23/11/2016
Burjuva demokrasisinde “olağan hal”, patronların en fazla kârı edecek biçimde emeği ve doğayı sömüreceği ortamı ifade eder. Fransız İhtilalinin ardından çıkartılan 1792 Anayasası -ki hâlâ tüm burjuva devletlerin anayasasına temel oluşturur- bunun ilk ve en açık örneğidir. Burada mülkiyet ve girişimcilik devlet tarafından güvence altına alınırken, emekçilere hiçbir hak tanınmadığı gibi örgütlenmek, iş bırakmak gibi eylemler de girişimcilik özgürlüğünü engellediği gerekçesiyle yasaklanmıştır. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştirilen sınıf mücadeleleri, burjuva demokrasisinin bu “olağan” halini değiştirmiş ve emekçilere örgütlenme ve sosyal haklar başta olmak üzere birçok hakkı tanımak zorunda bırakmıştır. Burjuvazi, her fırsatta emekçileri rahatça sömürmesini engelleyen bu hakları ortadan kaldırarak “olağan” haline dönme arayışına devam etmektedir.
HER FIRSATTA HAKLARA SALDIRI
Türkiye Cumhuriyeti tarihi de her fırsatta tüm demokratik haklarla birlikte işçi sınıfının haklarının ortadan kaldırılmasının örnekleriyle doludur. Bu örneklerden ilki, “gerici kalkışmalar” bahane edilerek çıkartılan 1925 tarihli Takrir-i Sükûn yasasıdır. Bu yasayla bir taraftan Kürtlere yönelik baskılar arttırılırken, diğer taraftan her türlü işçi örgütlenmesi ve mücadelesi yasaklanmıştır.
Öte yandan 1938 yılında çıkartılan ve savaşın neden olduğu “olağanüstü koşullar” gerekçe gösterilerek uygulanan, sınıf esasına dayalı cemiyet kurmayı yasaklayan düzenleme ile de işçi hareketleri engellenmiştir.
Daha sonraki yıllarda da asayişi sağlamak ya da ekonomik kriz bahaneleriyle kimi zaman askeri darbeler vasıtasıyla kimi zaman ise seçilmiş hükümetler tarafından “olağanüstü hal” ilan edilerek, emekçilerin mevcut hukuk düzeni içinde dahi hak arama yolları engellenmiştir. Nedeni ne olursa olsun olağanüstü hal dönemlerinin sonucunda hak arama yolları tıkanan emekçilerin, ekonomik ve sosyal hakları gerilemiş; böylece işsizlik, yoksulluk artmış, çalışma koşulları ağırlaşmıştır.
15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından siyasi iktidar, OHAL’in darbe girişimine katılanların yakalanmasını kapsadığını, normal hayatı aksatmayacağını söylese de ilk etkilenen -beklendiği üzere- darbeyle uzaktan yakından ilgisi olmayan emekçiler oldu. Uygulamaya konulduğu 21 Temmuz’dan itibaren Avcılar Belediyesinde, BEDAŞ’ta, Aksa Elektrik’te ve daha birçok işyerinde sürmekte olan direnişler OHAL gerekçesiyle engellenmeye çalışıldı. Yürürlükte olduğu üç ay (süre) boyunca zaten AKP Hükümeti ve işverenler tarafından sürekli olarak ihlal edilen işçi hakları OHAL gerekçe gösterilerek daha da ileriye götürüldü. FETÖ’yle hiçbir ilgisi olmayan işçiler OHAL gerekçesiyle tazminatsız olarak işten çıkartıldı. On binlerce kamu emekçisi yine aynı gerekçeyle açığa alındı ya da işten çıkartıldı. Uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalar hiçe sayılarak KESK’in çağrısıyla gerçekleşen 29 Aralık grevine katıldığı gerekçesiyle binlerce KESK üyesi de aynı uygulamayla karşı karşıya bırakıldı. İşten çıkartılan kamu emekçilerinin yerine ise iş güvencesi bulunmayan sözleşmeli statüsünde kadrolar açıldı. Öte yandan yine OHAL’le yaratılan baskı ortamından yararlanılarak, emekçilerden zorla BES kesintisi yapılması ve kiralık işçilik düzenlemeleri de uygulamaya konuldu. Daha önce hükümetin söz verdiği taşeron işçilerin kadroya alınması gibi vaatler ise unutuldu. Yine OHAL gerekçesiyle emekçilerin sorunlarını gündemleştiren Hayatın Sesi, Özgür Radyo, İMC TV gibi yayın kuruluşları kapatıldı. Ve OHAL süresince 500 dolayında emekçi iş cinayetlerinde can verdi.
SENDİKALAR HÜKÜMETE CESARET VERDİ
Emekçilerin haklarını ortadan kaldırmanın fırsatı olarak değerlendirilen OHAL dönemi Türkiye’de sendikaların hal-i pür melalini de bir kez daha ortaya serdi. Zaten uzunca bir süredir emekçilerin en temel haklarına yönelik saldırılar karşısında dahi sessiz kalan
-KESK ve DİSK dışındaki- sendikalar, bu süreçte de sessizliklerini bozmayarak, hükümete cesaret ve OHAL uygulamalarına destek vermiş oldular.
OHAL’de geçen ikinci üç ay içindeyiz. Belli ki emekçilerin zaten sürekli olarak ihlal edilen hakları bir süre daha askıda kalacak ve ihlaller devam edecek. Bu arada hükümetin yaptığı hazırlıklara bakılırsa “olağanüstü hal” koşulları -tıpkı 1925, 1938 ve 12 Eylül 1980’de olduğu gibi- çıkartılacak yasalarla “olağan” hale getirilecek. Yani OHAL’le birlikte daha fazla işsizleşen, güvencesizleşen, yoksullaşan ve örgütsüzleşen emekçiler, kazanılmış hakların çok daha geriye düştüğü “yeni olağan” koşullarda mücadeleyi sürdürmek zorunda kalacak. Buna engel olmak için özellikle işsizlik tehdidi üzerinden yürütülen baskılara karşı direnç göstermekten başka yol görülmüyor. Elbette örgütlülüğü ve dayanışmayı daha da büyüterek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder