ÖZGÜRCE
İsrail’le gemi, ABD ile İran krizi derken ülkenin gündemi tamamen dış politikaya kaymış durumda. Ama tüm bu karmaşa arasında hükümet emekçileri hiç unutmuyor(!) Gündem kaymasından da yararlanarak yine emekçilerin haklarını ortadan kaldıracak düzenlemeler için “canla başla” çalışıyor(!) Bir taraftan hükümetin 6 bakanı sermaye temsilcileri ve sendikalarla birlikte Ulusal İstihdam Stratejisi oluşturmak için toplanıyor. Diğer taraftan uzun süredir rafa kaldırılmış olan kamu personel reformu tekrar gündeme geliyor.
Görüntü güzel. Bir tarafta Türkiye’nin en büyük sorunu işsizlik, öbür tarafta yıllardır çözüm bekleyen kamu çalışma düzeninin yeniden yapılanması gündemin karmaşası içinde unutulmuyor(!)
Önce Ulusal İstihdam Stratejisi ile neler yapılıyor ona kısaca bakalım: “Ulusal İstihdam Stratejisi” adı heybetli… Gerçekten ilk duyunca irkiliyor insan… İstihdam yani emekçi için nihayet bir ulusal strateji oluşturulduğu geliyor akıllara. Oysa adının heybetine aldanmamak gerek, içeriğine baktığınızda, sermayenin son iki üç yılda sürekli talep ettiği ve hükümetin de bu yönde sürekli olarak yaptığı düzenlemelerin daha da ileri götürülmesinden başka yeni bir şey yok ortada. Ancak bu kez getirilmek istenenler emekçiler için öyle kabul edilemez ki tepkileri engellemek için yine ortaya bir sosyal diyalog masası kuruluyor. Yani sendikalar da bu işe ortak ediliyor.
Strateji olarak getirilmek istenenler: Esnekleşmenin yani güvencesizliğin yaygınlaştırılması; istihdam üzerindeki maliyetlerin düşürülmesi yani sigorta primi, vergi ve hatta ücret (kısmi çalışma ödeneğiyle) gibi işveren yükümlülüklerinin topluma ya da İşsizlik Sigortası Fonu’nun üzerine yıkılması ve bir de kıdem tazminatının kaldırılması.
İstihdam Zirvesi adıyla kurulan sosyal diyalog masasında görüşülen Ulusal İstihdam Stratejisi konusunda sendikaların tek itirazı, kıdem tazminatı. Onun dışında esnekliği yani güvencesizliği ve istihdam maliyetlerinin düşürülmesini kabullenmişler. Türk-İş bunları kabullenmenin de ötesine geçerek hazırladığı ‘‘Türkiye’de İstihdam ve İşsizliğin Önlenmesi” başlıklı raporda istihdam üzerindeki yüklerin hafifletilmesini, eğitimin piyasanın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini, İşsizlik Sigortası Fonu’nun GAP bölgesinde sermayeye aktarılmasını bizzat kendisi öneriyor. Türk-İş, daha da ileri giderek nüfus artış hızının düşürülmesini ve çalışma süresinin 45 saatten 40 saate indirilmesini istiyor.
Türk-İş’in önerdiği nüfus artış hızının düşürülmesi ekonomik ve sosyolojik pek çok etkene bağlıdır. Bunlar dikkate alınamadan nüfus planlaması yapmak “toplum mühendisliği” olur ki bu da son derece antidemokratik bir yaklaşımdır. Böylesine sonuçları en az 15-20 yıl sonra ortaya çıkacak ve sendikaların üzerine vazife olmayan önerilerden önce emek talebini yani özelleştirmeleri, yatırımları ve dolayısıyla, sermayeyi ve devleti sorgulamaları gerekir. Çalışma süresini 45 saatten 40 saate düşürme önerisi de içinde bulunduğumuz koşullarda son derece absürt olan bir başka durumdur. Türkiye’de 2008 krizi sonrasında çalışma süresi 64 saate kadar çıkmıştır. Bu durumda Türk-İş’in yöneticilerine hangi ülkede sendikacılık yaptıklarını sormak gerekir(!) Türk-İş yöneticileri Türkiye’de olduklarının farkında ise önce emek piyasasının genelinde çalışma saatinin 45’e ve hatta 50’ye indirilmesi, ondan sonra 40 saat için çaba harcaması daha gerçekçi olmaz mı?
***
Kamuda çalışma düzeninin gündeme getirilişi de yine yanıltıcı bir propagandayla olmaktadır. Basında günlerdir bu konuda verilen haberlerde öne çıkan; memurun doğum izninin arttırılması, KİT çalışanına sendika hakkı, harcırahların arttırılması vatandaşa kötü muamele yapan memurun ihracı ve sendikalı memura yılda 4 ikramiye verilmesidir. Getirilen düzenlemenin veriliş biçimi son derece aldatıcı ve eksiktir. Örneğin sendikalı memura 4 ikramiye verileceği söylenmektedir. Dört ayın toplamında verilecek ikramiye toplamı 122 TL’dir. Bilindiği gibi bir süre öncesine kadar sendika aidatları devlet tarafından ödenmekteydi ve miktarı da yıllık yaklaşık şimdi ikramiye olarak verilen miktar kadardı. Yani, memura verilmiş yeni herhangi bir şey yoktur.
Kamuda çalışmayı düzenleyen tasarıda aldatıcı hükümler yanında basında yer verilmeyen son derece önemli düzenlemeler vardır. Her şeyden önce bu tasarı ile kamu yönetimi tamamen özel sektör düşüncesiyle yani piyasa koşullarında işletilecektir. Bunun çalışanlara yansımaları tasarıda da yer aldığı gibi performans değerlendirmesi ve iş güvencesinin ortadan kalkmasıdır. Kamu hizmetlerinin piyasalaşmasının etkisi sadece çalışanlarla sınırlı kalmayacaktır. Piyasa koşullarında işleyen vergi dairesi, tapu dairesi, adliye, nüfus dairesi, okul, hastane gibi kamu kurumlarından hizmet almak isteyenler de birer “müşteri” olarak ancak paraları kadar bu hizmetlerden yararlanabileceklerdir. Böylesine köklü ve toplumsal etkileri büyük olacak bir düzenleme gündeme gelmiş olmasına karşın sendikalarda henüz belirgin bir mücadele işareti gözükmemektedir.
Türkiye’de gündemin en önünde ne olursa olsun, emekçilerin haklarına yönelik saldırılar her daim devam etmektedir. Bu koşullarda emekçilerin hükümete, sermayeye ve onlarla işbirliği içindeki sendika(cı)lara karşı sürekli uyanık olmalı ve göstereceği mücadeleyle gündemi kendisi belirlemelidir(!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder