25/10/2013
Yeni yasama dönemi başlar başlamaz taşeronluğun yaygınlaştırılması, kıdem tazminatının fona devredilmesi, işçileri kiralık meta haline getiren özel istihdam büroları ve ödünç iş ilişkisine ilişkin yasal düzenlemeler yeniden gündeme getirildi. Kamu emekçilerinin istihdamı ve çalışma koşullarını esnekleştirmeyi amaçlayan düzenlemeler de sırada bekliyor. Aslında AKP, iktidarda bulunduğu 11 yıldır emek piyasalarını esnekleştirmek için uğraşıyor. 2003 yılında çıkartılan 4857 sayılı yasayla bu konuda ilk büyük adım atmış ve esnek çalışma büyük ölçüde yasal zemine oturtulmuştu. Ancak emek maliyetlerini düşürerek sermayenin daha fazla kâr elde etmesini amaçlayan esneklik uygulamaları sermaye kesimini tatmin etmedi. Geçen hafta açıklanan AB İlerleme Raporu’nun “işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı” başlıklı bölümünde de sermayenin daha fazla esneklik taleplerini destekleyecek biçimde esnekliğin yetersiz olduğu vurgulandı. Yani AKP’nin emek piyasalarını daha da fazla esnekleştirme çabaları, sadece sermaye kesiminin değil, sendikaların üyelik sürecini yıllardır desteklediği AB tarafından da talep ediliyor.
Sermayenin emekçiler üzerindeki tahakkümünü artırmak ve maliyetleri düşürmek için istediği esneklik uygulamalarını AB, piyasa ekonomisinin işlerliği, istikrarı için istiyor. Peki, emekçiler için esneklik ne anlama geliyor? Esneklik uygulamaları taşeron çalışma, kısmi süreli çalışma, stajyer olarak çalışma, belirli süreli sözleşmelerle çalışma gibi istihdam biçimleriyle birlikte öylesine yaygınlaştı ki emekçilerin çok büyük bölümü kendi çalışma koşullarında bu sorunun yanıtı görüyor. Emekçilerin birçoğunun doğrudan yaşadığı veya tehdidini hissettiği esneklik özetle, iş ve sosyal güvencenin kaybedilmesi, çalışma süreleri ve iş yükünün artması, daha düşük ücret, iş kazaları ve meslek hastalıklarıyla karşılaşma riskinin artması anlamına geliyor.
Emekçiler açısında ortaya çıkarttığı sonuçlar son derece ağır olmasına rağmen esneklik adı altında kazanılmış hakların ortadan kaldırılmasına karşı ne muhalefet partilerinden ne de sendikalardan dişe dokunur bir tepki gelmiyor. Hal böyle olunca akıllara “işçi sınıfı kalmadı” tezini savunanlar haklı mı acaba sorusu geliyor(!)
Kafa karışıklığını gidermek için TÜİK’in temmuz ayında açıkladığı son rakamlara bakıyoruz: Resmi istatistiklere göre Türkiye’de ücretli/yevmiyeli çalışan sayısı 16.5 milyon, 2.7 milyon da işsiz var. Yüzde 38 dolayında da sosyal güvenceye sahip olmadan kayıt dışında çalışan olduğu düşünülüyor. Ücretsiz aile işçisi sınıflamasına alınmış emekçilerin sayısı ise 3.5 milyonu buluyor. Bu rakamlar doğrudan emek süreci içerisindeki çalışanlara ait; bir de bunların bakmakla yükümlü olduğu aileleri var. SGK rakamlarına göre SSK kapsamında 37.3 milyon çalışan ve onların bakmakla yükümlü olduğu nüfus var. Emekli Sandığı kapsamındakiler ise 10.4 milyon. Bunları topladığınızda Türkiye’de emekçi dediğimiz kesim içine giren nüfus 47.7 milyon. Kayıt dışında çalışan sayısının da yaklaşık 10 milyon olduğunu düşündüğümüzde (onların baktığı nüfusu saymıyorum) sayı 57.7 milyona çıkıyor. Kendi hesabına çalışanlar bu rakamlara dahil değil oysa büyük sermayeye bağımlı olarak kendi atölyesinde, dükkanında günde 10-12 saatten daha az çalışmayan milyonlarca küçük üretici, esnaf ve çiftçi var. Onları da eklersek emekçi olarak tanımladığımız kitle 60 milyonu aşıyor.
60 milyon Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 80’idir. Gelin görün ki en mütevazi tahminle yüzde 80’in yaşamını etkileyen bir konuda doğru dürüst muhalefet yapan, alternatif ortaya koyan bir parti yok. Ana muhalefet partisi kendisini sosyal demokrat tanımlamakla birlikte hükümetin uyguladığı iktisadi politikalara karşı hiçbir alternatif getirmediği gibi, iktidara gelirse bu politikaları AKP’den daha iyi uygulayacağı iddiasında; MHP’nin de durumu farklı değil. BDP Meclisteki sandalye sayısının yetersizliği ve Meclisteki antidemokratik işleyiş nedeniyle bu konuda çeşitli çalışmalar yapıyorsa da fazla etkili olamıyor. Hal böyle olunca da AKP, emekçiler önüne alternatifi olmayan bir parti olarak çıkıyor ve yüzde 50’leri aşan oy oranlarıyla emekçi karşıtı politikalarını sürdürmeye devam ediyor.
Sözün özü: Emekçilerin haklarını gasbeden, çalışma ve yaşama koşullarını her geçen gün daha da kötüleştiren politikalara ve bu politikaların uygulayıcısı AKP’ye karşı toplumun çok geniş bir kesimini oluşturan emekçileri temsil edecek ve mücadeleyi örgütleyecek bir siyasi yapıya acilen ihtiyaç vardır. Tüzüğünde “Kapitalizme ve emek sömürüsüne karşı tüm işçilerin, emekçilerin, yoksul köylüler ile tüm çalışanların onurlu, adil, güvenceli, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına ve sosyal güvenliğe sahip olma hakkını savunmak; siyaset yapma, siyasal ve sendikal örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm yasal ve fiili engelleri kaldırmak için mücadele geliştirmeyi…” amaç olarak belirlemiş olan HDP, emekçileri inim inim inleten politikalara ve politikacılara karşı tüm ezilenlerle birlikte emekçilerin mücadelesinin aracı olma kararlılığıyla yola çıkmaktadır. HDP’nin başarısı tüm ezilenlerle birlikte emekçilerin de başarısı olacaktır (!)