13 Şubat 2021
Burjuva devrimleri sürecinde feodal egemenlerin (saray ve kilise) yetkileri sınırlandırılarak parlamenter bir düzen içinde bireysel özgürlükler gelişmiştir. 17.yy’da İngiltere’de yayımlanan Haklar Dilekçesi (1628) ve Haklar Beyannamesi (1689) modern anayasanın temellerini oluştururken 1776’da ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve 1789’da Fransa’da yayımlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile 1791 Fransız Anayasası “bireysel özgürlükleri” devlet otoritesi karşısında korumaya almıştır. Osmanlı’da da kapitalist sisteme eklenme sürecinde 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi ile -uzun süre uygulamada kalamasa da- padişahın yetkileri sınırlandırılarak anayasal düzene geçilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anayasası 1924 Anayasası’dır. Daha sonra iki kez (1961 ve 1982) ciddi değişikliklere uğrayan bu darbe dönemi anayasalarına, 16 Nisan 2017 referandumu ile OHAL döneminde hazırlanarak uygulamaya konan ve parlamenter sistemi lağvederek tek adam rejimini tesis eden anayasa değişikliği eklenmiştir. Yani Cumhuriyet kurulduğundan bu yana toplum iradesinin temsil edildiği yasama sürecinde hazırlanmış bir anayasanın yürürlükte olduğu tek gün dahi olmamıştır!
Demokrasiden yoksun koşullarda yapılan anayasalarla yönetilen bir ülkenin, demokratik olması beklenemez elbette. Zira anayasa toplumsal bir sözleşme ise, toplumun her kesiminin düşüncesini özgürce ifade edebilmesi ve yönetimin her aşamasına katılabilmesi gerekir. Aksi halde ya siyasi ve iktisadi egemenliği elinde bulunduran gücün iradesi ile -konjoktüre de bağlı olarak- belki bir miktar serbestleşmenin önünü açılabilir (61 Anayasası’nda olduğu gibi) ama dozu gittikçe artan bir otoriterleşmenin içine de düşülebilir. Türkiye, demokrasinin olmadığı, toplum iradesinin dikkate alınmadığı koşullarda yapılan anayasalarla yönetilegelmiş bir ülkedir. Mevcut iktidar, yukarıda da belirttiğim gibi OHAL koşullarında yaptığı anayasa değişikliği ile parlamentoyu işlevsiz hale getirerek (yasama-yürütme-yargı) tüm yetkilerin tek adamda toplandığı otoriter bir rejim tesis etmiştir. Ancak bununla da yetinmemiş olmalı ki yeni bir anayasayı gündeme getirmektedir.
Erdoğan yeni anayasayı gündeme getirme nedenlerini neresinden tutsan elinde kalacak şu cümlelerle açıklıyor: “Bugün artık hem vesayetin gücünü kırmış, hem darbe niyetlilerine mesajını açıkça vermiş, hem de uluslararası alanda özgürce hareket etme iradesini ortaya koymuş bir Türkiye var. Yani yeni anayasayı konuşmak ve hazırlamak için şartlar gayet uygun.” Yeni anayasanın hazırlık süreci için de şöyle devam ediyor sözlerine Erdoğan: “Acele etmeden, her kesimle gereken istişareleri yaparak önümüzdeki asrın ihtiyaçlarını karşılayacak bir anayasa metni ortaya çıkarmalıyız. Hatta bu öyle bir metin olsun ki Türkiye Cumhuriyeti’nin 150’nci, 200’üncü yılları kutlanırken bu anayasa çalışması tarihi dönüm noktalarından biri olarak gösterilsin. Bu öyle bir metin olsun ki anayasa hukuku literatüründe ve tüm dünyada örnek gösterilsin, diğer toplumlara da ilham versin.” Söylediklerini anında boşa çıkaran on sekiz yıllık iktidarlarının hafızalardaki taze hallerine aldırmadan sürdürüyor coşkulu(!)konuşmasını: “Buradan siyasi partilerimize, akademisyenlerimize, üniversitelerimize, sivil toplum kuruluşlarımıza, medya mensuplarımıza, velhasıl tüm fikir ve aksiyon insanlarımıza çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin, hep birlikte yeni anayasa konusundaki tekliflerimizi yıl içinde hazırlayalım ve tartışmaya başlayalım.”
Erdoğan iyi söylüyor, güzel söylüyor da “asrın anayasası”nı hazırlamak için çağrıda bulunduğu partilerden ittifak içinde olmadıklarının yöneticilerini, üyelerini terörist ilan etmiş ve kimilerini de tutsak etmiş. Yandaş olmayan sivil toplum örgütleri, medya kuruluşlarının birçoğunun kapısına zincir vurulmuş. Akademisyenlerin birçoğu barış istediği için KHK’larla ihraç edilmiş, halen üniversitelerde olanlar ise kayyum rektörlerle oluşturulan dikta düzeninde seslerini çıkartamıyor. Geriye kendisine biat etmiş üç beş akademisyen ile gazeteci kimliği taşıyan zat ve bir de emeği ve doğayı giderek otoriterleşen rejim sayesinde daha kolay sömüren sermaye örgütü kalıyor. Yani darbe dönemlerindeki gibi toplumun katılımı olmadan bir anayasa yapım süreci öngörülüyor. Toplumun katılımı olmadan hazırlanacak bir anayasa (toplumsal sözleşme) iddiası “masal” olmaktan öteye gider mi? Dünyaya ve (2023’de çıkacağımız(!) uzaydaki) diğer toplumlara nasıl ilham verir, tarihte nasıl bir dönüm noktası olur? Bu soruların yanıtını da siz okurların engin hayal gücüne bırakayım şimdilik!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder