06/01/2009 08:17
Başbakan, AKP’li belediyelerin kömür, gıda gibi yardımlarına yönelik eleştirenleri “sadaka bizim kültürümüzde vardır” diye yanıtlayınca bir kez daha eleştirilerin odağına oturdu. AKP’nin ve Tayip Erdoğan’ın iktidarda bulunduğu süre içerisinde yaptığı en iyi şey nedir diye bakarsak sanırım, kapitalizmin gerçeklerini en açık biçimde dillendirmesi olduğunu söyleyebiliriz. Başbakanın “sadaka bizim kültürümüzde vardır” savunmasının aslında AKP'nin siyasi kökeninin de kaynağı olan “din temelli ortaçağ” kültürüne dayandığını elbette biliyoruz. Ama içinde bulunduğumuz dönemde ortaçağ kültürü ile kapitalizmin dayattığı koşullar birbiriyle öylesine örtüşüyor ki; Başbakan, kendi tabanına onların anladığı dilde seslenirken aynı zamanda sistemin gerçek yüzünü de ortaya koymuş oluyor.
Neoliberal dönüşüm süreci içerisinde işçi sınıfının örgütlülüğünün zayıflaması, mevcut örgütlenmelerin dönüşüme müdahale edememesi ve nihayet Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte önündeki tüm engeller kalkan kapitalizm özüne döndü. Böylece kapitalizmin kendine içkin çelişkileri nedeniyle çökmesini önleyen ve vahşi yüzünü kısmen örten sosyal devlet ortadan kalkmış oldu. Sosyal devletin ortadan kalkması ve sosyal güvence mekanizmalarının aşınması sermaye dışı toplum kesimleri arasında işsizliği, yoksulluğu, güvencesizliği arttırırken; sermaye kesimi de ortaya çıkan bu tablo karşısında oluşacak toplumsal tepkinin endişesini duymaya başladı.
Kapitalist sistemin egemenleri sosyal politikaların yerine alternatif üretmek üzere küresel düzeyde Dünya Bankası, ulusal düzeyde ise devletlerin kolluk güçlerini görevlendirdi. Böylece sosyal politikalar üzerinden kapitalizmin çirkinliklerini örtmekle görevli olan ILO’nun pabucu dama atılırken, Dünya Bankası ve onun yetersiz kaldığı yerlerde de kolluk güçleri ILO’nun yerini aldı.
Dünya Bankası aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılan sosyal politika alternatifleri için temel kriter; sermayeye hiçbir yük bindirmeden toplumun sistemi sorgulamasını ve ona karşı tepki geliştirmesini engellemekti. Önce örgütlü kesimlerin uysallaştırılması gerekiyordu ki bunun için önerilen “sosyal diyalog” mekanizması oldu. Esnekleşen üretim sistemi içerisinde giderek güvencesizleşen ve 19. yüzyıla benzeyen vahşi çalışma koşullarını yumuşatmak üzere “sermayenin sosyal sorumluluğunu” çözüm olarak önerdi. Giderek yoksullaşan kesimlerin sesini kesmek için önerilen ise “yoksullukla mücadele programları” oldu.
İşte, Tayip Erdoğan’ın kültürümüzde yeri vardır dediği “sadaka”, onun siyaseten benimsediği “ortaçağ kültürü” ile 21. yüzyıl kapitalizminin “yoksullukla mücadele programlarının” buluştuğu noktadır.
AKP’nin ve Tayip Erdoğan’ın 6 yıldan bu yana iktidarda kalmasının sırrı küresel düzeydeki bu politikaları, “ortaçağ kültürü”nden beslenen dünya görüşü etrafından yaşama geçirebilmesi değil midir zaten?
Başbakan, AKP’li belediyelerin kömür, gıda gibi yardımlarına yönelik eleştirenleri “sadaka bizim kültürümüzde vardır” diye yanıtlayınca bir kez daha eleştirilerin odağına oturdu. AKP’nin ve Tayip Erdoğan’ın iktidarda bulunduğu süre içerisinde yaptığı en iyi şey nedir diye bakarsak sanırım, kapitalizmin gerçeklerini en açık biçimde dillendirmesi olduğunu söyleyebiliriz. Başbakanın “sadaka bizim kültürümüzde vardır” savunmasının aslında AKP'nin siyasi kökeninin de kaynağı olan “din temelli ortaçağ” kültürüne dayandığını elbette biliyoruz. Ama içinde bulunduğumuz dönemde ortaçağ kültürü ile kapitalizmin dayattığı koşullar birbiriyle öylesine örtüşüyor ki; Başbakan, kendi tabanına onların anladığı dilde seslenirken aynı zamanda sistemin gerçek yüzünü de ortaya koymuş oluyor.
Neoliberal dönüşüm süreci içerisinde işçi sınıfının örgütlülüğünün zayıflaması, mevcut örgütlenmelerin dönüşüme müdahale edememesi ve nihayet Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte önündeki tüm engeller kalkan kapitalizm özüne döndü. Böylece kapitalizmin kendine içkin çelişkileri nedeniyle çökmesini önleyen ve vahşi yüzünü kısmen örten sosyal devlet ortadan kalkmış oldu. Sosyal devletin ortadan kalkması ve sosyal güvence mekanizmalarının aşınması sermaye dışı toplum kesimleri arasında işsizliği, yoksulluğu, güvencesizliği arttırırken; sermaye kesimi de ortaya çıkan bu tablo karşısında oluşacak toplumsal tepkinin endişesini duymaya başladı.
Kapitalist sistemin egemenleri sosyal politikaların yerine alternatif üretmek üzere küresel düzeyde Dünya Bankası, ulusal düzeyde ise devletlerin kolluk güçlerini görevlendirdi. Böylece sosyal politikalar üzerinden kapitalizmin çirkinliklerini örtmekle görevli olan ILO’nun pabucu dama atılırken, Dünya Bankası ve onun yetersiz kaldığı yerlerde de kolluk güçleri ILO’nun yerini aldı.
Dünya Bankası aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılan sosyal politika alternatifleri için temel kriter; sermayeye hiçbir yük bindirmeden toplumun sistemi sorgulamasını ve ona karşı tepki geliştirmesini engellemekti. Önce örgütlü kesimlerin uysallaştırılması gerekiyordu ki bunun için önerilen “sosyal diyalog” mekanizması oldu. Esnekleşen üretim sistemi içerisinde giderek güvencesizleşen ve 19. yüzyıla benzeyen vahşi çalışma koşullarını yumuşatmak üzere “sermayenin sosyal sorumluluğunu” çözüm olarak önerdi. Giderek yoksullaşan kesimlerin sesini kesmek için önerilen ise “yoksullukla mücadele programları” oldu.
İşte, Tayip Erdoğan’ın kültürümüzde yeri vardır dediği “sadaka”, onun siyaseten benimsediği “ortaçağ kültürü” ile 21. yüzyıl kapitalizminin “yoksullukla mücadele programlarının” buluştuğu noktadır.
AKP’nin ve Tayip Erdoğan’ın 6 yıldan bu yana iktidarda kalmasının sırrı küresel düzeydeki bu politikaları, “ortaçağ kültürü”nden beslenen dünya görüşü etrafından yaşama geçirebilmesi değil midir zaten?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder