19 Kasım 2015 Perşembe

Asgari Ücret Vaadinin Ardında Bit Yeniği Aramak...

 Bu yazı 15 Kasım 2015 tarihinde Evrensel Gazetesi Pazar Eki'nde yayınlanmıştır.

7 Haziran seçim yenilgisinin ardından iktidarı her ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemeyen AKP, bir taraftan savaş politikaları yürütürken diğer taraftan da bugüne kadarki icraatlarıyla çelişkili görülen bir takım vaatlerde bulunmuştur. Bunların en başında asgari ücreti arttırma vaadi gelmektedir. 1 Kasım seçimlerinde AKP seçim stratejisinde “başarılı” olup, yeniden iktidarı tek başına ele geçirdiğinde doğal olarak akıllara gelen soru; kendisiyle çelişen bu vaatlerin (en başta da asgari ücret vaadinin) yerine getirip getirmeyeceği olmuştur.
AKP, iktidarda bulunduğu 13 yılda uyguladığı neoliberal yapısal uyum programı çerçevesinde Türkiye’yi ucuz emek cennetine dönüştürmek için Cumhuriyet tarihi boyunca emekçilerin ve yoksul halk kesimlerinin haklarına yönelik en büyük saldırıyı gerçekleştirmiş bir partidir. Daha birkaç ay önce kamu emekçilerine enflasyonun altında bir ücret artışı dayatmış olan bu partinin asgari ücreti yüzde 30 arttırmayı seçimde vadetmesini 1 Kasım seçimlerinin olağandışılığı içinde değerlendirmek gerekir.
AKP’nin önde gelenlerinin yaptığı açıklamalardan anlaşılan, asgari ücret vaadinden yan çizilmeyecek, asgari ücret 1000 liradan 1300 liraya yükseltilecektir. Asgari ücrete 13 yıldır simit hesabı üzerinden yaklaşan ve günlük bir simit fiyatı artışı bile çok gören bir partinin birden günde on simit fiyatına varan bir artış yapacak olması en başta emekçileri şaşırtmıştır. İşin hazin yanı, asgari ücrete yapılacağı söylenen bu zam oranı emekçileri sevindirmek bir yana kaygılandırmıştır. Zira AKP, iktidara geldiği ilk günden bu yana, ucuz emek gücüne ve toplumsal kaynakların sermayeye aktarılmasına dayanan bir ekonomik programı, ortaya çıkarttığı toplumsal sorunlara aldırış etmeden katı biçimde uygulamaktadır. Bu programda bir değişiklik olmayacaksa (ki AKP’nin tüm söylemleri ve başta 2023 vizyonu olmak üzere birçok belge bu programın daha da keskin biçimde uygulanacağını göstermektedir) asgari ücrette yüzde 30’luk artışın da ardında mutlaka bir bit yeniği olmalıdır!
AKP’nin kendileri için hayırlı bir şey yapmayacağı akıllarına kazınmış olan emekçilerin kaygılarının başında, patronların bu ücret artışı karşılığında işçi çıkartması yani işsiz kalmak ve yapılan ücret artışının vergi artışları ve zamlar yoluyla geri alınması gelmektedir. Bu kaygılar elbette yersiz değildir. Son günlerde yapılan açıklamalara bakılırsa hükümet, patronlara yönelik bir yeni teşvik paketiyle yüzde 30 ücret artışını genel bütçeden karşılayacaktır. Bunun anlamı zaten azalmış olan sosyal harcamaların daha da kısılması ve toplumdan alınan dolaylı vergilerin daha da arttırılmasıdır. Böylece hem eğitim, sağlık gibi kamu hizmetleri için toplumun cebinden çıkan para artacak hem de vergiler arttığı için tüm mal ve hizmetlerin fiyatı yükselecektir. Başka bir söyleyişle yüzde 30’luk ücret artışı toplumun üzerine yıkılacak yani yoksulluk toplumun sermaye dışı kesimlerinin arasında paylaştırılırken sermayenin çıkarlarına halel getirilmemiş olacaktır.
AKP’nin 13 yıllık iktidarında başta 4857 sayılı İş Kanunu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu başta olmak üzere emekçilerin iş ve sosyal güvencelerini ortadan kaldıran birçok düzenleme yapılmış, aynı zamanda sendikal hak ve özgürlükler baskı altına alınmıştır. Güvencesiz ve örgütsüz hale gelen emekçiler, çok daha yoğun ve uzun sürelerde son derece düşük ücretlerle çalışmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Bunun sonucunda da iş cinayetleri, meslek hastalıkları artmış, emekçiler yoksullaşmış ve Türkiye OECD ülkeleri içinde (Şili ve Meksika’yla birlikte) gelir eşitsizliğinin en adaletsiz olduğu ülkelerden biri haline gelmiştir.Bu koşullar ortadayken asgari ücrete yüzde 30’luk zam gündeme geldiğinde emekçiler,bu artışın geçmiş kayıplarını karşılayıp karşılamadığını ve bunun da ötesinde yarattıkları değerin karşılığı olup olmadığını sorgulamak yerine bunun altında bit yeniği arayıp kaygılanmıştır.
Emekçiler, AKP’nin geçmiş icraatlarına bakarak asgari ücreti açlık sınırına bile getirmeyen artış vaadinin ardında bit yeniği aramakta da kaygılanmakta da son derece haklıdır. Ancak emekçileri kaygılanmaya sevk eden nedenleri sadece AKP’ye, onun uyguladığı politikalara ya da patronların siyasi iktidar üzerindeki gücüne bağlamak -yanlış değil ama- eksik bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, siyasi iktidarın ve patronların tahakkümünü kabullenmeyi beraberinde getirecek ve mevcut durumun değiştirilmesine hiçbir katkı sağlamayacaktır! Zira emekçilerin ekonomik koşullarının iyileşmesi ya da daha da kötüleşmesi ancak ve ancak işçi sınıfının siyasi iktidar ve patronla sürdüreceği mücadeledeki gücüyle belirlenir. Böyle bir mücadele için her şeyden önce emekçilerin örgütlü olmaları ve emek örgütlerinin de siyasi iktidar ve sermayeden bağımsız olması gerekir. Öte yandan sosyalist siyaseti yürüten partiler emekçilerle buluşmuş olmalıdır. Akademinin işçi sınıfı için bilgi üretmesi ve toplumun haber alma hakkını sağlamak üzere basının özgür olması da işçi sınıfının mücadelesi için olmazsa olmazıdır. Bugün Türkiye’de emekçilerin yüzde 95’i örgütsüzdür. Yüzde 5’in örgütlü olduğu sendikaların ise birçoğu ya siyasi iktidarın arka bahçesi ya da patronun çıkarlarının temsilcisi haline gelmiştir. Sosyalist siyasetle buluşamayan emekçiler ırkçı, gerici, liberal partilerin tabanını oluşturur duruma gelmiştir. Akademi işçi sınıfından tamamen kopmuş, sermayenin kendisini yeniden üretme aracına dönüşmüştür. Basının çok önemli bir kısmı siyasi iktidar ve sermayenin tahakkümü altına girmiştir ve toplumun haber alma hakkından söz etmek olanaksız hale gelmiştir. Bu koşullar içinde emekçilerin temel ücretlerde yapılacak bir artışın yeterliliğini sorgulamak yerine bunun altında bir bit yeniği araması maalesef şaşırtıcı olmamaktadır.

Hiç yorum yok: