarının projeleri ile sağlanır hale gelmiştir.
YÖK’ün baskı düzeninin üniversitelerde hâlâ geçerli olması ve sermayenin üniversiteyi adeta abluka altına alması 27 yıldır olduğu gibi bugün de üniversitelerde demokrasi ve özerklik talebini dillendiren –az sayıdaki- öğrenci ve üniversite emekçisi tarafından çeşitli etkinliklerle protesto edilecektir.
Üniversitenin demokratikleşme ve özerkleşme talepleri dillendirilirken birkaç noktaya çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Zira yüksek öğretim sisteminin yeniden yapılanması sadece üniversitenin piyasalaşmasına karşı olanlar tarafından değil, üniversiteyi bütünüyle sermayeye teslim etmek isteyenler tarafından da dillendirilmektedir.
Bu bağlamda, TÜSİAD ve Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) tarafından hazırlanan taslak ve strateji raporlarında yüksek öğretim sistemindeki merkezi yapı eleştirilmekte ve üniversite özerkliği savunulmaktadır.
İlk bakışta, üniversiteyi piyasalaştığı için eleştirenlerle, üniversiteyi tamamen piyasalaştırmak isteyenlerin aynı taleplerde buluştukları izlenimi ortaya çıkmaktadır. Oysa sermaye temsilcilerinin özerklikten kasıtları üniversitedeki bilimsel özerklik değil sadece mali ve idari özerkliktir.
Mali özerklik ile ifade edilmek istenen ise üniversitenin kamu kaynaklarından finanse edilmesi yerine kendi finansman kaynaklarını kendisinin yaratmasıdır.
Üniversitenin kendi kaynakları ise öğrencilerin cebindeki paralar ile sermayeden gelecek projelerdir. Ayrıca üniversitedeki çalışmanın esnekleşmesi –iş güvencesinin ortadan kalkması ve iş yoğunluğunun artması- ve üniversiteye gelir sağlama odaklı olması – performans değerlendirme vs. sistemlerle- da bu sürecin doğal sonucudur.
Sermaye örgütlerinin idari özerklik adı altında getirmek istediği; dış paydaşlar (hissedarlar) olarak tanımladığı sermaye temsilcilerinin de üniversite yönetimlerinde söz sahibi olması ve üniversitenin öğrenim ve araştırma faaliyetlerinin bu paydaşlarının ihtiyaçları doğrultusunda belirlenmesidir.
Üniversitede bilimsel faaliyetleri yürüten üniversite bileşenleri ve emek örgütlerine üniversitenin karar alma mekanizmalarında hiçbir söz hakkı vermeyen bu anlayışın amacı; üniversiteyi sermaye dışı toplum kesimlerinden tamamen uzaklaştırıp, idari olarak sermayenin tahakkümü altına sokmaktır.
Sonuç olarak, bugünkü yüksek öğretim sistemi ve YÖK, birbiri ile taban tabana zıt yönlerden eleştirilmektedir.
Bu durumda gerek sisteme gerekse YÖK’e karşı çıkışın gerekçeleri çok net bir biçimde ortaya konulmalı ve bir alternatif sistem önerisi geliştirilmelidir.
Aksi halde sadece “YÖK’e hayır” sloganı bugün yapılan protestoların amacına ulaşmasını sağlamayacaktır.

Hiç yorum yok: