Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun açıkladığı verilere göre Covid-19’un Çin’in Wuhan eyaletinde tespit edildiği ilk zaman olan Aralık 2019’dan bu yana 222 ülkede yaklaşık 77 milyon kişi bu virüse yakalandı, 1 milyon 750 binden fazla kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk yaşamını yitirdi (Türkiye gibi, birçok ülkenin gerçek rakamları gizlediği düşünülürse pandemiye yakalanan ve yaşamını yitirenlerin bundan çok daha fazla olduğunu tahmin etmek zor değildir.).
Pandemi süreci, ekonomik ve siyasi egemenlerin çıkarları doğrultusunda değil de bilimin bulaşa karşı önerdiği yöntemlerin eksiksiz uygulanmasıyla yönetilseydi, karşımıza WHO’nun sınırlı verilere dayandırdığı haliyle bile vahim olan tablo çıkmazdı. Daha açık ifadeyle gerçek verileri gizlemeye yönelik tüm çabalara rağmen bile sayıları 2 milyona ulaşan insan, Covid-19 nedeniyle ölmezdi. Öte yandan birçok ülkede pandemiyle baş edemeyerek çöken sağlık sistemi nedeniyle başta sağlık sorunları yaşayan ve normal koşullarda yaşamsal riski bulunmayan yüz binlerce hasta yaşamını yitirmeyebilirdi.
Pandemide tercih edilen politikalar, sağlığın yanı sıra sonuçları yaşamsal etkilere haiz pek çok toplumsal soruna da neden oldu. Bunların başında mülksüzleştirilen ve üretim araçlarından uzaklaştırılan kitlelerin yaşamlarını sürdürebilecekleri biricik gelirlerinin kaynağı olan işlerini kaybetmeleri geldi. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporlarına göre pandemi nedeniyle milyonlarca iş yeri kapandı ve yüz milyonlarca kişi işsiz kaldı. Az sayıdaki gelişmiş ülke, işini kaybedenlerin yaşamlarını sürdürebilecekleri bir takım destekler sunarken; alt ve orta gelişmişlik düzeyinde yer alan ülkeler, işsiz kalan milyonlarca emekçiyi, küçük üretici ve esnafı adeta ölüme terk etti. Bunun emek-sermaye ilişkilerine yansıması, emekçilerin daha düşük ücretle, daha uzun süre ve daha güvencesiz çalışmaya zorlanması oldu. Bu zorlama; pandeminin yarattığı ölümcül riskin, aç kalmaya tercih edilmesine neden oldu. Sonuç olarak pandemiye en fazla yakalanan ve yaşamını yitirenler emekçi kesimler oldu.
Pandeminin etkileri sadece virüs bulaşarak hastalanan ya da bu nedenle yaşamını yitirenlerle sınırlı kalmadı. Pandemi, müesses nizamın ne kadar çürük olduğunu gösterdi; ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa tüm kurumları çökertti. Devletlerin sosyal işlevlerini tamamen terk ettiği ve yurttaşların yaşamı pahasına, sermayenin ve siyasi iktidarların çıkarları doğrultusunda yönetildiği alenen ortaya çıktı. Yani bu tabloda, pandeminin ve yarattığı toplumsal sorunların engellenemeyerek içinden çıkılamaz bir insanlık krizi haline dönüşmesini siyasi iktidarların bu süreci “yönetememesi” olarak görmek, son derece naif bir yaklaşımdır. Mesele sürecin yönetilememesi değil, bir avuç egemenin çıkarları uğruna milyonlarca insanın ölüme, milyarlarcasının işsizliğe, açlığa, yoksulluğa terk edilmesidir.
Son günlerde gelen haberler, Covid-19’un mutasyona uğradığı, çok daha bulaşıcı ve öldürücü hale gelerek İngiltere üzerinden yayıldığı yönündedir. Milyarlarca insanın yaşamı, çıkarlarının peşinde toplumun sorunlarına körleşmiş olan sermaye ve onu temsil eden siyasi iktidarların tercihlerine bırakıldığı sürece 2021’in 2020’den çok daha beter olacağını söylemek kehanet olmaz.
İnsanlığı belâdan belâya sürükleyen bu düzenin değişmesinin tek yolu; halkların sermayenin çıkarları yerine kendi iktidarlarını kurmak hedefiyle örgütlenmesi, mücadele yol ve yöntemlerini geliştirmesidir.
2021’in, insanlığın başına belâ olan düzenden kurtulmak için toplumsal mücadelenin yükseltildiği bir yıl olmasını diliyorum.