23 Ağustos 2013 Cuma

Toplu sözleşme oyunu nasıl bozulur?


ÖZGÜRCE
23/08/2013

Türkiye’de kamu emekçilerinin mücadeleyle elde ettiği örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını işlevsiz hale getirmek için devletin “yasal düzenleme” adı altında çevirmediği oyun kalmamıştır. 2001 yılında çıkartılan 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu bir taraftan kamu emekçilerinin fiilen gerçekleştirdikleri sendikal örgütlenmeyi sınırlamayı, diğer taraftan da AB müktesebatına uyumu hedeflemiştir. Toplu sözleşme ve grev hakkı içermeyen, toplu görüşme adı altında ucube bir mekanizmayı dayatan bu yasa ile sendikalar, hızla bürokratikleşme eğilimi göstermeye başlamış kamu emekçilerinin “fiili ve meşru mücadele” anlayışı önemli ölçüde kırılmıştır. Siyasi iktidarların kendi yandaş sendikalarını kur(dur)maları ve kamu emekçilerini bu sendikalarda örgütlenmeye zorlamaları da kamu emekçi hareketinin ve onu temsil eden KESK’in mücadelesini engelleyen önemli bir etken olmuştur. Öte yandan özellikle ana diliyle eğitim gibi Kürt emekçilerin ve Kürt halkının haklarını mücadelesinin bir parçası haline getirdiği için KESK üzerinde oluşturulan baskılar da yine kamu emekçilerin örgütlenme hakkını ve mücadelesini engellemiştir. 

2012 yılı Nisan ayında çıkartılan bir yasayla 4688 sayılı Kanun’un adı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu olarak değiştirilmiştir. Sözde demokratikleşme adımı olarak sunulan bu yeni düzenlemeyle örgütlenme ve toplu sözleşme hakkının olmazsa olmaz bir parçası olan grev hakkı tanınmamıştır. Öte yandan toplu sözleşmede yetki düzenlemesi de son derece antidemokratiktir ve AKP hükümetinin yandaş sendikası Memur-Sen’in tek yetkili olmasını sağlayacak biçimde kurgulanmıştır.   

İşçi sınıfı mücadelesinin önemli bir aracı olan “sendika” adını taşıyan bir örgüte kolayca “yandaş” veya “sarı sendika” suçlaması yapmak doğru değildir. Ancak 11 yıllık AKP iktidarı döneminde üye sayısını 42 binden 708 bine yükselten Memur-Sen’in bu “örgütlenme başarısının” ardında emekçilerin hakları için yürüttüğü mücadelenin olmadığı aşikardır. Memur-Sen bu rekor üye artışını üyelerine devletin sağlamayı vadettiği ayrıcalıklara dayanarak elde etmiştir. Bunun diyetini de Ağustos ayının başında hükümetin önüne koyduğu ve kamu emekçilerinin haklarını geriye götüren toplu sözleşmeyi imzalayarak bir kez daha ödemiştir.   

Toplu sözleşme ya da daha geniş olarak tanımlarsak toplu pazarlık düzeni sınıflar arası mücadelenin gerçekleştiği bir zemindir. Taraflarca onaylanmış olan sözleşme, sınıflar arasındaki güç dengesini ortaya koyan bir sonuç metninden ibarettir. Emekçiler aleyhine imzalanmış bir sözleşme için yasaların olumsuzluğu ya da sözleşmeyi imzalayan sendikanın dirayetsizliği veya ihaneti mazeret olarak gösterilemez. Dolayısıyla bu yazıda da konu edilmiş yasalara ve Memur-Sen’e ilişkin eleştiriler bir köşe yazısında yapılmış tespit ve genel değerlendirmeden ibarettir. 

Sendikalar, hele de yıllarca yürütülmüş bir mücadelenin temsilcisi olmuş sendikalar, emekçilerle oynanan bu toplu sözleşme oyununu bir köşe yazısının “sığlığında” değerlendiremez ve bunları mazeret olarak sunamaz. Öte yandan hükümeti ve Memur-Sen’i eleştirmek ve bu çerçevede şube yöneticilerinden oluşan temsili bir yürüyüş eylemi de toplu sözleşme oyununun bozulmasını sağlayacak bir yöntem olarak da görülemez. 

Kamu emekçilerini temsil eden sınıf perspektifine sahip bir sendikanın yapması gereken, ortaya çıkan sonuca takılıp kalmak değil bu sonucu ortaya çıkartan nedenlere odaklanmaktır. Bunun için de öncelikle kamu emekçi hareketini etkisiz hale getirmek için yasal mevzuata ve devlet eliyle kur(dur)ulmuş sendikalara karşı neden direnç gösterilemediği sorgulanmalı, gerekiyorsa öz eleştiri de verilerek mücadeleyi yeniden yükseltecek stratejiler belirlenmelidir.

Hiç yorum yok: