Tunus’ta
başlayan ardından Mısır, Libya ve diğer Arap ülkelerine yayılan, kitlesel
gösterilerin rejim değişikliklerine neden olduğu "Arap Baharı"nın Suriye’deki
yansımaları, uluslararası aktörlerin de kışkırtmalarıyla bir iç savaşa dönüştü.
Suriye’de Mart 2011’den bu yana devam eden iç savaş nedeniyle ülkesini terk
edenlerin sayısının 4 milyonu aştığı, 7 milyonu aşkın insanın da Suriye içinde
yer değiştirmek zorunda kaldığı tahmin ediliyor. Suriye’den göçün en yoğun
olduğu ülkelerin başında Türkiye geliyor. 2015 Ağustos ayı itibariyle resmi
verilere göre Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmen sayısı 1.906 bin’dir. 2015
yılı sonuna kadar bu rakamın 2.5 milyonu bulması beklenmektedir. Türkiye
nüfusunun yaklaşık yüzde 2.5’ine karşılık gelen (kayıtlarda yer almayanlar
dahil edildiğinde bu oran yüzde 3’lere kadar çıkmaktadır) Türkiye topraklarına
göç etmiş Suriyelerin 262 bin 134’ü yani sadece yüzde 13.7’si barınma merkezlerinde
(kamplarda) ikamet ederken yüzde 86’sından fazlası Hatay, Kilis, Antep, Urfa
gibi sınır illeriyle İstanbul, İzmir, Mersin gibi metropollerde yaşamlarını
sürdürmektedir (http://www.goc.gov.tr/icerik6/gecici-koruma_363_378_4713_icerik).
Ekim
2011’de İçişleri Bakanlığı’nın aldığı karar doğrultusunda Türkiye’de kayıt olan
Suriyeli sığınmacılara “geçici koruma statüsü” verilmektedir. Suriye
vatandaşları Türkiye’nin 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin
Cenevre Sözleşmesi’ni coğrafi kısıtlama ile kabul etmesi nedeniyle mülteci olarak
kabul edilmemektedir. Kamplarda kalan ve şehirlerde kayıt altına alınanlar, geçici
koruma belgesi alabilse de bu çekince nedeniyle coğrafi sınırlamaya
takılmaktadır. Bu sınırlamaya göre Türkiye sadece Avrupa ülkelerinden gelen ve dini,
ırkı, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği ve siyasi düşünceleri
nedeniyle takibata uğrayacağı korkusu ile iltica talebinde bulunanlara mülteci
statüsü vermektedir. Avrupa ülkeleri dışında Türkiye’ye iltica talebinde
bulunan kişilerin durumu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği
(BMMYK) ile birlikte değerlendirilmekte ve uygun bulunmaları halinde üçüncü bir
ülkeye geçişleri sağlanmaktadır. Bu nedenle Suriye’den gelen sığınmacılar
Türkiye’de mülteci değil “misafir” olarak tanımlanmakta ve kendilerine “geçici
koruma statüsü” verilmektedir. Geçici koruma statüsü ile Suriyelilere sınırsız
kalış, zorla geri gönderilmemeye karşı koruma ve acil ihtiyaçlara yanıt veren
düzenlemelere erişimi içerecek şekilde koruma ve yardım sağlanmaktadır. Bunun
dışında kamplarda yaşayanlara barınma, gıda, eğitim, sağlık, suya erişim gibi olanaklar
verilmektedir. Kamp dışında yaşayan ve çoğunluğu oluşturanlara ise “kayıt
yaptırmaları halinde” sadece sağlık ve ilaçlara ücretsiz erişim hakkı
tanınmaktadır. Çeşitli nedenlerle kayıt yaptırmayanlar ise hiçbir hakka sahip
değildir.
Göçmenin Sınıf Hali:
Sermayeye Serbest, Emekçiye Yasak!
Türkiye’ye
göç eden Suriyelilerin çok küçük bir kesimi üst gelir grubuna sahip kişilerdir.
Geçici koruma statüsünde bulunan Suriyelilerin yasal olarak çalışmalarına izin
verilmezken, yatırım yapmalarının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.
Buna rağmen Suriyeli büyük sermayedarlar yatırım yapmak için Türkiye’den ziyade
Güney Kıbrıs’ı tercih etmiştir. Antep Sanayi Odası’na göre Suriye’den yaklaşık
25 milyar dolar Kıbrıs Rum Kesimi bankaları üzerinden Avrupa’ya gitmiştir
(Orsam, 2015). Buna rağmen Ekonomi Bakanlığı’nın 30 Haziran 2015 tarihli
Türkiye’de Faaliyette Bulunan Yabancı Sermayeli Firmalar istatistiğinde
belirtilen verilere göre Türkiye’deki Suriye sermayeli firma sayısı 2 bin
827’tir. Ancak Türkiyeli ortakla faaliyet gösteren ve kayıt dışı çalışan
firmalarla birlikte bu rakamın 10 bini aştığı tahmin edilmektedir. Bu
firmaların yaklaşık yüzde 60’ı İstanbul’dadır (http://www.ekonomi.gov.tr).
Orsam’ın Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri raporunda belirtildiği
üzere başta Halep’ten olmak üzere, tüccar ve yatırımcı Suriyeliler için Mersin
de deniz ve limanın varlığı nedeniyle tercih edilmektedir. Ayrıca Suriyeli
firma sayısının İstanbul’dan sonra yoğunlaştığı yer Antep’tir. Suriye iç
savaşının öncesinde Antep’te kayıtlı Suriyeli firma sayısı 12 iken Ağustos 2015
itibariyle bu rakam 417’ye çıkmıştır (http://www.ekonomi.gov.tr). Halep’teki tekstil,
konfeksiyon ve dokuma imalatlarını devam ettirmek için özellikle tekstil kenti
Bursa’ya yerleşen Suriyelilerin açtığı kayıt dışı fason atölye sayısının 100’e
ulaştığı iddia edilmektedir. Öte yandan Mersin Emlakçılar Odası Başkanı,
Suriyelilerin firma kurarak emlakçılık sektörünü ellerinde tuttuklarını
belirtmektedir (Dünya Gazetesi, 03.09.2015). Ekonomiye önemli etkisi bulunan bu
örneklerin yanı sıra Suriyelilerin açtığı işyerlerinin büyük çoğunluğu fırın,
lokanta, ayakkabı atölyesi gibi küçük sermayeye dayalıdır ve kayıt dışı
faaliyet yürütmektedir. Bu iş yerlerinden önemli ölçüde Suriyeliler alışveriş
yapmaktadır.
Büyük
sermaye sahipleri ve küçük yatırımlar yapabilenler Suriye’den göç edenlerin çok
küçük bir kesimini oluşturmaktadır. Çoğunluk, yanlarında temel gereksinimleri
dışında hemen hiçbir şey getiremeyen yoksullardır. Bunların önemli bir bölümü
kamplar dışındadır ve yaşamlarını sürdürecek gelir için çalışmaktan başka
seçenekleri yoktur. Ancak yasal çalışma izinlerinin bulunmayışı bu büyük göçmen
kitlesini “kaçak” konumunda çalışmaya mecbur bırakmaktadır.
Türkiye’de
“kaçak” konumuna düşürülmüş göçmen işçi sorunu Suriyelilerle başlamamıştır. 1970’li
yılların sonundan itibaren özellikle Türkiye’nin sınır komşusu olduğu
ülkelerden veya diğer yakın ülkelerden Türkiye’ye gerçekleşen uluslararası göç
hareketleri sığınmacı, mülteci, transit göçmen ve kaçak işçi gibi çok çeşitli göç
hareketlerine sahne olmuştur. Türkiye’ye yönelen göç hareketleri büyük ölçüde coğrafi
konumuyla ilişkilidir. Komşu ülkelerde ortaya çıkan ekonomik, siyasi ve
güvenlikle ilgili sorunlar, Türkiye’ye yönelen göçün başlıca unsurları
arasındadır. Türkiye’nin Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir köprü
vazifesi görmesi ve önemli deniz yollarına sahip olması dolayısıyla çok sayıda
göçmen Batı’nın gelişmiş ülkelerine göç etmek için Türkiye’yi bir geçiş alanı
olarak kullanmaktadır.
Türkiye,
1980’lerden itibaren, uluslararası göç hareketlerinin –ağırlıklı olarak kaçak
göçlerin- uğrak yeri haline gelmiştir. Gelen göçmenlerin geldikleri bölge ve
ülkelere göre dağılımlarına bakıldığında, çok geniş bir coğrafyanın Türkiye’ye
yönelik göçlere kaynaklık ettiği görülmektedir. Asya, Afrika ve Doğu Avrupa’nın
birçok ülkesinden Türkiye’ye göçmenler gelmektedir. Türkiye’ye yönelik göçler,
göçmenlerin geliş amaçlarına ve yasal konumlarına göre farklılaşmaktadır.
Batılı ülkelere gitmek amacıyla Türkiye’yi geçiş yeri olarak kullanmak için
gelenler, sığınmacılar, çalışmak için gelenler, yerleşmek için gelenler gibi
göçmen kategorilerinden söz edilebilir.
Kaçak
göçmen işçilerin Türkiye’yi tercih etmelerinde en önemli etken: 1980 sonrasında
uygulamaya konulan ekonomi politikalarıyla birlikte Türkiye’nin ucuz emek alanı
haline getirilme çabalarıdır. Küresel üretim ağı içerisinde emek yoğun üretimle
yer almaya çalışmış ve bu bağlamda da özellikle küçük işletmelerle fasonculuğu
teşvik etmiştir. Emek maliyetini minimuma indirme amacı güden küçük üreticilik
kayıt dışı üretimi ve istihdamı da beraberinde getirmiştir. Kayıt dışı
istihdama göz yuman uygulamalar kaçak göçmen işçi istihdamını da kolaylaştırıcı
koşulları yaratmıştır. Özellikle 1989 Bahar Eylemleriyle birlikte işçi sınıfı
mücadelesindeki yükselme 1993 yılına kadar işçilerin 12 Eylül darbesi
sonrasındaki kayıplarını bir ölçüde de olsa telafi etmesini sağlamıştır.
Dolayısıyla 1989-1993 yılları arasında emek maliyetleri görece yükselmiş ve bu
durum işverenleri, düşük ücretli işgücü arayışına yönlendirmiştir.
İşverenlerin
düşük ücretli işçi arayışına giriştiği bu dönemde bir taraftan kayıt dışı
üretim artarken diğer taraftan da Türkiye’ye kaçak göçmen işçi yönelimi
artmıştır. Doğu Bloğunun çöküşüne de denk gelen bu süreçte geçim olanaklarını
kaybeden ve göçe yönelen milyonlarca insandan bir bölümü coğrafi yakınlık ve bu
ülkelere yönelik esnek vize uygulamaları nedeniyle Türkiye’yi tercih etmiştir.
Ucuz emek arayışları düşük ücretli “kaçak” göçmen işgücüne talep yaratmıştır ve
bu talep, Türkiye’ye yönelen “kaçak” göçmen işçiliği daha da arttırmıştır.
Böylece, kaçak göçmen işçiler yedek işgücü kaynağı olarak devreye sokulmuştur.
Suriye’den
göç akınının başladığı 2011 yılı öncesinde de Türkiye’ye her yıl yaklaşık 200
bin ile 300 bin arasında göçmenin belgesiz (kaçak) olarak giriş yaptığı
hesaplanmıştır. Bu dönemde Türkiye’de 2 milyon dolayında göçmen işçi bulunduğu
ve bunlar içinde kaçak olarak çalışan göçmen işçi sayısının 500 bin ile 1
milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Suriye’den gelen göçle birlikte
Türkiye’de göçmen işçi sayısının neredeyse iki katına çıktığını söylemek yanlış
olmayacaktır.
Türkiye
nüfusunun yüzde 3’ü dolayında Suriyelinin birkaç yıl gibi kısa bir süre içinde
düzensiz olarak ülkeye giriş yapması Türkiye’de var olan toplumsal sorunların
daha da artmasına neden olmuştur. Bu sorunların en başında emek piyasasında
yaşanan sorunlar gelmektedir. Göçmen işçiliğin yoğun olduğu birçok ülke gibi
Türkiye emek piyasasında da göçmen işçi sayısı küçümsenmeyecek bir orana
yükselmiş ve bu konu emek piyasalarında yaşanan önemli sorunlar içerisinde
yerini almıştır. Emek piyasalarına ilişkin tüm sorunlar gibi göçmen işçiliği de
sendikaların belirli bir tavır belirlemesi ve çözüm üretecek çalışmalar yapması
gereken bir konu haline gelmiştir.
Yabancı Göçmen İşçiler ve
Sendikalar
Diğer ülkelerden gelen göçmenlerin büyük kısmıyla birlikte
resmi rakamlarla yakın zamanda 2.5 milyona ulaşacağı belirtilen Suriyeli
göçmenlerin de yasal çalışma olanağının olmaması, göçmen işçilerin kayıt dışı
olarak çalışması anlamına gelmektedir. Hiçbir kuralın geçerli olmadığı kayıt
dışı çalışma “kaçak” göçmen işçilerin en kötü koşullarda en ucuza
çalıştırılmasını anlamına gelmektedir. Özellikle Suriyeliler gibi savaştan
canlarını kurtarmak için tüm aile olarak gerçekleşen göçlerde çocuklar da bu
kuralsız emek piyasasının içinde yer almaktadır. İşçi sınıfının tüm tarihsel
kazanımlarıyla birlikte, evrensel insan haklarının dahi geçerli olmadığı bu koşulları
Türkiye’yi ucuz emek cenneti
haline getirmeye çalışan sermaye ve siyasi iktidar bir fırsat olarak görmektedir.
Yabancı göçmen işçilerin ucuz işgücü olarak emek piyasasında rekabeti
arttırması ve bu rekabet sonucunda tüm ücret ve haklarında gerileme olması,
genellikle yerli işçilerin yabancı işçilere olumsuz bir yaklaşım içerisinde
olmasına neden olmuştur. Özellikle ekonominin daraldığı ve işsizliğin arttığı
mevcut koşullar içinde bu olumsuz yaklaşım daha da artarak, yabancı işçileri
linç girişiminde bulunmaya kadar varmaktadır. İşçi sınıfının içerisinde
ayrışmaları derinleştiren bu durum karşısında sendikaların alacağı pozisyon ve
yerine getireceği işlev son derece önemli hale gelmektedir. Sendikaların yabancı
göçmen işçilere yönelik tavrını belirleyen sendikaların işyeri/ücret sendikacılığını
mı yoksa sınıf sendikacılığı anlayışını mı benimsedikleriyle doğrudan
ilişkilidir.
İşçi sınıfının haklarının topyekûn bir örgütlenme ve
mücadeleyle sağlanabileceği yönünde bir algıya sahip olmayan sendikalar,
kendilerine aidat ödeyen üyelerinin haklarını savunmak adına işçi sınıfının
diğer unsurlarını kendilerine rakip olarak görebilmektedir. Bu durumda
sendikalar üyelerinin haklarını korumak adına zaten emek piyasasından en zayıf
kesimi oluşturan yabancı işçilere karşı ırkçı/şoven bir yaklaşımla dışlama
yoluna gidebilmektedir. Bu anlayışta bulunan sendikalar yabancı işçileri ne üyeleri
olarak mücadeleye katmakta ne de onların çalışma ve yaşam koşullarını
iyileştirmek üzere bir çaba harcamaktadır. Aksine bu tip sendikalar yabancı
işçilerin çalışma yaşamı içerisinde yer almasını engellemeye ve hatta zorla da
olsa sınır dışı edilmelerini sağlamaya çalışmaktadır. Buna karşılık emeğin
kendi arasındaki rekabeti ortadan kaldırıp, birlik ve dayanışmayı sağlama
işlevinin gereğini yerine getiren sendikalar ise yabancı işçileri mücadelenin
yeni bir dinamiği olarak görmektedir. Bu anlayış içerisindeki sendikalar bir
taraftan yabancı işçileri örgütlü yapılarının içerisine katmaya çalışırken
diğer taraftan da yabancı işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının
iyileştirilmesini sağlayacak düzenlemeler için çaba harcamaktadır.
İşyeri/ücret sendikacılığının hâkim olduğu Türkiye’de
yabancı “kaçak” işçilere yaklaşım, diğer ülkelerde olduğu gibi “görmezden
gelme” anlayışı üzerine oturmuştur. Dolayısıyla sendikalar yabancı kaçak
işçilerin sorunlarını sahiplenmemekte ve onları örgütlemek konusunda herhangi
bir çaba içerisine girmemektedir. Ancak Türkiye’nin çok uzun yıllardır göç
veren ülke statüsünde olması, göçmen işçiler konusunda bir telepatinin
oluşmasını sağlamakta ve en azından sendikalarda yabancı kaçak işçilere yönelik
düşmanca bir tavır sergilenmemektedir. Ama buna rağmen Türkiyeli emekçilere
rakip hale gelerek ücretler ve çalışma standartlarını geriye götüren bir etki
yarattığı düşüncesiyle yabancı “kaçak” işçilerin sınır dışı edilmeleri
gerektiğini savunan sendikacılar dahi olmuştur.
Sonuç
Sanayi Devrimi’nden bu yana burjuvazi, göçleri
emekçiler arasını rekabeti arttırarak emek maliyetini düşürmenin bir aracı
olarak görür ve teşvik ederler. Bunu yaparken aynı zamanda işçiler arasındaki
yerli-yabancı ayrışmasını derinleştirmeye çalışır onları birbirine karşı
kullanarak birlikte örgütlenmelerini, mücadele etmelerini engellemeye çalışır. Tarih,
sendikaların göçü teşvik ederek yedek işçi ordusu yaratma ve işçi sınıfını
kendi içinde ayrışma çabaları karşısında işçiler arasında ırk, ulus, din
farklılıklarını ortadan kaldırıp, mücadeleyi enternasyonel düzlemde
gerçekleştirebildikleri sürece başarılı olduklarını göstermiştir.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler Suriyeli ve diğer bölge
ülkelerinden göçmenlerin ülkelerine geri dönme koşullarının en azın kısa ve
orta vadede oluşmayacağını göstermektedir. Öte yandan göçmenlerin büyük
bölümünün daha iyi yaşam olanaklarına kavuşmak için gitmek istediği AB ülkeleri
de Suriyelileri ve diğer ülkelerden göçmenleri kabul etmek istememekte; Türkiye’de
kalmaları için hükümeti ikna etmeye çalışmaktadır. Bu koşullar altında uzun
yıllar boyunca başta Suriyeliler olmak üzere yabancı göçmen işçilerin -her ne
kadar Türkiye “misafir” olarak kabul etse de- Türkiye emek piyasasının kalıcı unsurları
olacağı anlaşılmaktadır. Sermaye kesiminin ve hükümetin kimi temsilcilerinin
çeşitli zamanlarda emek maliyetlerini düşürmesinden dolayı memnuniyetlerini
belirten beyanlarından da anlaşılacağı üzere Suriyeli işçilere yasal çalışma
olanağı sağlamak konusunda bir beklenti gerçekçi olmayacaktır. Bu durumda Suriyeli
işçilerin koşullarının düzeltilmesi, emek piyasasında eşit hakların sağlanması;
birlikte örgütlenme ve mücadele koşullarının oluşturulabilmesi konusunda
sendika ve işçi sınıfı partilerine büyük bir sorumluluk düşmektedir. Yabancı
“kaçak” işçiler ve onların sorunlarını görmezden gelen devam ettikçe,
Türkiye’de emekçilerin hakları için yürütülecek hiçbir mücadelenin başarı şansı
olmayacaktır.
Kaynaklar:
Dünya
Gazetesi (03.09.2015).
ORSAM
(Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi). Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye
Etkileri, Rapor no: 195, Ocak 2015
USAK
(Uluslararası Sosyal Araştırmalar Kurumu). Sınırlar Arasında Yaşam Savaşı
SURİYELİ MÜLTECİLER, Rapor no: 13-04, Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder