ÖZGÜRCE
30/08/2013
Üniversitelerde
polisin yerinin olup olmadığı hemen her dönem tartışma konusu olmuştur.
Kuşkusuz bu tartışma polisin (devletin) üniversitenin temel işlevlerini ortadan
kaldıracağı düşüncesinden kaynaklanır. Zira temel işlevi toplumun ve insanlığın
genel yararına bilgi üretmek ve yaymak olan üniversitelerin bu işlevlerini
yerine getirebilmeleri için ‘özerk’ olmaları gerekir. Burada özerkle kastedilen
akademik özgürlüğü sağlayabilmek için üniversitenin tüm egemen güçlerden
(siyasi iktidar, sermaye, din vs) bağımsız olmasıdır. Eğer üniversite bu egemen
yapılara karşı özerkliğini kaybeder ve onların tahakkümü altına girerse toplum
ve insanlık yararına bilgi üretme ve yayma işlevini kaybeder. Çünkü eğitim ve
bilim, egemenlikleri daim kılacak, iktidarları sürekli olarak yeniden üretecek
ideolojik aygıtları haline dönüştürülmeye çalışılır. Egemen gücün/sistemin
ideolojik aygıtı haline gelmiş üniversitede de mevcut sistem sorgulanamaz ve
toplumun gelişmesi, refahı ve özgürlüğünü sağlayacak yenilikler üretilemez.
Özgürce gerçekleştirilecek bilgi üretimini, tehdit olarak
gören egemenler, bu tehdidi bertaraf etmek ve üniversiteyi tahakküm altına
almak için diğer birçok alanda olduğu gibi devleti kullanır. Devlet idari, mali
ve kimi zaman da doğrudan baskı mekanizmaları ile üniversiteyi egemen güçlerin
tahakkümü altına sokmaya çalışır. Üniversitede rektör seçimi başta olmak üzere
siyasi iktidarın yönetsel mekanizmalara müdahalesi idari; üniversite
bütçelerinin yine siyasi iktidarın keyfiyetine verilmesi ise devletin mali
müdahalelerin başta gelen örnekleridir. Bu müdahaleler aynı zamanda
üniversitelerde yapılacak çalışmalar üzerinde baskı oluşturmakta, diğer bir
ifadeyle akademik özgürlükleri engellemektedir.
Devlet, idari ve mali mekanizmalarla uyguladığı dolaylı baskı
yöntemlerinin yanı sıra fiziksel güç kullanmaya yetkili silahlı teşkilatı
polisi, üniversiteye sokarak doğrudan baskı yöntemleri de uygulayabilir.
Genellikle demokrasinin tamamen askıya alındığı darbe dönemlerinde uygulanan
polisin (ya da askerin) doğrudan üniversite içine konuşlanması ile üniversitede
bilimsel üretimin mutlak koşulu olan özgür düşünceden söz edilemez. Daha açık
bir ifadeyle üniversitede akademik özgürlüklerden, toplumun ve insanlığın
yararına bilgi üretiminden söz edilemez ve üniversiteler egemenlerin
ideolojilerini yeniden üreten bir kuruma dönüşmüş olur.
Türkiye’de özellikle 12 Eylül darbe rejiminin parçası olan
YÖK’le birlikte devlet, üniversitede tüm baskı mekanizmalarını kullanmış ve
akademik özgürlükleri büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Darbenin ilk dönemleri
dışında polis (kimi zaman asker) doğrudan üniversite içinde (resmi üniformayla)
yer alamamış olsa da üniversite çevresinde veya üniversite içinde kendilerine
ayrılan yerlerde devletin baskısını hissettirmiştir. Özellikle son yıllarda
üniversitelerde özel güvenlik görevlileri yer almaya başlamış bunlar da birçok
zaman fiziki şiddet dahil olmak üzere devletin görevlisi gibi faaliyet
yürütmüşlerdir.
2013 Mayıs ayında hükümet, stadyumlarla birlikte
üniversitelerde de özel güvenlik görevlilerinin yerini polisin alacağını -yani
devletin silahlı gücünün doğrudan üniversite içinde yer alacağını- ve bu amaçla
10 bin yeni polis istihdam edileceğini duyurmuştur. Başbakan da Gezi Direnişi
sonrasında bu konuda kararlı olduklarını birçok kez ifade etmiştir. Başbakan’ın
25 Ağustos tarihinde Rize’de kendi adını taşıyan üniversitede yaptığı konuşmada
aynen şu ifadeleri kullanmıştır: ‘….Sandıkta
kazanamayacaklarını görenler işte dağda silah ile yürüyorlar sokaklarda silah
ile yürüyorlar. Onun için bizim üniversitelerimizin çatısı altında asla bunlara
müsaade edilmemelidir. Oralarda herkes elinde bilgisayarı ile kitapları ile
dolaşmalıdır. Böyle bir şey olduğunda da yönetim anında bunlara müdahale
etmelidir. Elindeki yetki ve salahiyeti en iyi şekilde kullanmalıdır. Hiç taviz
verilmemelidir. Tüm disiplin mekanizmaları en ideal şekilde işletmelidir. Çünkü
bunlar fırsat bulduklarında üniversiteleri aynı şekilde terörize etmenin
gayretine giriyorlar. Üniversitelerimiz bir terör alanı bir terör meydanı
değildir. Oralarda bilgi vardır, ilimin tahsili vardır. Oradaki insanlar
toplumun örnekleridir. Örnek olmaları gerekir.’
Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere Başbakan, açık
biçimde üniversiteleri iktidarı için bir tehdit olarak algılamakta ve bunu
engellemek için polis gücü dahil olmak üzere her türlü baskı mekanizmasını
harekete geçirmek istemektedir. Başbakan’ın üniversitelerdeki baskıyı
arttırmaya yönelik bu yaklaşımı zaten son derece sınırlı olan akademik
özgürlükleri tamamen ortadan kaldıracak ve üniversiteyi toplumsal işlevlerinden
iyice uzaklaştıracaktır. Bu da AKP hükümetinin uygulayıcısı olduğu; doğanın ve
emeğin sömürüsü üzerine kurulan ve savaşlardan medet uman politikaların
sorgulanamaması, toplumun bu konularda bilgilendirilememesi ve tüm bunların
‘bilim’ adına meşrulaştırılması anlamına gelecektir.
Polisin üniversite yer almasıyla son noktasına ulaşacak olan
baskılar karşısında üniversitenin özerkliğini, bilimin özgürlüğünü savunmak
için üniversiteyi oluşturan bileşenlerin (öğrenci, akademisyen ve üniversite
emekçileri) örgütlü mücadelesi son derece önemlidir. Ancak zaten baskı altında
bulunan üniversite bileşenlerinin kendi başına mücadelesi yeterli değildir. Bu
nedenle özgürlük, demokrasi ve refah özlemi duyan toplum kesimlerinin
üniversiteye, akademik özgürlüklere sahip çıkması gerekir.