26 Ekim 2009 Pazartesi

Domuz Gribinde Hayır Mı Var Acaba?


27.10.2009 - 07:30
“Her şerde bir hayır vardır” yaklaşımıyla hareket etmek ne kadar sağlıklı bir durumdur bilmiyorum ama nedense “domuz gribi” üzerinden toplumun hemen tüm kesimlerinin katılımıyla yürüyen tartışmalar bana bu sözü hatırlatıyor.

Grip gibi melanet bir hastalıktan nasıl bir hayır beklenebilir? Hele de bu grip insanların ölümüne yol açıyorsa..!

Hayır beklentisi gribin kendisinden değil elbette, ama gribin “domuz” adı verilen biçiminin ortaya çıkışı, gribe karşı geliştirilen yöntemler ile bu yöntemlerin Türkiye’deki sunumu öyle bir tablo çıkarttı ki ortaya, bir taraftan kapitalist sistem, diğer taraftan devlet ve siyasi iktidar görülmedik biçimde sorgulanmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı, ısrarla, uluslararası ilaç tekellerinden aldığı 43 milyon doz domuz gribi aşısının mutlaka yapılması gerektiğini aksi halde büyük bir felaket yaşanacağını söylüyor. Ama toplumun çok önemli bir bölümü “kırk yılda bir” devletin kendisini hatırlayıp da ücretsiz olarak karşıladığı bu koruyucu sağlık hizmetini reddediyor.

Çünkü inanmıyor, güvenmiyor. Çünkü artık tekelci kapitalizmin nasıl işlediğini ve özellikle kriz dönemlerinde tekelciliğini siyasi iktidarlar üzerinden nasıl kullandığını çok iyi biliyor. Ve artık “otomobil, konut satamayan uluslararası sermaye, krizden çıkmak için attı ortalığa bir hastalık, şimdi onun önlenmesi için ürettiği ilaçları insanları korkutarak, tehdit ederek piyasaya sürüyor, hükümette bunun aracılığını yapıyor” diyor… Bunu söyleyen Kapital’i hatmetmiş sosyalistler değil, TV’lerin sokakta mikrofon uzattığı muhtemelen AKP’ye, MHP’ye ya da CHP’ye oy vermiş ortalama Türkiyeliler.

Haksızlar mı peki?

Domuz gribi hastalığı ve aşısı üzerine konunun uzmanı olmadığım için toplumun bu konudaki yargılamasının haklılığı ya da haksızlığı üzerine bir şey söylemek doğru olmaz. Ama Türkiye’de toplum-devlet ilişkisinin 30 yıllık geçmişine bakınca toplumun sisteme, devlete ve siyasi iktidara yönelik sorgulamalarının gecikmiş de olsa yerinde bir tavır olduğunu söyleyebilirim.

Diğer pek çok kapitalist ülke gibi Türkiye’de de toplumun sermaye dışındaki geniş kesimleri az ya da çok devletin sosyal yönüyle tanışmışlar, hatta ona “devlet baba” bile demişlerdi. Ama o “baba” Türkiye’de 1980’den sonra –diğer ülkelerde de yaklaşık aynı dönemde- neoliberal politikalar çerçevesinde sadece sermayenin çıkarlarına hizmet eder hale gelmişti.

Toplumun geniş kesimi bu dönüşümü yeterince algılayamadı ve ona inanmaya devam etti. Sonuçta, devletin radyasyonsuz dediği çayı içti kanser oldu; temiz dediği suyu içti hastalandı; zararsız dediği kızamıkçık aşısını vuruldu karnındaki bebeği kaybetti. Tapusunu veren devlet geldi evini yıktı; çocuğunu gönderdiği okul öğretmensiz, sağlık ocağı doktorsuz kaldı. Olmazsa olmaz denerek sosyal güvenlik sistemi değişti, emeklilik mezara kaldı. Bir de utanmadan bunun yasasını çıkartanlar, 3-5 yaşındaki çocuklarını, torunlarını kendi “pisliklerinden” korumak için çalışıyor gösterip sigortalı yapmaya kalktılar.

Tüm bunların ardında da toplumun ne sisteme ne de onun temsilcisi hükümetlere güveni kaldı. Şimdi bu güvensizlik “domuz gribi” vesilesiyle patlayıverdi. Güvensizliğin kendini gösterdiği “domuz gribi”nin ve yarattığı tehdidin boyutunu bilemiyoruz ama genel olarak yarattığı güvensizlik son derece anlamlıdır. Ve eğer domuz gribi üzerinden gelişen, sistemi ve siyasi iktidarı sorgulama süreci -sınıfsal içeriğe sahip- siyasi bir tepkiye dönüşürse “her şerde bir hayır vardır” sözü de gerçeklik kazanabilir.

Hiç yorum yok: