ÖZGÜRCE
AKP’nin 8 yıllık iktidarında ısrarla uyguladığı neoliberalizmin Yapısal Uyum Programları (YUP) sayesinde, ulaşımdan barınmaya, eğitimden sağlığa kadar “hak” olarak tanımlanan pek çok alan piyasaya terk edilmiştir. Sosyal hakların piyasalaşmasından en çok etkilenen de bu hakları oluşturan kamu hizmetlerini talep eden ve bunları sunan emekçi kesimler olmuştur.
Kamu hizmeti sunan emekçi kesimler AKP iktidarı öncesine denk gelen sürece kadar işçi ve memur olarak iki ana statüde istihdam edilmektedir. Gerçi 1980’lerden itibaren sözleşmeli personel uygulamaları başlamıştır ama bunlar kamu emekçileri arasında küçük bir kesimi oluşturmaktadır. Bir de 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren taşeron uygulamaları vardır. Ama bu da sayısal olarak küçük bir kesim için geçerlidir ve aslında 2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu çıkana kadar yasal bir uygulama da değildir.
AKP, iktidarı eline geçirir geçirmez kamu hizmetlerini piyasalaştırma sürecine hız vermiş ve kamu hizmet sunumunun da piyasa kuralları içinde düzenlenmesine yönelik Kamu Personel Reformu’nu gündeme getirmiştir. “Reform” yasalaşmasa sa kamu da piyasalaşmaya yönelik pek çok uygulama özelleştirme ve ticarileştirmeler yoluyla fiilen gerçekleşirken kamuda istihdam da esnekleşmeye başlamıştır.
Kamuda istihdamın esnekleştirilmesi sadece kamu hizmetlerinin piyasalaşma sürecinin bir gereği olarak görülmemektedir. Bunun yanı sıra özellikle 1980 sonrasında hızlanan emek karşıtı politikalarla birlikte Türkiye’de halen örgütlü ve güvenceli istihdamın en yoğun olduğu yer kamu kurumlarıdır. Dolayısıyla Türkiye’de emekçi kesimleri tümden örgütsüz ve güvencesiz hale getirmek için de kamuda istihdamın esnekleştirilmesi gerekmektedir.
AKP hükümetinin kamuda esneklik uygulamaları için en önemli dayanağı, 4857 sayılı İş Kanunu olmuştur. Taşeronlaşmayı ve süreli iş sözleşmelerini meşrulaştıran bu yasayla birlikte bir taraftan kamu işyerlerinde taşeron uygulamaları hızla artmaya başlamış, diğer taraftan da kadrolu istihdam sınırlandırılırken, kamuya sözleşmeli personel alımı yaygınlaşmıştır. Bu süreçte kamu hizmetlerinin tamamen ya da kısmen özelleştirilmesi de yine kamu hizmeti verenleri –özel hastanelerde, özel okullarda, özel üniversitelerde, özel şehir içi ulaşım hizmetlerinde vs- esnek istihdam biçimleriyle çalışmaya mecbur bırakmıştır.
Kamuda örgütlü işçi sendikaları, yine AKP döneminde hızlanan özelleştirmelerle güç kaybederken, memur statüsündekileri örgütleyen kamu emekçi sendikaları da yandaş sendikalar hortlatılarak ve sendikalar bürokratik bir yapıya yöneltilerek etkisiz hale getirilmiştir. Böylece kamu hizmetlerinin piyasalaşması ve kamu istihdamının esnekleşmesi sürecinde AKP hükümeti ciddi bir dirençle karşılaşmamıştır. Bu konuda en önemli direnç, TEKEL işçileri tarafından gösterilmiştir, ancak bu direniş sendikalar ve diğer emekçi kesimler tarafından yeterince sahiplenilmediği için süreci engellemekte yeterli olamamıştır.
TEKEL Direnişinin süreci engellemekte yetersiz kalması hükümeti daha da cesaretlendirmiş ve kaybettiği pek çok hakka rağmen kamu emekçilerinin bir kısmının halen sahip olduğu iş güvencesinin kaldırılması hükümetin temel hedefi haline gelmiştir. Hükümetin bu konudaki niyetini son olarak Başbakan, “İşçi-memur ayrımı kalksın, herkes çalışan olsun” teklifiyle dillendirmiştir.
Ayrıca 12 Eylül’de referanduma sunulacak anayasa değişikliği paketinde yer alan ve kamu emekçilerine “toplu sözleşme hakkı” veriyormuş aldatmacasıyla sunulan 53. maddedeki değişikler de yine kamuda halen güvenceli olan kesimleri güvencesizleştirmenin yolunu açabilecek düzenlemeler içermektedir. 53. madde her şeyden önce grev yasaklarıyla kamu emekçilerinin elini kolunu bağlamakta(54. maddede aynı yöndedir), daha sonra da “toplu sözleşme” adı altında kamudaki tüm çalışma düzenini, Kamu Hakem Kurulu adıyla türettiği, son sözü söylemeyle yetkili bir “zorunlu hakemlik” mekanizmasının eline teslim etmektedir. Bu durumda bugüne kadar 657 sayılı yasayla korunan iş güvencesi, yetki sahibi yandaş bir sendikanın teklifiyle ya da kamu işvereni olan hükümetin teklifiyle ve Kamu Hakem Kurulunun onayıyla bir andan ortadan kaldırılabilir hale gelmektedir. Buna karşı her türlü grev hakkı engellenmiş olan kamu emekçilerinin de –yasal çerçeve içinde- yapabileceği bir şey kalmamaktadır.
Sözün özü: AKP Hükümeti, “Türkiye’de güvenceli tek bir emekçi bırakmama” politikasını kararlılıkla sürdürmektedir. 12 Eylül’de önümüze konulacak olan anayasa değişiklik paketi de bu kararlığın bir ürünüdür. 12 Eylül’de emekçiler ya kendilerine dayatılan güvencesiz, örgütsüz bir yaşama “HAYIR” diyecekler ya da -Tayfun Özkaya’dan ödünç aldığım- “Kuzunun safı kasabın bıçağını yalarmış” sözü yerini bulacaktır!