25/09/2009
ÖZGÜRCE
1803 yılında Prusya’da çıkan bir kanun, eğitimde şu koşulu getirmiş: “Çalışan sınıfın çocuklarına, ilmihal, İncil ve ilahi kitap tanrıyı sevmeyi, ondan korkmayı ve otoritenin buyruğuna göre hareket etmeyi öğrenmeleri için okutulacaktır”. Böylece sosyal hiyerarşi içersinde alt sınıflar üst sınıfları sorgulamayacak ve itaat edecek, üst sınıfların da toplumsal gücü daim olacaktır. Çünkü toplumsal düzenin “sınıfsal” yapısı, o düzenin korunması için eğitimi egemen sınıfın aracı olarak kullanmaktadır ve o toplumda eğitimin içeriği de egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda biçimlenmektedir.
Kapitalist toplumda eğitim, Prusya örneğinde olduğu gibi egemen sınıf olan sermayenin gereksinimleri doğrultusunda düzenlenmiştir. Ancak yaklaşık 200 yıl önce Prusya’da egemen gücün kendisini “sağlama almak” için geliştirdiği eğitim üzerinden –dini de kullanarak- egemenliği sürdürme yöntemi bugün için de kullanılmakta ama yeterli görülmemektedir. Prusya’nın söz konusu kanunla hedeflediği sadece geleceğin işçilerine (ya da işsizlerine) kapitalist sisteme saygı ve bağlılık aşılamaktan ibarettir. Oysa bugün eğitime, emekçi sınıfların sisteme yönelik tepkilerini dizginleyecek “kültürlü” bekçiler yetiştirmek ve sermayenin kârlılığını arttırmak üzere bilimin teknik alana uygulanmasını ve kapitalist üretimin artmasını sağlamak gibi son derece önemli işlevler de verilmektedir. Öğretmenler ve ders kitaplarından beklentiler de bu doğrultudadır.
Kapitalist ülkelerde ikili sınıf yapısına uygun olarak iki farklı eğitim mevcuttur. Bunlardan biri işçi, köylü, memur, küçük esnaf ve üreticiden oluşan dar gelirli ailelerin çocukları için; diğeri ise egemen olan sermaye ve yönetici sınıfın çocukları için verilen eğitimdir. Bugün eğitimin sosyal sınıflara göre ayrışması, 200 yıl önce olduğu gibi yasal düzenleme ile değil, eğitimin piyasalaştırılmasıyla yapılmaktadır. Böylece “yasalar önünde eşitlik” masalına sadık kalındığı görüntüsü içinde hangi eğitime tabi olunacağı piyasa gücüne yani, cepteki paraya bağlı olarak belirlenmektedir. Daha açık ifade edecek olursak cebinde yeterli parası olanlar -ki bunlar sermaye ve yönetici sınıfın çocuklarıdır- eğitimin üst aşamaları için yarışa girmeden, üst sınıfın bireyleri olup sistemi yöneten kademelerde bulunacaklardır. Buna karşılık, cebinde parası olmayan emekçi çocukları ise ya Prusya’daki gibi din eğitimi alarak ya da işçi kalmak üzere meslek okullarına gönderilerek sistemin kendilerine dayattığı eğitimle yetinecektir.
Türkiye’de geçerli olan eğitim sistemi tam da kapitalist sistemin eğitim anlayışına uygun olarak yapılanmıştır. Ancak diğer pek çok kapitalist ülke gibi Türkiye’de de eğitim, sadece kapitalizmin değil bunun yanında ulusal düzeyde hâkim ideoloji ve siyasi iktidarı elinde bulunduranların da egemenliğini sürdürmek üzere kullanılmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de eğitim sisteminin içeriği cinsiyetçi ve şoven unsurları da içermektedir.
İşte, bugün ders başı yapılan sınıflarda öğretmenlerin, öğrencilerin ve elbette velilerin karşısında duran tablo budur. Eğer egemenlerin eğitime yükledikleri işlev “başarıyla” devam ederse; onların egemenliği devam edecek ama eğitim sisteminin ve buna bağlı olarak da emekçi kesimlerin “kaderi” değişmeyecektir. O halde başta öğretmenler (ve diğer eğitimciler) olmak üzere tüm emekçi kesimlere eğitimi, eğitim sistemi ve eğitimin içeriğini sorgulamanın bir aracı haline getirmek gibi son derece önemli bir görev düşmektedir(!)
Kapitalist toplumda eğitim, Prusya örneğinde olduğu gibi egemen sınıf olan sermayenin gereksinimleri doğrultusunda düzenlenmiştir. Ancak yaklaşık 200 yıl önce Prusya’da egemen gücün kendisini “sağlama almak” için geliştirdiği eğitim üzerinden –dini de kullanarak- egemenliği sürdürme yöntemi bugün için de kullanılmakta ama yeterli görülmemektedir. Prusya’nın söz konusu kanunla hedeflediği sadece geleceğin işçilerine (ya da işsizlerine) kapitalist sisteme saygı ve bağlılık aşılamaktan ibarettir. Oysa bugün eğitime, emekçi sınıfların sisteme yönelik tepkilerini dizginleyecek “kültürlü” bekçiler yetiştirmek ve sermayenin kârlılığını arttırmak üzere bilimin teknik alana uygulanmasını ve kapitalist üretimin artmasını sağlamak gibi son derece önemli işlevler de verilmektedir. Öğretmenler ve ders kitaplarından beklentiler de bu doğrultudadır.
Kapitalist ülkelerde ikili sınıf yapısına uygun olarak iki farklı eğitim mevcuttur. Bunlardan biri işçi, köylü, memur, küçük esnaf ve üreticiden oluşan dar gelirli ailelerin çocukları için; diğeri ise egemen olan sermaye ve yönetici sınıfın çocukları için verilen eğitimdir. Bugün eğitimin sosyal sınıflara göre ayrışması, 200 yıl önce olduğu gibi yasal düzenleme ile değil, eğitimin piyasalaştırılmasıyla yapılmaktadır. Böylece “yasalar önünde eşitlik” masalına sadık kalındığı görüntüsü içinde hangi eğitime tabi olunacağı piyasa gücüne yani, cepteki paraya bağlı olarak belirlenmektedir. Daha açık ifade edecek olursak cebinde yeterli parası olanlar -ki bunlar sermaye ve yönetici sınıfın çocuklarıdır- eğitimin üst aşamaları için yarışa girmeden, üst sınıfın bireyleri olup sistemi yöneten kademelerde bulunacaklardır. Buna karşılık, cebinde parası olmayan emekçi çocukları ise ya Prusya’daki gibi din eğitimi alarak ya da işçi kalmak üzere meslek okullarına gönderilerek sistemin kendilerine dayattığı eğitimle yetinecektir.
Türkiye’de geçerli olan eğitim sistemi tam da kapitalist sistemin eğitim anlayışına uygun olarak yapılanmıştır. Ancak diğer pek çok kapitalist ülke gibi Türkiye’de de eğitim, sadece kapitalizmin değil bunun yanında ulusal düzeyde hâkim ideoloji ve siyasi iktidarı elinde bulunduranların da egemenliğini sürdürmek üzere kullanılmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de eğitim sisteminin içeriği cinsiyetçi ve şoven unsurları da içermektedir.
İşte, bugün ders başı yapılan sınıflarda öğretmenlerin, öğrencilerin ve elbette velilerin karşısında duran tablo budur. Eğer egemenlerin eğitime yükledikleri işlev “başarıyla” devam ederse; onların egemenliği devam edecek ama eğitim sisteminin ve buna bağlı olarak da emekçi kesimlerin “kaderi” değişmeyecektir. O halde başta öğretmenler (ve diğer eğitimciler) olmak üzere tüm emekçi kesimlere eğitimi, eğitim sistemi ve eğitimin içeriğini sorgulamanın bir aracı haline getirmek gibi son derece önemli bir görev düşmektedir(!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder