25/11/2011
Başbakan bedelli askerliğin bedelini açıkladı: 30 bin TL.
30 bin TL’nin anlamı elde edilen gelire ya da sahip olunan servete göre değişir. Kimi 30 bin TL’ye çocuğuna yılbaşı hediyesi alır kiminin de 30 bin TL kazanabilmek için yıllarca çalışması gerekir. Örneğin asgari ücretle iş bulabilen bir emekçinin 30 bin TL’yi elde edebilmek için (Hiç işsiz kalmamak kaydıyla) 50 ay ter dökmesi gerekir. Yine asgari ücretten çalışan bir emekçi ancak 35 yıl 8 ay kesintisiz çalışmışsa 30 bin TL kıdem tazminatı alabilir.
Rakamların gösterdiğine bakılırsa asgari ücretle çalışan bir emekçi gelirinin tamamını bile ayırsa askere gitmemenin bedelini ödeyebilmesi mümkün değildir. Ama kapitalizmde çare tükenmez(!) Önce çaresizliği üretip sonra da çareyi pazarlayan yani önce zehri üretip sonra panzehir üzerinden kâr elde etmeyi amaçlayan kapitalizm, askerliğin bedelini ödeyemeyecekler için de hemen “çare” üretmeye soyunmuştur. Henüz başbakan bedellinin bedelini açıklamadan bankalar “bedelli askerlik kredisi” için hazırlıklarını tamamlamışlardır bile…
Ama askerliğin bedelini –nam-ı diğer vatan borcunu- banka kredisiyle taksit taksit ödemeye niyetlenenler için önce kredinin bedelini hesaplamalarını öneririz. Bankaların “bedelli askerlik kredisi” faizleri aylık yüzde 1.40-1.45 dolayındadır. 1 ile 5 yıl arasındaki seçilecek bir vadedeki kredinin aylık taksitleri ise 2 bin 800 TL ile 800 TL arasında değişmektedir. Bankalar, kredi vermek için aylık taksitlerin ortalama olarak kişinin gelirinin en az yüzde 30-50 civarında olmasını beklemektedir. Bu durumda “bedelli askerlik kredisi”ne başvuracakların asgari aylık gelirinin 2 bin 500 TL ile 5 bin 500 TL arasında olması gerekmektedir.
Asgari ücretin net (Asgari geçim indirimi olmadan) 600 TL olduğu ve milyonlarca işçinin asgari ücretin altında çalıştırıldığı, ortalama memur maaşının bile yaklaşık 1500 TL olduğu Türkiye’de askerliğin bedelini karşılayacak krediyi alabilmenin koşulu olan asgari geliri elde edebilen emekçilerin oranı bir elin parmaklarını geçmemektedir.
Uzun sözün kısası: Eğer atadan dededen kalma satılacak bağı bahçesi yoksa ister memur olsun ister işçi; ister mavi yakalı olsun ister beyaz yakalı; ister sendikalı olsun ister sendikasız Türkiye’de işçi sınıfının çok büyük kesiminin bedelli askerliğin bedelini ödemesi imkansızdır. Bu durumda sermayenin üretim sürecinde terini sömürdüğü işçi sınıfı -askerliğin bedelini ödeyebilecek parası olmadığı için- şimdi de cepheye sürülmektedir.
Kapitalist düzeni tercih eden Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların “sınıfsız, zümresiz toplum” yönündeki temelsiz söylemi birçok alanda olduğu gibi askerlikte de gerçekleşmemiştir. Diğer kapitalist ülkeler gibi Türkiye’de de varlıklılar, mevki ve sermaye sahipleri ve onların çocukları günlerini gün ederken “kutsal vatan hizmeti” denilerek askere gönderilen, cephe önlerinde hedef olan hep işçiler, köylüler, yoksullar olmuştur. Bugün AKP Hükümetinin çıkarttığı “bedelli askerlik” uygulaması, geçmişten beridir var olan sınıfsal ayrımcılığı çok daha net biçimde ortaya koymaktadır.
Askere gitmeyi sadece işçi sınıfına dayatan bedelli askerlik uygulaması “İşçi Sınıfı Cennete Gider” filmini anımsatmıştır. İtalyan Yönetmen Elio Petri’nin “İşçi Sınıfı Cennete Gider” filmi 1971 yılında gösterime girmiş ve 1972 yılında da Cannes Film festivalinde Altın Palmiye ödülü almıştır. Petri, filmi için doğru bir isim seçmiştir; eğer bir cennet varsa şüphesiz, emeğiyle yaşamını sürdüren işçiler, emekçiler cennete gideceklerdir. Ama sınıf bilincine sahip hiçbir işçi, cennete gitmeyi hedeflemez. Onun hedefi; şimdiki yaşamını yani bu dünyayı cennete çevirmek için mücadele etmektir(!) Dünyayı cennete çevirmenin birinci koşulu; doğayı, insanlığı hızla yok eden kapitalizm belasından kurtulmaktır. Kapitalistler, kendilerine “sömürü cenneti” haline getirdikleri bu düzeni sürdürmek için işçi sınıfına bu dünyada zulmü hak gösterip, başka bir dünyada cenneti vaat ederler.
Eğer sınıf bilinci oluşmamış ya da sınıfsal hafıza silinmişse, kapitalistlerin başka dünyada cennet vaadi emekçiler tarafından kabul görür. Böylece bu dünyada yaşanan ne sömürü, ne açlık ne de yokluk sorgulanır. Hal böyle olunca emekçi için ölüm neredeyse zulümden kurtulmanın yolu haline gelir ve iş kazalarında ölmek de askere gidip savaşta ölmek de emekçiler için olağanlaşır.
Bu nedenle işçi sınıfı örgütlerinin üretim sürecindeki sömürü kadar, ulusların, halkların emekçileri ve yoksullarından oluşan askerlerin –sermayenin çıkarları için- birbirlerine silah doğrulttuğu savaşlara da karşı olması ve militarizme karşı emekçileri bilinçlendirerek mücadele etmesi gerekir. Başta sendikalar olmak üzere sınıf örgütlerinin üretim sürecindeki sömürü gibi işçi sınıfının kanı üzerinden savaş çığlıklarının yükselmesi karşısında sessiz kalmasını da kabul etmek mümkün değildir(!)