Sanayi Devrimi ve kentleşmenin ortaya çıkardığı temel sorunların başında, barınma gelir. Kapitalizmin mülksüzleştirdiği ve yaşamını sürdürebilecek bir iş bulmak için kentlere göçmek zorunda kalan kitleler, sağlıklı beslenme olanaklarından yoksun oldukları gibi sağlıklı barınma koşullarından da yoksundur. 18. yüzyıl ortalarından itibaren İngiltere’den başlayıp, Avrupa’ya yayılan kapitalizmin ulaştığı tüm ülkelerde yaşanan barınma sorunu, Türkiye’de de özel sermayenin büyük kentlerde sanayi yatırımlarına başladığı 1950’li, 60’lı yıllarla birlikte gündeme gelmiştir.
Barınma, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan temel bir hak olmasına karşılık, Türkiye’de devlet, barınma hakkı konusunda yükümlülük üstlenmekten kaçınmış, anayasalarda muğlak ifadelerle bu sorunu geçiştirmiştir. 1961 Anayasası “Sağlık Hakkı” başlığını taşıyan 49. maddesinin 2. bendinde “Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır” ifadesine yer verirken; 1982 Anayasası’nda “Konut Hakkı” başlığını taşıyan 57. maddesinde “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” biçimde son derece liberal bir yaklaşımla konuyu ele almıştır.
Barınma sorununu ortadan kaldıracak bir irade sergilemekten kaçınan devlet, 2000’lere kadar gecekondulaşmaya ve düzensiz kentleşmeye göz yumarak bu sorunu görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Devletin sorumsuzluğundan kaynaklanan “denetimsiz yapılaşma ve düzensiz kentleşme”nin bedeli, 1999 Marmara Depremi ve daha sonraki yıllarda çeşitli kentlerde gerçekleşen depremler ve sellerde yıkılan binaların enkazında verilen binlerce can olmuştur. 2001 krizinin ardından Kemal Derviş tarafından uygulamaya konulan neoliberal yapısal uyum programının gölgesinde hazırlanan Sekizinci Kalkınma Planı’nda (2001-2005) “Marmara Depremi’nden çıkarılan dersler doğrultusunda, çarpık kentleşme ve kaçak yapılaşmayı önlemek üzere yapı güvenliği ve denetiminin sağlanması” öngörülmüştür. AKP iktidarının ilk dönemine tekabül eden bu plan ve 2003’ten itibaren Hükümetlerin Acil Eylem Planları çerçevesinde, Toplu Konut İdaresi’ne (TOKİ) yenileme ve dönüşüm programları kapsamında konut üretimi görevi verilmiştir.
AKP, “afet riski bulunan yapı stokunun yenilenmesi” adı altında devreye soktuğu “kentsel dönüşüm projeleri”yle inşaat sektörüne dayalı bir ekonomi programı ortaya koymuştur. Böylece sağlıklı, güvenli konutlar üretmeyi hedefleyen planların vardığı yer, konut üretiminin kâr ve rant alanları haline dönüşmesi olmuştur. Barınma hakkının piyasanın insafına bırakıldığı bu kâr/rant düzeni, banka kredileri yani borçlandırma üzerinden yürütülmektedir. Bankalardan alınan konut kredilerinin miktarı son 10 yılda üç kat artarak 86 milyar TL’den 346 milyar TL’ye çıkmıştır. Çalışma yaşamlarının büyük kısmını (ortalama 10 yıl) barınmak için satın aldıkları konutun borcunu ödemekle geçiren emekçiler, işlerini kaybetmemek için işverenin ve sistemin tahakkümü altında daha fazla ezilirken; finans sektörü, sermaye için saadet çarkına dönen konut sektöründen payını fazlasıyla almaktadır.
Daha fazla kâr, daha fazla rant için üretilen konut sayısı sürekli artarken; ev sahipliği oranı yükselmediği gibi gerilemektedir. 2014’te nüfusun yüzde 61,1’i kendi sahibi olduğu konutta ikamet ederken, bu oran 2021’de yüzde 57,5’e düşmüştür. Bu da bize dağı, taşı, ormanı betona çevirerek yapılan konut inşaatlarının barınma değil, kâr/rant için yapıldığını yani zenginleri daha da zenginleştirdiğini göstermektedir.
Peki ya konut sahibi olmayanlar? TÜİK’e göre hane halkı harcamaları içinde konut ve kira giderleri yüzde 24 ile ilk sırada olan Türkiye, OECD ülkeleri arasında konut ve kira fiyatlarının en fazla yükseldiği ülkedir. 2015 yılı baz alındığında Türkiye’de konut fiyat endeksi 286’ya çıkarken, kira fiyat endeksi 218’e yükselmiştir. Bugün birçok kentte asgari ücret seviyesinde kiralık bir ev bulmak neredeyse mümkün değildir. Türkiye’de nüfusun yüzde 88’inin kentlerde yaşadığı, kentlerde yaşayanların yüzde 70’inden fazlasının ücretle geçindiği ve ücretli emekçilerin yarıdan fazlasının asgari ücret seviyesinde ya da altında bir gelirle yaşamını sürdürmeye çalıştığı düşünüldüğünde barınma sorununun boyutu daha iyi anlaşılabilir sanırım.
AKP 20 yıllık iktidarından birçok sorun gibi barınma sorununu da sermayeye kâr aktarma ve rant sağlama fırsatına dönüştürmüştür. Hazin olan, toplumun geniş kesimlerinin de AKP’nin bu kâr/rant politikasından medet umarak onu desteklemesidir.
Giderek derinleşen ekonomik kriz koşullarında yoksulluk süratle artarken barınma sorunu çok daha can yakıcı bir hal almaktadır. Peki muhalefetin bu sorunu çözecek bir planı, programı var mıdır? Ben görmedim. AKP’den farklı bir ekonomik ve sosyal program ortaya koy(a)mayan 6’lı masadan konut meselesine barınma sorunu perspektifiyle bir çözüm üretmesini beklemek abes olur zaten. Önümüzdeki günlerde açıklanacağı belirtilen “Demokrasi İttifakı” konut sorununu barınma hakkı çerçevesinden ele alarak bir çözüm ortaya koyabilir mi? Göreceğiz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder