24 Ağustos 2012 Cuma

Sendikacılığın geldiği son nokta: Patronla ortaklaşa Sendika AŞ



ÖZGÜRCE
24/08/2012

Sendikalar üretim araçlarının sahibi ve emek üzerinden sağladığı artı değerle beslenen sermaye karşısında, işçi sınıfının, üretim sürecindeki hak ve çıkarlarını savunur. Sendikalar, emekçilerin birlik ve dayanışma duygularıyla örgütlenmesinden oluşur ve bu örgütlülük içinde emeğin üretimden gelen gücünü de kullanarak sermaye karşısında işçi sınıfının mücadelesine aracılık eder. Bugün işçi sınıfının akıllara gelen hangi kazanımına baksanız ardında mutlaka sendikaların özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yürüttüğü mücadeleleri görürsünüz.
İşçi sınıfının, kazanımlarının aracı olan sendikalar, bugün maalesef “acınacak” haldedir. Bu duruma son örnek Türk Metal Sendikasının işveren örgütü MESS (Metal Eşya Sanayicileri Sendikası) ile birlikte kurdukları şirketlerdir(!)
Evet evet yanlış duymadınız, Türkiye’de metal sektöründe en fazla üyeye sahip olan Türk Metal Sendikası, üyelerini temsilen toplu pazarlık masasına oturduğu MESS ile ortak şirketler kurmuştur. Kulaklarınıza inanamadıysanız tekrar edelim: metal sektöründe iki farklı sınıfın temsilcisi olan örgüt, mücadeleyi bir yana bırakıp, uzlaşmacılığı da aşıp, birlikte kâr amaçlı şirket kurma noktasına gelmişler yani “ortak” olmuşlardır. Öyle “sosyal ortak” falan değil, düpedüz para kazanmak için ticari ortaklık kurmuşlardır.
Peki, kime ne satarak kâr edecektir bu iki ortak? Buraya kadar okuduklarınıza şaşmadıysanız şimdi sıkı durun: Türkiye’de; metal sektörünün en büyük işçi sendikası ile sermayenin en güçlü temsilcisi MESS’in kurdukları şirketlerden biri metal sektöründe çalışmak isteyen işçilere mesleki yeterlilik eğitimi verecek olan Mesleki Eğitim Merkezi Tic. AŞ (MEMAS)’dir. Diğeri de metal ve otomotiv iş kolunda çalışanların Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) onaylı sertifikalarla belgelendirmek için sınavlar düzenleyecek olan Mesleki Yeterlilik Sınav ve Belgelendirme Merkezi AŞ (SİBEM)’dir.
İşçi sendikasıyla işveren örgütünün bu ortaklığında MEMAS’ın yönetim kurulu başkanlığını Türk Metal Sendikası Başkanı ve Türk İş’in de Genel Sekreteri Pevrul Kavlak, SIBEM’in yönetim kurulu başkanlığını MESS Genel Başkanı ve TİSK Genel Başkanı Tuğrul Kudatgobilik üstlenmişlerdir. Metal sektöründe çalışabilmek için işçilerin almak zorunda kalacağı sertifika eğitimi verecek olan MEMAS henüz işçilerden ne kadar ücret alacağını belirlememiştir ama sertifika almak için SİBEM’in açtığı sınavlara katılan işçiler 580 TL + yüzde 18 KDV ücret ödemek zorunda kalacaklardır.
Durumu özetlemek gerekirse; metal sektöründe çalışmak isteyen bir işçi işe girmeden önce yüklü bir ücret ödeyerek sertifika eğitimi almak ve yine yüklü bir ücret karşılığında gireceği sınavı aşmak zorunda kalacaktır. Hem de bu yüklü ücretleri üretim sürecindeki hak ve çıkarlarını savunmak için örgütlenmesi gereken sendikanın patronlarla ortaklaşa kurduğu şirkete verecektir.
Şimdi bu durumda şu sorulara cevap bulmak gerekmektedir: 1) Patronlarla iş birliği yapıp işe girmek isteyen işçinin sırtından para kazanmayı amaçlayan bir sendikaya sendika denilebilir mi? 2) Siz işçi olsanız işe girebilmeniz için patronlarla birlik olup sizden para alan bir sendikaya patronlara karşı haklarınızı koruyacağına güvenip üye olur musunuz? 3) Patronlarla kâr ilişkisi içinde işçilerin işe girmesini bir anlamda haraca bağlayan bu girişimin başında bulunan kişinin genel sekreter olduğu konfederasyon (yani Türk İş) artık işçi sınıfına güven verebilir mi?
Ne kadar iyi niyetli düşünülürse düşünülsün bu üç soruya olumlu cevap verebilmenin mümkün olduğu inancını taşımıyorum. Burada Türk Metal Sendikasının içinde yer aldığı çarpık ilişkinin sadece bu sendikayla sınırlı kaldığını da düşünmüyorum. Zira bu sendikanın başkanı Türkiye’de en büyük işçi örgütü olan Türk İş’in üst yöneticilerinden biridir. Türk İş içerisinde bu anlayışa karşı çıkılmadığına göre konfederasyona bağlı diğer sendikaların ve konfederasyon yönetiminin daha farklı bir anlayışta olduğu ya da en azından bu durumdan rahatsız olduğu söylenemez. Dolayısıyla yukarıdaki üç sorunun cevabı olarak ortaya çıkan güvensizlik Türk İş ve hatta Türkiye sendikal hareketine teşmil edilebilir ve bu da Türkiye’de sendikaların sermaye karşısındaki aczini ortaya koyar.
Sendikaların içine düştüğü bu aczi Başbakan da son derece fırsatçı biçimde değerlendirmektedir. Örneği en son kıdem tazminatı konusunda söylediği; “Kıdem tazminatı konusunda işçi sendikaları ile işveren sendikaları anlaşırlarsa, o zaman biz gerekli adımı atarız. Ama onlar anlaşamadığı sürece biz bu olayın içerisinde, bu programın içerisinde yer almayız” sözüyle kıdem tazminatı konusunu işçi ve işveren sendikalarının anlaşmalarına bırakmıştır. Bu sözler kimi kesimlerce demokratik bulunup alkışlansa da; Başbakan, kıdem tazminatı konusunda, işçi kesiminin tepkisini alacak bir adım atmak yerine; işçi sendikalarının zaten bir varlık gösteremeyeceğinden emin olarak konuyu iki tarafın müzakeresine bırakmaktadır.
Sendikaların artık “sendika” olarak tanımlanmalarını bile olanaksız hale getiren işçi sınıfını karamsarlığa düşüren yaklaşımlarına karşı Antep’li tekstil işçilerinin kazanımla sonuçlanan mücadeleleri umut olmaktadır. Bu umut, sınıf mücadelelerini tarihsel süreçte yeniden anlamlandırmakta ve önümüzdeki dönemde sınıf mücadelesi için yol göstermektedir(!) 

Hiç yorum yok: