5 Kasım 2010 Cuma

29. Yılında YÖK, Üniversite ve Toplum

05/11/2010

ÖZGÜRCE

Türkiye üniversiteleri YÖK’le geçen 29 yılını geride bıraktı. Aradan geçen 29 yıl içerisinde YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan 6 Kasımlar demokrasi ve özgürlük olmadan üniversitede bilgi üretmek ve sunmanın da mümkün olmayacağını düşünenler tarafından protesto günü olarak ilan edildi. YÖK’ü protesto günlerinde sendika ve derneklerde örgütlü olan az sayıda öğretim elemanı ve idari personel dışında çoğunlukla üniversite öğrencileri tepkilerini gösterdi. YÖK protestolarında hedef YÖK’ün kurumsal yapısı oldu elbette. Ama kimi zaman YÖK başkanlarına gösterilen tepki, kuruma olan tepkinin de önüne geçti.

YÖK’e ve YÖK başkanlarına gösterilen tepkiler, genellikle türban yasağı ya da rektör atamalarıyla başlayan kadrolaşma girişimleri üzerinden topluma yansıdı. Bu bağlamda özellikle 28 Şubat sürecinin üniversiteye yansımasını sağlayan Kemal Gürüz ve ondan sonra göreve gelen Erdoğan Teziç, türbanı yasakladığı için; halen görevdeki Başkan Yusuf Ziya Özcan ise türbana serbesti getirdiği için kamuoyunun gündemine geldi. Yine bu süreçte Cumhurbaşkanları Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül’ün yaptığı rektör atamaları da kamuoyunda haber değeri buldu. Hal böyle olunca da toplumda üniversite sorunu sadece laiklerle antilaiklerin çatışması olarak algılandı.

Oysa üniversitelerde yaşanan gerçek sorun ne sadece kadrolaşma çabaları ne de türban meselesiydi. 12 Eylül darbecilerinin YÖK’ü üniversiteler üzerine musallat etmesinin tek bir nedeni vardı o da üniversitelerin darbenin de gerekçesi olan neoliberal politikaların gerekleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmasıydı. Üniversitede neoliberal yeniden yapılanma, üniversitenin ve dolayısıyla bilimin toplumsal olmaktan çıkartılıp, bütünüyle piyasanın yani sermayenin hizmetine amade edilmesiydi. Bunun gerçekleşmesi için önce üniversitedeki idari ve akademik özerkliğin ortadan kaldırılması gerekiyordu. YÖK sayesinde üniversite özerkliği ortadan kaldırıldı ve üniversite, siyaset kurumuna bağımlı hale getirildi. Artık üniversite bileşenlerinin (Akademisyen, öğrenci, idari personel) hiçbir söz hakkı kalmıyor, tüm işleyiş, atanmış rektörlerin iki dudağı arasına bırakılıyordu. YÖK kurulduktan sonra ilk icraat olarak üniversitedeki özgür düşünceyi savunan bilim adamlarını tasfiye etti. Daha sonra kışla düzenine uygun biçimde akademik hiyerarşiyi keskinleştirdi ve örgütlülüğü engelledi.

Üniversitede idari özerkliğin ortadan kalkmasıyla yaratılan baskı ortamı akademik özerkliğe de yansıdı ve akademik çalışmalar, siyasi iktidarların ve piyasanın çıkarlarıyla sınırlı bir çerçeve içerisine sıkıştırıldı. Öte yandan üniversitelere genel bütçeden ayrılan payın ve akademisyen ücretlerinin bilinçli bir biçimde sınırlandırılmasıyla birlikte yaratılan mali baskılar da idari baskılarla birleşince akademik özerklik tamamen ortadan kalkmış oldu.

YÖK düzeni içinde idari, mali ve akademik baskılarla geçen 29 yılın ardından bugün üniversiteler, öğrenim faaliyetlerini öğrencilerden topladıkları harçlardan, araştırma faaliyetlerini ise üniversite-sanayi işbirliği içerisinde elde edilen projelerden sağlamaktadır. Öğretim faaliyetlerinde amaç sermayenin istediği nitelikte işgücü yetiştirmekten ibarettir. Araştırma faaliyetleri de yine sermayenin ihtiyaç duyduğu alanlarda yapılan çalışmalarla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla üniversitede toplumun refahı ve gelişmesi için bilimsel bilgi üretme ve sunma işlevinden tamamen uzaklaşmıştır.

Maalesef geçen 29 yılda YÖK ve üniversitede yaşananlar toplumu doğrudan ilgilendiren yönleriyle anlatılamamış, sadece kişiler üzerinden yürüyen kısır bir laik - antilaik ayrışması gibi gösterilmiştir. Oysa bu ayrışma görüntüsünün ardında, bugüne kadar YÖK’ün başında bulunan beş başkanın beşi de istikrarlı bir biçimde üniversitedeki bu yapısal dönüşümü yaşama geçirme gayretinde olmuştur.

Bu yıl da gelenekselleştiği üzere YÖK 6 Kasım’da protesto edilecek ve YÖK’ün kaldırılması istenecektir. Elbette YÖK’ün kaldırılmasını için yapılacak olan protestolar son derece anlamlıdır. Ancak, sadece üniversite bileşenlerinin içinde yer alacağı bir platformda YÖK ve üniversite sorunun çözülemediği de 29 yıllık tecrübe ile sabittir. Bu durumda yapılması gereken, yılda bir kez gerçekleştirilecek eylemlerin yanı sıra üniversitede yaşanan sorunları ve bu sorunların başta emekçiler olmak üzere toplumun geniş kesimlerine nasıl yansıdığını anlatmak ve böylece YÖK’e ve üniversitedeki piyasalaşma sürecine karşı tepkiyi ve mücadeleyi toplumsallaştırmaktır(!)

Hiç yorum yok: