04/12/2016
Ekonomik ve siyasi kriz dönemleri sınıflar arasındaki çelişkilerin tüm açıklığıyla gün yüzüne çıkmasına vesile olur. Eğer bu çelişkiler iyi değerlendirilirse işçi sınıfının mücadelesini yükseltmek için bir fırsata da dönüştürülebilir. Aksi halde krizin yükü işçi sınıfının sırtında kalır. Zaten ezilmekte olan emekçiler daha da ezilir; emekçilerin sesini kesmek için de zaten kör topal yürüyen demokrasi tamamen ortadan kalkar.
Başbakan’ın, geçtiğimiz çarşamba günü katıldığı TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu bu çelişkilerin tüm açıklığıyla gözler önüne serilmesini sağladı.TÜSİAD başkanı, Türkiye’nin en büyük patronlarının doldurduğu salonda Başbakan’ın yüzüne karşı hükümete önemli eleştiriler yöneltti. Cumhurbaşkanı ve hükümet üyelerinden alışık olduğumuz en küçük eleştiri karşısında dahi hiddetlenerek eleştiri getirenleri suçlama ve hatta mahkûm etme tavrını burada görmedik. Başbakan eleştiriler karşısında kendisinden görmeye pek alışık olmadığımız bir kibarlıkla (“AB bize madik attı” sözü bu kibarlığa pek uygun düşmese de) eleştirileri savuşturmaya ve patronları sakinleştirmeye çalıştı.
Toplantıyı izlerken, bir işçi sendikasının toplantısında benzer eleştiriler getirilebilir miydi, getirilirse başbakanın tavrı ne olurdu diye düşündüm bir an. Başbakan aynı kibar yaklaşımı göstermezdi herhalde; ama daha önemlisi hükümeti bu şekilde eleştirebilecek bir sendika yöneticisi çıkar mıydı? Çıkmazdı herhalde, hükümeti açıkça eleştirme cesareti gösterecek bir sendika varsa onun toplantısına da başbakan katılmazdı zaten!
Bakınız, daha toplantının kendisi bile büyük bir çarpıklığı ortaya koymaktadır. Hükümet, yeni yeni teşvik düzenlemeleri yaparak zaten kısıtlı olan grev hakkını daha da kısıtlayarak hizmet ettiği patronlar karşısında her türlü eleştiriyi hazmediyor, onları ikna etmeye çalışıyor. Öte yandan milyonlarca emekçinin olduğu bir ülkede emek örgütlerinin hükümete eleştiri yöneltmesi düşünülemiyor bile! Ne demokrasi ama değil mi?
Her neyse gelelim içeriğe, TÜSİAD’ın eleştiri ve taleplerini demokrasi ve ekonomi başlıkları altında ikiye ayırabiliriz. Demokrasi konusunda gündeme getirilenler şunlardı: OHAL’in kaldırılması, KHK’larla yönetmeye son verilmesi, idam cezasının gündemden çıkartılması, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı ve dengesi, bireysel haklar, insan onuruna uygun yargılama, laiklik, FETÖ ile mücadelenin ötesine geçen tutuklamalar, güvenlik önlemlerinin toplumsal güveni zedelememesi…
Bu konular kuşkusuz sadece patronların değil emekçilerin de talepleridir. Ancak burada sözü edilenlerin birçoğu örneğin bireysel haklar, hukukun üstünlüğü, insan onuruna uygun yargılanma, laiklik vs on yıllardır toplumun geniş kesimlerinin gündeminde olan sorunlardır. Bugün bu sorunlar öylesine çetrefilli hale gelmiştir ki burjuva demokrasisinin dahi gerisine düşmüş, sermaye birikiminin önünde engel oluşturmaya başlamıştır.
Peki, “her işin başı demokrasi” diyerek, patronların demokrasiye ilişkin duyarlılığı her şeye rağmen emekçilerin de nefes almasını sağlayacak demokratik bir ortamın oluşmasına katkı sağlar mı diye bir bakalım.
OHAL’in kaldırılması, KHK’lara son verilmesi, idamın gündemden kalkması elbette tüm toplum için olumlu taleplerdir. Ancak bundan ötesi patronların hiçbir biçimde sözünü dahi etmedikleri örgütlenme özgürlüğü, haber alma özgürlüğü ile düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırsız biçimde kullanılabilmesine bağlıdır. Bunlar olmadan ekonomiye ve siyasete egemen olanlara karşı emekçilerin, yoksulların, her türden ayrımcılığa maruz kalanların sesini duyurabilmesi, demokratik haklarını kullanabilmesi mümkün değildir.
Patronların ekonomiye yönelik talepleri, her ne kadar istihdam yaratma, toplumsal refahı arttırma gibi süslü cümleler ardına saklanarak ifade edilse de esasen toplumsal gelirin kendilerine aktarılmasının, doğanın ve emeğin daha kolay sömürülmesinin ötesine geçmemektedir. Öte yandan TÜSİAD’ın piyasa ekonomisinin işleyişi için gerekli gördüğü girişimcilik özgürlüğü ve mülkiyet hakkı, emekçilerin örgütlenme özgürlüğünün engellenmesini talep etmekten başka bir anlama gelmemektedir. Kendisi de sermayedar olan başbakan, sınıfdaşlarının meramını iyi bildiğinden teşvik, teminat, vergi düzenlemeleri vs. yollarla kamu kaynaklarının kendilerine daha fazla aktarılacağı taahhütlerini yenileyerek patronları sakinleştirmeye çalışmaktadır. İktidarları boyunca sınırlandırdıkları örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkını OHAL bahanesiyle tamamen baskı altına aldıklarını ise başbakan malumu ilan etmeye gerek duymadığından olsa gerek gündeme dahi getirmemiştir.
Özetle patronlar, kendi temsilcileri olarak gördükleri siyasi iktidarı, ekonomik konjonktürün gereklerine uyması ve başkanlık sistemi sevdasıyla yaratılan gerilim nedeniyle siyasi istikrarı bozmaması konusunda uyarmıştır. TÜSİAD’ın kulağa hoş gelen eleştiri ve talepleri, içerdiği itibariyle sınıfsal çelişkileri daha da körüklediği için Türkiye halkları ve emekçilerine“umut” olması beklenemez. Umut, ancak krizlerle daha çok belirginleşen çelişkiler üzerinden özgürlüklerin önündeki engelleri aşarak ve örgütlü mücadeleyi yükselterek yeşertilebilir. Bu da emek ve demokrasi güçlerinin sınıf perspektifinden ayrılmadan, içinde bulunduğumuz dönemin özgün koşullarını da göz önünde bulundurarak hareket etmesine bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder