ÖZGÜRCE
Harçlar kalkıyor da ne oluyor?
12 Eylül darbesinin ardından Türkiye’nin toplumsal yapısı neoliberal düzene göre yeniden yapılandırılma sürecine girmiş; bu kapsamda kurulan YÖK, yükseköğretimde katkı payı adı altında harç almaya başlamış ve miktarı arttırılarak bugüne kadar uygulanmıştır. Kimi öğrenci harç ödeyemeyeceği için yüksek öğretimden vazgeçmiş; kimi borçlanmış, kimi de harç borçları yüzünden icralık olmuştur. Harçlara ve üniversitelerin ticarileşmesine karşı yürütülen birçok eylem ve etkinlik ise siyasi iktidarlar ve üniversite yönetimleri tarafından en sert biçimde bastırılmış, birçok öğrenci bu eylem ve etkinliklere katıldığı için hem eğitim hakkından mahrum kalmış hem de yıllarca cezaevlerinde tutulmuştur.
Yüksek öğretim harçları ve üniversitenin ticarileşmesine karşı olanlara yönelik baskıların sürdüğü bir dönemde Başbakan çıkıp, neredeyse fetva verir gibi harçların kaldırılmasını buyurmuştur. Hal böyle olunca da akıllara madem öğrencilerin kabusu olan harçlar Başbakanın buyurmasıyla bir anda kaldırılabilecek bir uygulamaydı, o zaman neden yıllardır öğrenciler bu kabusu yaşamak zorunda bırakıldı sorusu gelmektedir.
Bunca soruna neden olan üniversite harçlarının bir anda kaldırılmasının mantıklı tek açıklaması olabilir; o da AKP hükümetinin eğitimi sırtında yük olarak gören “piyasa devleti” anlayışından vazgeçip eğitimin tüm finansmanını yüklenen “sosyal devlet” anlayışını benimsemesidir. Ama gelin görün ki AKP izinde yürüdüğü piyasa ekonomisi anlayışından dönüş yapmak bir yana her alanda piyasalaşma sürecini yaygınlaştırma ve derinleştirme gayreti içerisindedir. Bu bağlamda bir taraftan harçlar kaldırılırken diğer taratan öğrenciyi gelir kaynağı olarak gören ikinci öğretim, tezsiz yüksek lisans ve yaz okulu uygulamaları sürmektedir. Öte yandan üniversitede piyasalaşmasının diğer boyutu olan ve üniversite-sanayi işbirliği adı altındaki uygulamalar tüm hızıyla devam etmekte, kampus kart gibi uygulamalarla öğrencilerin üniversite içerisindeki her adımı üzerinden kâr edilecek bir faaliyet olarak değerlendirilmektedir. Bir taraftan harçları kaldırırken diğer taraftan üniversiteyi tam anlamıyla ticarethaneye dönüştüren uygulamaları açıklamak için geriye kalan üniversiteyi tamamen paralı hale getirecek köklü bir değişim öncesinde tepkileri azaltmak üzere bir zemin hazırlığı yapılmasıdır. Bu bağlamda harçların kaldırılmasını üniversiteyi piyasalaştırma anlayışından geri dönüldüğü biçiminde yorumlamak ve parasız, özgür, demokratik üniversite taleplerinden vazgeçmek büyü hata olur(!)
* * *
Eğitim sistemi baş aşağı…
Hükümetin 4+4+4 adıyla eğitim sistemini baştan sona yeniden yapılandırdığı düzenleme bir taşla birkaç kuş vurmayı amaçlamaktadır. Bu kuşlardan bir tanesi 9. Kalkınma Planı, Ulusal istihdam Strateji Taslağı ve Sanayi Strateji belgesi gibi iktidarın politikalarını belirleyen belgelerde yer verildiği gibi eğitimi sistemini sermayenin istediği verimliliğe sahip işgücünü yetiştirmenin bir aracı haline dönüştürmektir. İkinci amaç çocukları olabildiğince erken yaşta ailelerinden alıp devletin ideolojik aygıtı olarak işlev gören eğitim sistemi içerisine sokmaktır. AKP iktidarıyla şekillenen yeni devlet yapısının belirlediği iki temel eksen vardır. Bunlardan birincisi çok küçük yaşlardan itibaren Sünni mezhebinin gereklerine uygun dindar/itaatkâr bir nesil yetiştirmek; ikincisi de anadili Türkçe olmayan çocukları olabildiğince erken yaşta anadilinden kopartıp, Türk kültürünün egemenliği altına sokmaktır.
Eğitimde 4+4+4 sisteminin gündeme gelmesinden itibaren bu sisteme karşı tepki veren tek yapı Eğitim Sen olmuştur. 15 Mart 2012 günü 4+4+4’ün yasalaşmasına karşı bir avuç Eğitim Sen üyesi Ankara’da polisin tazyikli suyu, gazı ve göz altılarına rağmen direnirken; KESK’in diğer sendikaları da dahil olmak üzere toplumun hemen hiçbir kesiminden destek görmemiştir. Ne zamanki yeni eğitim dönemiyle birlikte 4+4+4’ün fiilen uygulama aşamasına gelmiştir; ancak o zaman sisteme karşı tepki sesleri yükselmeye başlamıştır.
Umarız 15 Mart’ta Eğitim Sen’in eyleminden desteğini esirgeyenler, 15 Eylül’de yine Eğitim Sen’in düzenleyeceği eylemlerde aynı hatayı tekrarlamazlar(!)
* * *
İnadına halkların kardeşliği…
Türkiye’de savaşın sesi daha önce hiç olmadığı kadar yükselmeye başlamıştır. İnsanlık için kabul edilemez bir vahşet olan savaş, kapitalizmde krizleri aşmanın, sermaye birikimi yaratmanın bir yolu olarak görülmektedir. Savaşlar sermaye için daha fazla kâr sağlarken emekçiler için yoksullar için ölümdür. Fabrikalarda, bankalarda, tarlalarda sermayenin kârı için emeği sömürülen işçi, köylü savaş zamanında da cephe de yine sermayenin kârı için kurban edilir. Emekçileri, yoksulları savaşa razı etmenin yegane yolu ırkçı, şoven duyguları körükleyip halkları birbirine düşman etmektir. Türkiye’de yıllardır aynı topraklarda yaşayan halkları birbiriye düşürmeye yönelik bir politika sergilenmektedir. Bu düşmanlaştırma politikasına şimdi de bin yıllardır birlikte yaşadığımız komşu ülke halkları eklenmektedir.
Savaşın sesini kısmak için her şeyden önce sermayenin ve onun çıkarlarının temsilcisi olan siyasi iktidarların halkları birbirine düşürme oyununu bozmak gerekir. Savaş oyunun bozmak en önce cepheye gönderilip diğer halkların emekçilerine silah doğrultması istenen emekçiler ve onların örgütleri olmalıdır. Savaşa karşı barışı, halkların kardeşliğini savunmayanların emekten emekçiden yana olduklarını iddia etmeleri mümkün değildir.
Daha fazla geç kalmadan gelin her alanda savaşın sesi yerine, “yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla barışın sesini yükseltelim(!)