11 Aralık 2018 Salı

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 70. Yılında Yine Aynı Soru: BARBARLIK (Kapitalizm) mı SOSYALİZM mi?”

 
                                   

              Özgür Müftüoğlu

“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.” Sözleriyle başlar bundan 70 yıl önce 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. Devamındaki madde “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka herhangi bir düşünce, ulusal ya da toplumsal köken, servet, doğuş veya başka herhangi bakımdan ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan tüm haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilir.” diyerek devam eder.
Bütünü 30 maddeden oluşan Bildirge’nin diğer maddelerinde özgürce yaşam hakkı; kimsenin kölelik, kulluk altında bulundurulamayacağı; hiç kimseye işkence yapılamayacağı; ayırımsız herkesin yasalar önünde eşit olduğu, keyfi olarak yargılama, tutuklama yapılamayacağı; herkesin serbestçe dolaşma ve oturma hakkının olduğu; zulüm altında başka ülkelere sığınma hakkının bulunduğu belirtilir. Ayrıca yurttaşlık hakkı, düşünce ve ifade, vicdan ve din özgürlüğü de temel bireysel haklar olarak Bildirge’de yer alır.  Bireysel hakların yanısıra kollektif haklara, siyasal ve sosyal haklara da bildirgede yer verilmiştir. Ülke yönetimine katılma hakkı, sendikalaşma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma, işsizliğe karşı korunma hakkı, eşit işe eşit ücret hakkı, çalışma sürelerinin sınırlandırılması, ücretli izin hakkı bunlardan bazılarıdır.
Başka bir koşula (milliyet, cinsiyet, inanç vs) bağlı olmadan insanın sadece insan olduğu için sahip olduğu hakları tanımlayan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan siyasi atmosferde hazırlanmış olmakla birlikte sadece bu savaşta çekilen acıların değil, tüm insanlık tarihi boyunca insanın onuruyla ve özgürce yaşama mücadelesiyle ortaya çıkan birikimin sonucudur. BM’de aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 48 ülkenin onayıyla kabul edilen Bildirge, insan haklarının tarihte ulaştığı en ileri düzeyin de ifadesidir. Ülkeler için bağlayıcılığı olmayıp, tavsiye niteliğinde olmakla birlikte Bildirge, BM tarafından çıkartılan bir dizi sözleşmeyle genişletilmiş ve birçok uluslararası ve ulusal hukuk düzenlemesine kaynaklık etmiştir.
Bildirge’de bireysel haklara ilişkin hükümler büyük ölçüde Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketleri sonrasında gerçekleştirilen burjuva devrimleriyle elde edilmiş olan haklardır. Ki bu haklar büyük ölçüde 1789’da Fransız İhtilali’nin hemen ardından yayınlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde yer almıştır. 19. yüzyılda diğer Avrupa ülkelerine yayılan burjuva devrimleri sonrası oluşan hukuk düzenine de esin kaynağı olan 1789 tarihli bildirge, burjuva sınıfının çıkarları ve liberalizm kuralları doğrultusunda oluşan bireysel hak özgürlükler konusunda önemli gelişme sağlamışsa da burjuvazi dışındaki halk kesimlerinin özellikle de emekçi kesimlerin ekonomik ve sosyal haklarını gözardı etmiştir. Kapitalizmin gelişim süreci içinde mülksüzleşen, üretim araçlarından kopartılan ve ücretli işgücü olarak sefalet koşulları içinde çalışmaya ve yaşamaya zorlanan bu kesimlerin hakları için örgütlenmesi ve mücadele etmesi de devletin baskı aygıtları (yargı, kolluk güçleri vs) kullanılarak en sert biçimde engellenmeye çalışılmıştır.
Fransa ve İngiltere başta olmak üzere erken sanayileşen ülkelerde 18. yüzyıl sonlarında başlayıp, 19. yüzyıl boyunca süren işçi sınıfı mücadeleleri tüm bu baskılara rağmen, toplumun çok geniş kesimini oluşturan emekçilerin, yoksulların hakları için yapılmıştır. Bu mücadelelerde liberal demokrasinin gözardı ettiği ve hatta kendisine düşman gördüğü emekçi kesimlerin örgütlenme (sendikal-siyasal), siyasi ve sosyal hakları konusunda önemli kazanımlar elde edilmiştir. Irk ve cinsiyet ayrımcılığı da dahil olmak üzere temel insan hakları içinde yer alan birçok konuda kazanımlar yine işçi sınıfının söz konusu dönemde gerçekleştirdiği mücadelelerle sağlanmıştır. Dolayısıyla İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’de yeralan kollektif haklar ve bunun beraberinde siyasal ve sosyal hakların oluşumu büyük ölçüde işçi sınıfının 19. yüzyılda ortaya koyduğu ve önemli ölçüde devrimci bir perspektifte yürütülen mücadelelerin sonucunda gerçekleşmiştir.  
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ortaya çıkmasında burjuva devrimleri ve işçi sınıfı mücadeleleri yanında 1917 Ekim Devrimi’nin katkısı da gözardı edilemez. Kapitalist ülkelerin birinci paylaşım savaşıyla birbirlerine düştüğü süreçte gerçekleşen Ekim Devrimi, kapitalizme karşı alternatif bir sistem olarak ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine uzun yıllardır sonuçsuz kalan, sanayileşen ve sınıf mücadelelerine sahne olan ülkelerde elde edilen sosyal hakların evrenselleşmesi talepleri bir anda karşılık bulmuş ve 1919’da I. Dünya Savaşı’na son veren Versay Barış Anlaşması’nda sosyal hakların uluslararasılaşmasını sağlamak üzere ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) kurulmuştur. 1929 krizinin yarattığı işsizlik, yoksulluk Ekim Devrimi’yle ortaya çıkan sosyalist sistemin, kapitalist ülkelerdeki tehdidini daha da arttırmıştır. Bu tehdit karşısında ABD’de Roosevlt’in New Deal politikaları ve daha sonra bu politikalardan da esinlenerek Keynes’in geliştirdiği talep yönlü politikalar, sosyal hakların gelişimine önemli katkı sağlamıştır.
Bir taraftan Sosyalist Blok’un yarattığı tehdit diğer taraftan Keynesyen politikaları yaşama geçirebilme kaygısıyla 1944 yılında ILO’nun 26. toplantısında yayınlanan Philadelphia Bildirgesi’nde kabul edilen ilkeler de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin oluşumuna önemli katkı sağlamıştır.  Philadelphia Bildirgesi’nde emeğin bir meta olmadığı, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün ilerlemenin vazgeçilmez koşulu olduğu; yoksulluğun herkesin refahına tehdit oluşturduğu; toplumsal kararlarda işçi-işveren-hükümet üçlüsünün eşit katılımıyla alacağı kararların esas olması gerektiği; ırk, inanç, cinsiyete bakılmaksızın tüm insanların ekonomik ve sosyal bakımdan eşit olduğu gibi birçok hak tanımlanmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin yerini alan BM, soğuk savaş döneminde oluşan güç dengeleri üzerinde hareket ederken, Doğu Bloku’nun zayıflaması ve daha sonra dağılması, öte yandan kapitalist sistemde neoliberal dönüşüm ve küreselleşme sürecinde yeniden belirlenen güç dengelerini esas alan bir eğilim ortaya koymuştur. Bu bağlamda, Doğu Bloku’nun etkisiz hale gelmesi ve neoliberal politikaların temel belirleyici olması -İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de dahil olmak üzere- BM’nin savaş sonrası dönemde benimsediği politikalardan hızla uzaklaşmasına neden olmuştur. Neoliberal politikalar kapsamında sosyal haklar ve kollektif haklar hızla aşınmaya başlamış, BM ve onun içerisinde yer alan ILO gibi kurumlar kollektif ve sosyal haklarla beraber bireysel hakları da kapsayacak biçimde ilkelerinden tavizler vermeye başlamıştır.
Kabulünün 70. yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM’nin taviz verdiği belgelerin başında gelmektedir. BM’nin kurucu devletleri başta olmak üzere üye devletlerin hemen tümü Bildirge’nin en temel maddeleri olan ve 220 yıl önce yayınlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde yer alan yaşam hakkı, eşit yurttaşlık hakkı gibi hakları dahi ihlal etmektedir. Philadelphia Bildirgesi’nde yeralan siyasal ve sosyal hakları savunmak ise birçok ülkede neredeyse vatan hainliği olarak görülmektedir.
Sonuç olarak, insanlık tarihinde binlerce yıl süren mücadelelerin ürünü olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne yansıyan haklar ne yazık ki Türkiye’de ve dünyanın  geri kalan kısmında kullanılamaz ve hatta savunulamaz hale gelmiştir. İnsanlığın bu temel haklarının böyle kolaylıkla ortadan kaldırılabilmesinin nedeni dünyada kapitalizme alternatif bir sistemin -en azından şimdilik- ortadan kalkması ve daha önemlisi, burjuvazi karşısında işçi sınıfı mücadelesinin zayıflamasıdır.  
İnsan haklarının ve sosyal hakların olmadığı bir dünya, barbarlığa teslim olmuş demektir. Dünyayı, insanlığı barbarlıktan yani kapitalizmden kurtarabilmenin tek yolu, her alanda – savaşa, ekolojik yıkıma, cinsiyet ayrımcılığına, ırkçılığa, inanç özgürlüğüne ve  emek sömürüsüne karşı mücadele etmektir. Bu mücadelenin başarılı olabilmesinin koşulu ise her alanda karşıdaki gücün burjuvazi ve onun savunucusu siyasi iktidar olduğunu unutmayıp, her alanda sınıf perspektifiyle ve sosyalizm idealiyle bir mücadeleyi örgütlemek ve yaşama geçirebilmektir.


Hiç yorum yok: