ÖZGÜRCE
10/01/2014
17 Aralık günü bakanların, bakan çocuklarının, belediye başkanları ve ünlü iş adamlarının da olduğu bir rüşvet ve yolsuzluk operasyonun gerçekleştirildiği haberi geldi. Operasyonların şu üçayak üzerinde yürütüldüğü söyleniyordu: Birincisi Halkbank üzerinden kara para aklanması kapsamında rüşvet iddiaları; ikincisi TOKİ’nin bazı projelerinde rüşvet iddiaları; üçüncüsü de Marmaray projesine zarar vereceği halde imar ve ruhsat verilmesine ilişkin usulsüzlükler ile Topkapı Sarayı ve Marmaray kazılarında çıkan tarihi eserlerin yurt dışına kaçırılmasıydı.
Milyarlarca lirayı bulduğu ve Türkiye tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olduğu iddia edilen bu operasyonlar kapsamında birtakım gözaltı ve tutuklamalar oldu. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarını destekleyecek yönde somut bulgular da ortaya çıktı. Örneğin Halkbank Genel Müdürü ve bazı bakan çocuklarının evlerinde yapılan aramalarda 10 milyonlarca dolar ve avro bulundu. Ayrıca bazı bakanların rüşvet alırken çekildiği iddia edilen fotoğrafları ile rüşvet için delil olabileceği söylenen ses kasetleri yayımlandı. Henüz yargı sürecinde bu iddiaları ortadan kaldıracak herhangi bir gelişme olmadı. Ayrıca kamuoyunu tatmin edecek hiçbir açıklama da yapılmadı.
AKP Hükümeti doğrudan üyeleri ve icraatlarına yönelik olmasına rağmen rüşvet ve yolsuzluk iddialarına yanıt vermek yerine bunu siyasi bir komplo olarak değerlendirdi. En basit soruşturmada delilleri karartma şüphesiyle kamuda çalışanlar görevlerinden alınırken, devletin en yetkili makamlarında bulunan bakanlar sekiz gün boyunca görevlerinde kalmaya devam etti. Yolsuzlukların odağındaki belediye başkanı kısa bir gözaltı süresinin ardından görevi başına döndü. Diğer taraftan operasyonu yürüten yargı mensuplarının birçoğu ve yüzlerce emniyet görevlisi görevlerinden alındı ve Başbakanın yakınlarına kadar ulaşabileceği söylenen operasyonun derinleştirilmesi engellendi.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun Hükümete yönelik bir komplo olup olmadığı ancak operasyonun derinleştirilmesi ve iddiaların bağımsız bir yargı süreci sonunda asılsız olduğunun ispatıyla mümkün olabilir. Tüm bu süreçten “ak”lanarak çıkmak isteyen bir iktidarın operasyonları engellemesi değil, önünü açması ve yargı bağımsızlığı sağlaması gerekir. Eğer hakkında rüşvet ve yolsuzluk olan iktidar, “ak”lanmak yerine operasyonları engellemek ve yargıyı kendi denetimi altına alacak düzenlemeler yapma yoluna gidiyorsa hakkındaki şaibeyi daha da arttırmış olacaktır.
AKP, hakkındaki yolsuzluk iddialarından “ak”lanmak yerine operasyonları engelleyebilmek için burjuva devletin demokrasi görüntüsünün temel dayanağı olan kuvvetler ayrılığı ilkesini dahi ihlal ederek sorunu bir devlet krizi haline dönüştürmüştür. AKP’nin rüşvet ve yolsuzluk iddialarını gündemden düşürmek için devlet krizini öne çıkarma taktiği önemli ölçüde tutmuştur. Oysa Roboskî Katliamı, Hrant Dink cinayeti, cezaevlerinde çocuklara yapılan taciz, tecavüzler ve iş cinayetleri gibi rüşvet ve yolsuzluklar da Türkiye’de siyasi kriz, iktisadi kriz ya da devlet krizinin ötesinde bir demokrasi krizi olduğunun göstergesidir.
Zira rüşvet ve yolsuzluk iddialarının örtbas edilmesinin, Roboskî’de 34 Kürt’ün göz göre göre öldürülmesine takipsizlik veren, Hrant Dink cinayetini aydınlatmayan, cezaevlerindeki tacize, tecavüze, işkencelere duyarsız kalan, iş cinayetlerine neden olan koşulları savunan anlayıştan ayırmak mümkün değildir. Eğer bir ülkede demokrasinin kırıntısı dahi olsa başta sendikalar olmak üzere emek, demokrasi mücadelesi yürüten güçler bu yaşananlara karşı seslerini yükseltirler.
En temel insan haklarının dahi çiğnendiği, ahlakın, vicdanın ayaklar altına alındığı koşullarda sorunu devlet krizi üzerinden tartışmak yerine demokrasi krizi üzerinden tartışmak ve çözümün demokrasi mücadelesinde olduğunu görmek gerekir. 11 Ocak’ta DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin Ankara’da düzenlediği “Özgürlük, barış, demokrasi, adalet ve emek mitingi” demokrasi krizine karşı geç kalmış ama önemli bir adımdır. Bu mitingin Türkiye’nin içinde bulunduğu kritik süreçte demokrasi güçlerinin bir araya gelmesinin ve sesini yükseltmesinin bir aracı olarak değerlendirmek gerekir. Eğer daha önce birçok kez olduğu gibi bu miting de “yasak savma” anlayışının ötesine geçemezse Türkiye’de demokrasi krizinin daha da derinleşeceğini söylemek çok da abartı olmayacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Popüler Yayınlar
- Üniversite’de Neden ve Nasıl Örgütlenmeli?
- Patron, devlet, ‘sendika’ ve Özak direnişi…
- ÖMK sadece öğretmenlerin meselesi mi?
- Sefalet ücretinin sorumlusu kim?
- Emeklilik sisteminin yeniden yapılanması ve ‘aktüeryal denge’ masalı!
- KAPİTALİST ÜRETİM SİSTEMİNDE EMEĞİN VAROLMA MÜCADELESİNİN VAZGEÇİLEMEZ ARACI: GREV
- Algı operasyonunun yeni hedefi: Emeklilik sistemi
- TARİHSEL SÜREÇTE BİR PARANTEZ: “SOSYAL GÜVENLİK HAKKI”
- Kürt’e halay yasağının hedefi sadece Kürtler mi?
- ‘Aktüeryal denge’ masalı -2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder