Bir masa başında toplanan altı muhalefet partisinin sürekli “eskinin daha iyi olduğu” anlayışını parlatmalarına bakılırsa bunlar, seçim stratejilerini -toplumun sorunlarına çözüm olacak yeni bir alternatif ortaya koymak yerine- Erdoğan’ın “Yeni Türkiye” adını verdiği rejime karşı “eski rejimi yeniden inşa etmek “üzerine kurmuşlar. Dünya görüşleri birbirinden hayli farklı olan partilerin “Yeni Türkiye”yi ne zamandan başlattıkları (Nisan 2017 referandumu öncesi ya da AKP’nin iktidara ilk geldiği Kasım 2002 seçimleri öncesi mi veya başka bir tarih mi?), geri getirmeyi hedefledikleri eski rejimin hangi yönlerinde -ne ölçüde- anlaşıp, ortaklaşabildikleri ittifakın seçim başarısında belirleyici olacaktır.
Bugüne kadar yapılan açıklamalar, altı partinin sadece 2017 referandumuyla değişen düzenin ortadan kaldırılarak “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” adıyla eski düzene dönülmesi üzerinde ortaklaştığını gösteriyor. Ancak eski rejimin yeniden inşa edilmesi açlıkla, yoksullukla, haksızlıkla, hukuksuzlukla boğuşan halka güven vermediği gibi ilgilerini de pek çekmiyor doğrusu.
Bunun akla ilk gelen birkaç nedenini sıralayalım:
1) Her şeyden önce “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altındaki otokratik düzenle halkın boğuştuğu sorunlar arasında somut bir bağ kurulmuyor. Bu bağ kurulmadığı için ekonomik ve sosyal sorunlar -altı partinin farklı düzeylerde de olsa mesafeli durduğu- demokrasiyle, özgürlüklerle ilişkilendirilmiyor.
2) Son genel seçimde 6 milyona yakın oy alan ve Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’yi yok sayması, temel savunuları olan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”le çelişiyorlar.
3) Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”sinin sadece bir referandumla inşa edilmediği, -geri getirmeye çalıştıkları- eski rejimin ülkeyi içine soktuğu çıkmazların ürünü olduğunu unutuluyor; müesses nizamın (kurulu düzenin) gereği olan ırkçı, şoven, cinsiyetçi, burjuva devlet anlayışı savunulmaya devam ediyorlar.
Kılıçdaroğlu’nun Roboski’yi ziyaret etmesi, Demirtaş’ın tutukluluğunu eleştirmesi; CHP’nin neoliberalizme karşı söylemlerde bulunması ya da Babacan’ın Kürt sorununda demokratik çözümü dillendirmesi gibi altı parti içinden kimi çıkışlar yapılıyor zaman zaman. Ama bütünde bir tutarlılık olmayınca bu çıkışların inandırıcılığı da kalmıyor.
Bugün gerek ekonomik sıkıntılarla boğuşan gerekse hak, hukuk, adalet arayışında olan halkın sorunlarının Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”sinde de ona alternatif olarak yeniden parlatılan “eski” Türkiye’de de çözülemeyeceği, hatta daha derinleşeceği aşikârdır. Çözüm için müesses nizamın ötesine geçecek, onu değiştirecek bir anlayışa ihtiyaç vardır.
Türkiye Cumhuriyeti ikinci bir yüzyıl daha var olacaksa ilk yüz yıldaki karanlık yüzünden arınmalıdır! Bu ancak demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının, hukukun var olmasıyla mümkündür. Ne “Yeni Türkiye”nin kurucuları ne de yüzyıllık karanlığının savunucuları bunu yapmaz/yapamaz.
Kimliği, inancı, cinsiyeti, sınıfı nedeniyle Cumhuriyetin başından bu yana dışlanan, ezilen, sömürülen halk kesimlerini temsil eden yedi siyasi yapının oluşturduğu “Demokrasi İttifakı” bu ülkeyi karanlıktan arındırabilecek tek seçenektir. Bu ay içinde temel ilke ve hedeflerini ortaya koyan bir deklarasyon yayımlaması beklenen “Demokrasi İttifakı” sadece seçimler için üçüncü bir alternatif değil, Türkiye halklarının geleceğine yön verecek politikalar üreten ve bu politikaların yaşam bulması için mücadelelerin örgütlendiği, genişlemeye açık bir siyasi aktör olmak durumundadır. İttifak bunun için; ekonomide, dış politikada, yargıda, eğitimde, sağlıkta velhasıl her alanda Türkiye’yi içinde bulunduğu batağa sürükleyen eski rejimle ve onun kalıntıları üzerinde yükselen mevcut rejimle arasındaki ayrımı net biçimde ortaya koymalı, demokratik bir Türkiye’nin yeniden inşası için “radikal” politikaları savunma cesaretini göstermelidir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder