18 Eylül 2009 Cuma

EKONOMİK PROGRAM VE DEMOKRATİKLEŞME SÖYLEMİ…


18/09/2009

ÖZGÜRCE

Tarih 24 Ocak 1980… Kapitalist dünya, tarihinin önemli dönüşüm süreçlerinin birinde; sistem içinde bulunduğu krizi aşabilmenin sancısıyla kıvranıyor. Tüm kapitalist ülkeler gibi Türkiye’nin de ekonomik ve sosyal yapısının neoliberalizm adı verilen bu dönüşüm sürecine uyarlanması, baştan aşağı yeniden yapılanması gerek. Ama bunun için önce işçi sınıfının sesinin kesilmesi lazım. Çünkü adına neoliberalizm denen bu dönüşüm süreci işçi sınıfının yüz yılı aşkın sürede edindiği tüm kazanımları ortadan kaldırıp, sermayeyi yaşamın her alanında hakim duruma getirmeye çalışıyor. Bu da demokrasi içinde yani, işçi sınıfının ses verdiği bir ortamda gerçekleşemez. Ama 1980 yılının Türkiye’sinde işçi sınıfının sesini kesmek o kadar kolay değil. Mevcut hükümet buna gönüllü belki ama işçi sınıfının sesini kesecek güce sahip değil. Bunu yapsa yapsa askeri cunta yapar. Ve cunta, 12 Eylül 1980’de görevini yerine getiriyor: Binlerce emekçi, aydın, genç, yaşlı işkencelerden geçiriliyor, sendikalar kapatılıyor ve nihayet işçi sınıfının sesi kesiliyor. Aynen Şili’de, Arjantin’de olduğu gibi…
Tarih 16 Eylül 2009… 12 Eylül darbesinin üzerinden tam 29 yıl geçmiş. Kapitalist dünya yine krizde ve yine krizden çıkış sancıları çekiyor. Çözüm olarak getirilen yeni bir şey yok. Sadece 24 Ocak’ta öngörülen ve 12 Eylül darbesiyle yaşama geçirilen politikaların daha da derinleştirilmesi yani emekçilerin 29 yıldan arta kalan haklarının da ortadan kaldırılması planlanıyor. Tek fark 24 Ocak 1980’de Türkiye’nin neoliberalizm doğrultusunda yeniden yapılanmasını öngören kararların açıklandığı koltukta Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal oturuyordu, 16 Eylül 2009’da ise o koltukta AKP Hükümetinin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan var.
Ali Babacan’ın “Yeni Yol Haritası” adıyla sunduğu program, 24 Ocak’ta Özal’ın sunduğu programın devamı niteliğinde ve emekçilerin haklarına yönelen saldırılar 24 Ocak’ta olduğundan çok daha büyük. Ama bugün 24 Ocak’ta olduğu gibi bir askeri cuntaya gerek yok. Çünkü bugün getirilen programa karşı direnç gösterip haklarına sahip çıkacak örgütlü bir işçi sınıfı yok. Dolayısıyla askıya alınması gereken grevler, kapatılması gereken sendikalar ve susturulması gereken sendikacılar, emekçiler yok. Onlar zaten susmuş, kendilerinin ve temsil ettikleri kitlelerin yaşamlarını doğrudan etkileyen hakların ortadan kaldırılmasını adeta kanıksamış, tepkisiz bir şekilde karşılıyorlar tüm olanları. Gerçi 12 Eylül öncesinin en önemli sınıf örgütü DİSK bugün de diğer örgütlerin önüne geçmiş, açıkladığı bir bildiriyle programa tepkisini ortaya koyuyor ama tepki sokaklarda yansımasını bulmuyor ve sonuçta emekçileri iyiden iyiye çökertme planı engellenemiyor.Aslında yaşananlar 12 Eylül ardından geçen 29 yılda olduğundan farklı değil ama hükümetin “demokratik açılım” söyleminin gündemde olduğu bir süreçte ancak darbeyle getirilebilecek programların uygulamaya konulabilmesi ilginç tabi…
Umarım tüm bunlar “demokratik açılım” tartışmalarında, “Ekonomik programların sınıflar arası çelişkilere yansıması ve demokratikleşme söyleminin gerçekliği” üzerine bir kez daha düşünme ve değerlendirme olanağı yaratılır.
Sözün özü: Bir ülkede milyonlarca insanın ekmeği, onurlu ve güvenceli yaşama hakkı elinden alınıyorsa ve o milyonlar buna karşı seslerini çıkart(a)mıyorsa, o ülkeyi yönetenlerin ağzından çıkacak “demokrasi”, “demokratik açılım” sözlerinin hiçbir anlamı yoktur(!)

Hiç yorum yok: