18 Ekim 2013 Cuma

Ortak sorunların ortak mücadele alanı: HDP


ÖZGÜRCE
18/10/2013

Bundan iki yıl önce Halkların Demokratik Kongresi (HDK) kuruluşunu ilan ederken kendisini “Emekçilerin, göçmenlerin, kadınların, köylülerin, gençlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT bireylerin, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların, tüm inanç topluluklarının; kısacası doğa ve yaşam mücadelesi sürdürenlerin buluştuğu ortak mücadele alanı” olarak tanımlamıştı. HDK, bu ortak mücadele alanının hedefini de AKP iktidarı karşısında alternatif oluşturacak bir direniş odağı olmak şeklinde ortaya koymuştu. HDK bileşenlerinin geçtiğimiz yıl kurduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP), 2014 yerel seçimlerinde ve ardından da genel seçimlerde tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin iktidar alternatifi olarak siyaset sahnesine çıktı. 

HDK fikriyatının temsilcisi olan HDP’nin kuruluşu ve seçimlere katılacağı açıklanır açıklanmaz, bugüne kadar belki de hiç bir araya gelmemiş olan farklı kesimlerin nasıl olup da bir çatı altında sorunlarına çözüm arayacakları tartışılmaya başlandı. Akıllardaki soru şuydu: Nasıl olacak da bir siyasi parti Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, göçmenlerin, emekçilerin, köylülerin, kadınların sorunlarını ortaklaştırarak bir mücadele örgütleyecekti?

Dört eğilimi birleştiriyoruz diyerek yıllarca bu ülkede siyaset yapanlara sorulmayan bu sorunun çeşitli nedenlerle ezilen, sömürülen, yok sayılan toplum kesimlerini bir araya getirmeyi amaçlayanlara sorulması oldukça manidardır. Zira dört eğilim söylemiyle yıllarca iktidarı ellerinde bulundurmuş olan ANAP ve AKP’nin bu dört eğilimi arasındaki (solcularla liberallerin, milliyetçilerin bir arada olması gibi) çelişkiler, HDP’nin mücadelelerini ortaklaştırdığı kesimler arasında yoktur. 

Eğer toplum kesimlerinin karşı karşıya olduğu sorunların nedenlerine bakarsanız, tüm sorunların kaynağının aynı olduğu görülecektir. Örneğin Kürtlerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin ve kimlikleri, inançları yok sayılan diğer kesimlerin sorunları ulus devletin inşa süreciyle ortaya çıkmıştır. Ulus-devlet, kapitalizmin varlığını sürdürmesini sağlayacak olan korumacılık, savaş ve sömürgeleşme politikalarının uygulanabilmesi için gerekli görülen devlet yapılanmasıdır. Kapitalizmin ve burjuva devrimlerinin yaygınlaştığı 19. yüzyıl sonlarında diğer imparatorluklar gibi Osmanlı da dağılma sürecine girmiş ve modern olarak tanımlanan ulus-devleti inşa süreci başlamıştır. Ulus-devlet inşası beraberinde türdeş millet-toplum oluşturma düşüncesinin bir tezahürü olarak Anadolu’nun Türkleştirilmesine ve Müslümanlaştırılmasına yönelik girişimleri ortaya çıkartmıştır. Bu çerçevede de önce Ermeniler, Rumlar, Süryaniler daha sonra da Kürtler ve Aleviler asimilasyona tabii tutulmuş, buna direnenler zorla göç ettirilmiş, direnmeye devam edenler ise katledilmiştir. 19. Yüzyılın sonlarında başlayan ulus-devleti inşa süreci 1923’ten sonra ulus-devleti koruma anlayışına dönüşmüş ve yarattığı sorunlarla birlikte bugüne kadar gelmiştir. Bugün kimlikleri, inançları yok sayılan halkların mücadelesi için öncelikle ulus-devlet anlayışını ve o anlayışın sahibi kapitalizmi sorgulamadan mücadele yürütmek mümkün değildir.

HDP’nin mücadeleyi ortaklaştırmayı amaçladığı diğer kesimler emekçiler, göçmenler, gençler, kadınlar, köylülerdir. Bu kesimlerin sorunları büyük ölçüde kapitalist üretim sisteminden kaynaklanan sınıf çelişkilerinin sonucunda ortaya çıkar. Kapitalizm, sermaye (kapital) birikimi sağlayabildiği sürece varlığını devam ettirebilir. Bunun yolu da emeğin gerçekleştirdiği üretime el koymak yani sömürmektir. Kapitalizm sömürüyü arttırmak için emekçiler üzerinde tahakküm kurarken göçmenleri, kadınları, gençleri ve çocukları da bu sömürünün bir parçası haline getirir. Türkiye’de emekçileri oluşturan kesimler kapitalizmle bütünleşmenin başladığı 19. Yüzyıl sonlarından itibaren sömürüyle karşı karşıya kalmıştır. Cumhuriyet döneminde ulus-devletin kalkınması hedefiyle bu sömürü daha artmış; sömürüye karşı oluşan mücadeleler ise şiddetle baskılanmıştır. Neoliberal politikalarla birlikte emekçiler üzerindeki sömürü ve baskılar daha da yoğunlaşmıştır. Ulus-devlet gibi sömürünün de kaynağı olan kapitalizm sorgulanmadan emekçi kesimlerin mücadele yürütebilmesi mümkün değildir.    

LGBT bireylerin ve kadınların kimlikleri, inançları ve sınıflarından kaynaklanan nedenler dışında uğradıkları ayrımcılık ve şiddetin nedeni erkek egemen toplum yapısıdır. Erkek egemen toplum, sadece kapitalizme özgü değildir. Ancak kapitalizme karşı yürütülecek mücadele, LGBT bireyleri ve kadınların mücadelesiyle çelişmeyeceği gibi erkek egemenliğinin yerine daha eşitlikçi ve demokratik bir toplumun inşasına katkı sağlayacaktır. 

Görüldüğü gibi HDP’nin mücadeleyi ortaklaştırmayı amaçladığı kesimlerin sorunları nedenleri bakımından birbiriyle doğrudan ilişkilidir ve bu ilişkinin odağında da kapitalist sistem vardır. Nedenleri ortak olan sorunların çözümünün de ortak olmasından başka çare yoktur. Yani Kürtlerin, emekçilerin, Alevilerin, gayrimüslimlerin, kadınların mücadelesini ortaklaştırmadan hiçbir kesimin sorunu zaten çözümlemeyecektir. Hal böyle olunca kendisini “ezilen, sömürülen, yok sayılan kesimlerin buluştuğu ortak mücadele alanı” olarak tanımlayan HDK-HDP fikriyatı Türkiye için bir gereklilik değil bir zorunluluk haline gelmektedir.

Hiç yorum yok: