28 Mart 2014 Cuma

HDP korkusu


ÖZGÜRCE
28/03/2014

CHP, seçim yaklaşırken daha yüksek sesle ortaya koyduğu HDP endişesinde (korkusunda) son derece haklıdır. Bu endişenin nedeni sadece oyların bölünmesi değildir. Oyların bölünmesi söylemiyle toplumda yükselen “AKP’den kurtulma” özlemini fırsata dönüştürme amacı elbette vardır. Ancak burada beklenti, HDP’nin çekilmesiyle HDP’ye gidecek oyların CHP’ye yönelmesi değildir. HDP ve CHP programlarını karşılaştıranlar HDP’nin bileşenlerinin köklü geçmişlerinden süzerek getirdikleri ve bütünleştirdikleri siyasal programın gerek demokrasi gerekse ekonomik ve sosyal politikalara ilişkin perspektifinin CHP ile taban tabana zıt olduğunu rahatlıkla görebilirler. Nazan Üstündağ’ın 24 Mart 2014, Erdem Yörük’ün de 25 Mart 2014 tarihinde www.t24.com.tr haber sitesindeki yazıları HDP seçmeninin CHP’ye teveccüh göstermeyeceğini somut verileriyle göstermektedir. 

HDP seçmeninin çok büyük bölümünün CHP’ye oy vermeyeceği ve hatta BDP/HDP olmazsa AKP’nin oyunun artacağı bilindiği (Ya da bilinmiş olması gerektiği) halde bir kısım yazar, çizerlerin ve CHP ahalisinin HDP adaylarının çekilmesine yönelik bu baskısının nedeni nedir?  

Toplumda oluşan “Bir an önce AKP’den kurtulma” özlemlerini kendileri için oya çevirme fırsatçılığının yanı sıra CHP’deki HDP korkusunun daha köklü gerekçelere dayandığını düşünüyorum. Bunu birkaç başlık altında toparlamaya çalışayım:

Devletin bekası mı toplumsal barış mı?
CHP, 1923 burjuva devrimiyle ulus devleti inşa eden; asimilasyonu, tehciri, inkarı ve kimi zaman da katliamları bu inşa sürecinin gereği olarak görmüş bir partidir. Kürt sorununun çözümü, müzakere ve barış sürecinde takındığı tavır ve azınlık haklarına ilişkin yaklaşımlarıyla CHP, 90 yıllık anlayışını aynen sürdürdüğünü göstermektedir. Dolayısıyla geçmişte olduğu gibi bugün de CHP için devletin bekası toplumsal barışın önünde gelmektedir.

Oysa HDP, 90 yıldır birbirine düşmanlaştırılarak kimliği inkar edilmiş, sömürülmüş, ezilmiş kesimlerin bir araya gelmesiyle oluşmuş ve halkın iktidarı hedefiyle yola çıkmış bir partidir. HDP güçlendikçe halklar birbirini ötekileştirmeden bir arada barış içinde yaşanabileceğini görecek ve CHP’nin 90 yıldır sürdürdüğü siyaset anlayışı çökecektir.

Emek mi sermaye mi?
CHP, özellikle 1970’li yıllarla birlikte “sol” değerleri temsil ettiği iddiasında olmuştur. Oysa CHP’nin savunduğu ekonomik ve sosyal program, sermaye birikiminin dönemsel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesine geçmemiştir. Örneğin AKP’nin uyguladığı neoliberal yapısal uyum programının mimarı olan Kemal Derviş CHP’nin milletvekilliğini yapmıştır. 2002 seçimlerinde AKP yerine seçimleri CHP kazanmış olsa 12 yıldır uygulanan ve emekçileri güvencesizliğe, yoksulluğa iten politikaları CHP’nin uygulayacağına hiçbir şüphe yoktur. Zaten 12 yıldır esnek çalışmayı dayatan İş Kanunu, sağlık ve sosyal güvelik sistemini tamamen tasfiye eden SSGSS ve kamu hizmetlerini piyasalaştıran düzenlemeler yasalaşırken CHP, hiçbir alternatif ortaya koy(a)mamış, bu düzenlemeleri kabullenmiştir. 

HDP ise kapitalist sömürü düzenine karşı olduğunu açıkça ifade etmekte ve tüm emekçilerin çalışma standartları, sosyal hakları, siyasal ve sendikal örgütlenme özgürlüğü için bir ortak mücadele alanı olmayı; emekçileri, ezilenleri iktidara taşımayı hedeflemektedir. HDP’nin emekçi kesimlere ulaşıp, onlar için bir mücadele alanı haline gelmesiyle birlikte, emekçilerin diğer partiler gibi CHP’den de bir beklentisi kalmayacaktır. Öte yandan CHP’nin hiçbir gerçekliğe dayanmayan “sol” ve “emekten yana” parti olma efsanesi de sona erecektir.

Kentler yaşam alanı mı rant alanı mı?
CHP’nin yerel yönetimler politikası, tıpkı AKP gibi kentleri bir yaşam alanı değil, rant alanı olarak görmektedir. Bu nedenle de kentte yaşayanların ihtiyaçlarından önce küresel ve yerel sermayenin ihtiyaçlarına göre projeler geliştirmektedir. İstanbul B.B. Adayı Sarıgül’ün Şişli’de yeri-göğü betona çeviren, ormanları, yeşil alanları katleden anlayışı bunun en açık örneğidir. Öte yandan belediyelerde AKP için ortaya konulan yolsuzluk iddiaları birçok CHP’li belediye başkanı ve meclis üyesi için de söz konusudur.

HDP, kentin bir yaşam alanı olduğu anlayışıyla, tüm insanların kendi yaşamları gibi yaşam alanları olan kentlerde de mutlak söz sahibi olmasını esas alır. Bu nedenle HDP, kenti yönetmek için değil, kent halkının yaşam alanları üzerinde söz sahibi olmasını sağlayacak mekanizmaları oluşturmak için yerel yönetimlere taliptir. Ayrıca halkın yaşam alanları üzerinde söz sahibi olmasını sağlamak üzere yerel demokratik özerkliği savunur. HDP’nin yerel yönetim perspektifi AKP, CHP ve diğer sistem partilerinin dayattığı kent anlayışının ötesinde insanı, yaşamı esas alan bir kent anlayışının da olabileceğini göstermiştir. Böylece CHP’nin “sosyal belediyecilik”, “halkçı belediyecilik” söylemlerinin içi boş olduğu ve CHP’nin yerel yönetim anlayışı bakımından da diğer partilerinkinden farksız olduğu açığa çıkmıştır.  

Sözün özü: CHP’nin 90 yıldır siyasal varlığını sürdürmesini sağlayan aydınlanmanın, demokrasinin, laikliğin ve hatta “sol” değerleri temsil ettiği iddiasının gerçekleri yansıtmadığı HDP’nin savunduğu politikalarla birer birer deşifre olmaktadır. İşte CHP kadrolarının korkusu ve paniği bu gerçekleri gören CHP seçmeninin bu seçimlerde ve daha sonrasında HDP’ye yönelmesidir. Ancak korkunun AKP ve diğer partiler gibi CHP’ye de bir faydası olmayacaktır. HDP, 30 Mart seçimlerinden daha da güçlü çıkarak savaşsız, sömürüsüz bir Türkiye özlemini duyan milyonlarla birlikte iktidar yürüyüşünü sürdürecektir!

Hiç yorum yok: