4 Nisan 2014 Cuma

Sandıktan yansımalar

ÖZGÜRCE
04/04/2014
Türkiye 30 Mart’ta, yurttaşların sözünü söylemesi için tek adres olarak sandığın gösterildiği; o sandığın da son derece antidemokratik koşullarda oluştuğu bir seçim gerçekleştirdi. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen yurttaşlardan beklenen, yaşamına ilişkin bir muhasebe yapıp, kendi beklentilerine yanıt vereceğini düşündüğü partiyi ya da adayı yerel yönetici olarak seçmesiydi. Ancak Gezi sürecinde artan şiddet söylemi ve 17 Aralık’la ortaya çıkan yolsuzluk, rüşvet iddiaları, seçimi yerel olmaktan çıkarttı ve AKP’nin ama daha çok Erdoğan’ın sorgulandığı bir seçim haline dönüştü. AKP, toplumda kutuplaşmayı daha da arttırarak, seçimin yolsuzluk iddialarını aklayacak bir referandum haline gelmesini seçim stratejisi olarak benimsedi. Bu strateji seçim sonuçlarında AKP’ye önemli bir başarı getirdi. Zira bu gerilim ve kutuplaşma stratejisi sayesinde yurttaşlar kendilerine beş yılda bir tanınan söz hakkını kendi iş, aş, eğitim, sağlık, yaşanabilir bir kent, toplumsal barış gibi son derece hayati konuları göz önüne alarak değil, CHP-Cemaat-MHP karşısında AKP’yi tercih edip etmemek üzerine kullandı.

AKP’nin bu kutuplaştırma stratejisi CHP’nin de işine geldi. Çünkü 20 yıldır yerel yönetimlerde, 12 yıldır merkezi yönetimde bulunan ve sosyal hakları ortadan kaldırıp, çok geniş bir toplum kesimini güvencesizliğe iten ve yoksullaştıran neoliberal politikaları uygulayan bir parti karşısında alternatif ortaya koyamıyordu. Öte yandan 30 yılı aşan çatışma ortamının son bulması ve Kürt halkının demokratik haklarının tanınmasını içeren çözüm süreci içinde CHP, 90 yıllık ulusalcı bakışın dışında bir perspektif ortaya koyamıyordu. Bu nedenle işin, aşın, barışın sorgulandığı bir seçimde CHP’nin hiçbir şansı olamazdı. Sonuç olarak AKP’nin ve CHP’nin üzerinde ortaklaştığı bu gerilim, kutuplaşma stratejisinin sonucunda daha milliyetçi kesimler oylarını CHP ve MHP’de birleştirirken daha muhafazakar, değişimin içinde bulunduğu güvencesizliği arttıracağını düşünen kesimler ise oyunu AKP’de birleştirmiş oldu.  

Kürt siyasal hareketi ile bütünleşen BDP, burjuva demokrasisi içinde egemenliği yeniden üreten siyaset tarzını baştan reddetmektedir. Kimliği tanınmayan sandık başında söz söylemesi hep engellenmiş olan Kürt halkı, sandıktan sözlerinin çıkmayacağını 90 yıldır yaşayarak öğrenmiştir. Bu nedenle de özellikle son 30 yıldır sözünü sadece sandığa sıkıştırmamış, sandık dışında, sokaklarda da sözünü söylemesini ve kabul ettirmesini bilmiştir. Bu nedenle BDP, diğer partilerin siyasi tükenmişliğin bir sonucu olarak izledikleri seçim oyununa bulaşmamış; iş, aş, yaşam hakkı ve barış talebinin başta olduğu toplumun temel sorunlarını ve ihtiyaçlarını öne çıkartan bir seçim siyaseti benimsemiştir. BDP seçime girdiği Kürt illerinde bu tutarlı siyasetinin sonucunu almış ve halkın çoğunluğunun tercihine mazhar olmuştur. 

BDP’nin de içinde yer aldığı bir demokrasi cephesi olan HDP, henüz çok yeni bir parti olmasına rağmen BDP’nin katılmadığı illerin çok büyük bölümünde -tüm baskılara ve saldırılara rağmen- seçime girmiştir. İnkar edilen, ezilen, sömürülen kesimlerin ortak sesi olan HDP de BDP gibi 17 Aralık sonrasında ortaya çıkartılan ses kayıtları üzerinden değil toplumun gerçek sorunları üzerinden seçim siyasetini oluşturmuş ve kentleri rantın değil yaşamın alanı olarak gören anlayışıyla yerel yönetimler için somut öneriler, politikalar geliştirmiştir. Barışı toplumsallaştırmayı temel ilke edinen HDP, tüm kısıtlılıklara ve milliyetçi, cinsiyetçi baskılara rağmen Kürtlerle, emekçilerle, kadınlarla, LGBTİ bireylerle buluşmaya çalışmıştır. 

Gezi direnişi ama özellikle de 17 Aralık’ta ortaya çıkan gelişmeler sonrasında seçimlerde HDP’den beklentiler artmıştır. Ancak yukarıda da değindiğimiz kısıtlılık ve baskıların yanı sıra AKP ile CHP-Cemaat-MHP kutuplaşmasıyla birlikte seçimlerde toplumun gerçek sorunları ve taleplerinin geri plana düşmesi HDP oylarını da olumsuz yönde etkilemiştir. Öte yandan CHP ve MHP’nin ve birçok zaman AKP’nin milliyetçiliği yükselten söylemleri, HDP’nin ortaya koyduğu politikaların kabul görmesine rağmen tercih edilmemesine neden olmuştur.

Bu seçim sonuçları bir kez daha göstermiştir ki Türkiye’de yurttaşların yaşamlarına dair gerçek taleplerin söze dönüşmesi ve katılımcı bir demokrasinin gerçekleşebilmesi için öncelikle bunun önünde engel oluşturan egemen siyaset anlayışı ve onun temsilcilerinden kurtulmak gerekir. Bunun için de BDP ve HDP’nin savunduğu, siyaseti toplumun sorun ve talepleri üzerine kuran, ayrımcılığa uğrayan, ezilen, sömürülen kesimleri birleştiren ve kimlikleri, sözleri yok sayılanların sözü olma anlayışında ısrar edilmelidir. Toplumun söz hakkının, iradesinin 4-5 yılda bir önüne konulan ve üzerinde egemenlerin bin bir oyun çevirdiği sandıkta tecelli edemeyeceği açıktır. Dolayısıyla doğru bir ideolojik perspektifle toplumun sözü olmayı amaçlayan partilerin yanı sıra sendikalar başta olmak üzere diğer demokratik mücadele araçlarını da etkili hale getirmeyi göz ardı etmemek gerekir.

Hiç yorum yok: