20 Ağustos 2010 Cuma

'Evet’in ve ‘Boykot’un Vebali…

20/08/2010

ÖZGÜRCE

12 Eylül 1980’de gerçekleşen darbe aradan 30 yıl geçmesine rağmen etkisini en ağır biçimde sürdürmektedir. 12 Eylül 2010’un Türkiye’nin geleceğine etkisi de en az 12 Eylül 1980 kadar olacaktır(!)

12 Eylül 2010’da oylanacak olan sadece anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesi değildir. Eğer öyle olsaydı daha önce defalarca yapıldığı gibi Meclis’te eller kaldırılıp indirilerek bu mesele halledilirdi. AKP’nin bunu yapabilecek gücü vardı (en azından bugün BDP’nin “evet” oyu vermek için ortaya koyduğu beklentilerin bir kısmı o zaman karşılanabilir ve BDP’nin ve bazı bağımsızların desteği alınabilirdi). O halde AKP referanduma gerek bırakmadan değişiklikleri Meclis’ten geçirmesi mümkünken anayasa değişikliğinin referandum sürecine taşınmasının bilinçli bir tercih olduğunu tespit etmek gerekir. Zaten bugün yaşanan referandum havasına bakınca da meselenin sadece anayasa değişikliği olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir.

Referandumda ne “evet”çi AKP’nin ne de “hayır”cı CHP ve MHP’nin anayasa değişikliğinin içeriğiyle hiçbir ilgileri yoktur. Anayasadaki bu birkaç maddelik değişiklik Türkiye’de iktidar kavgasına dönüştürülmüştür. Ama kavga, muhalefetin iktidarın koltuğunu kapmaya çalışması, AKP’nin de bunu savunma kavgası değildir. Esas mesele önümüzdeki dönemde yeniden kızışacak olan Orta Doğu ve Kafkasya bölgesinde ABD’nin politikalarını en iyi biçimde temsil edebilecek bir hükümetin oluşturulmasıdır. Bir koalisyon hükümetinin ya da Meclis çoğunluğu yeterli olmayan bir hükümetin önümüzdeki süreçte ABD’nin politikalarını temsil etmek üzere gerekirse Türkiye’yi sıcak bir savaşın içine sokabilmesi son derece zor olabilir.

AKP halihazırda sahip olduğu Meclis çoğunluğuyla iktidardadır. Ama özellikle iç politikada ziyadesiyle yıpranmıştır ve yapılacak bir genel seçimde tek başına güçlü bir hükümet kurabilmesi neredeyse olanaksızdır. İktidara en yakınmış gibi gözüken CHP ve MHP’nin ABD’nin çıkarlarını harfiyen uygulayacak Meclis çoğunluğuna sahip bir hükümet kurması son derece güçtür. Bu durumda geriye kalan tek seçenek AKP’nin mutlak gücü eline geçirebileceği bir ortamı hazırlamaktır. Zaten AKP, yargıya ve orduya düzenlediği operasyonlarla bu yönde önemli yol kaydetmiştir. Geriye kalan, halkın desteğini alıp AKP’nin yıpranmışlığını telafi etmektir. İşte, 12 Eylül Anayasası’nı “sözde” demokratikleştirme görüntüsü sergilenerek 12 Eylül 2010 referandumundan beklenen tam da budur.

Buraya kadar paylaşmaya çalıştıklarım referandumun geneli üzerine görüşlerimdir. Bir de referanduma konu olan anayasa değişikliklerinin içeriği meselesi vardır. Bu konuda “Eşit ve Özgür Bir Ülke İçin 12 Eylül Anayasası’na da AKP Anayasası’na da HAYIR” deklarasyonunu yayınlayan ÖDP, EMEP, TKP ve Halkevleri ile diğer emekten, demokrasiden yana örgütlerin bu konuda önemli tespitleri olmuştur. Zaten bu tespitler referandumda “hayır” diyenleri birbirinden ayıran en önemli göstergedir.

12 Eylül 1980’in vebali -bu sürecin baş mimarı Özal’ı yere göğe sığdıramayanlar ve bu sürecin ürünü olarak iktidar elde edenler de dahil olmak üzere- tereddüt edilmeden her kesim tarafından darbeci generallere çıkartılmıştır. Toplumsal etkileri 12 Eylül 1980’den çok daha vahim olacağı şimdiden belli olan 12 Eylül 2010’un vebalini birilerine atmak o kadar kolay olmayacaktır. Özellikle 12 Eylül 1980’in darbesini en fazla yemiş olan kesimlerin ondan daha beter olan 12 Eylül’ün 2010 versiyonunun vebalini nasıl taşıyacaklarını sandık başına gidene kadar uzun uzun düşünmeleri gerekir(!)

Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki referandum sonucu siyah ve beyaz gibi net olan bir seçimdir. Bu seçimde ben siyahtan da beyazdan da yana değilim diyenler en ağırlıklı olan kesime dolaylı da olsa destek vermiş olurlar. 12 Eylül referandumu için bugün görünen tabloda ABD’nin Ortadoğu’daki hesapları ile sermayenin emeği daha fazla sömürme hesaplarını yerine getirmek için AKP’ye “yola devam” diyenlerin oyunu tutmuştur. Yani referandumda –BDP doğrudan “evet” demezse- az bir farkla “evet” çıkacaktır ve “boykot”, bu oyuna destek anlamına gelecektir. Eğer BDP, Türkiye’de emekçilerin haklarını, demokrasi mücadelesini yok sayıp, yapacağı pazarlıklar sonrasında “evet” derse, sandıktan “evet” sonucu çıkacağı neredeyse kesindir. Tabi bu durumda Kürt hareketiyle, emek hareketi ve sosyalist hareket arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanması gerekecektir.

Son söz: 12 Eylülün 2010 versiyonunun vebali, 1980 versiyonundan çok daha ağır olacaktır ve referandumda “evet” veya “boykot” tercihini kullananların bunun vebalinden kurtulmaları hiç de kolay olmayacaktır. (!)

Hiç yorum yok: