13 Ağustos 2010 Cuma

Tek Gıda İş’in 9 Ağustos Açıklaması Üzerine..

13/08/2010

ÖZGÜRCE

2009’un Aralık ayında TEKEL işçileri Ankara’nın soğuğunda iş güvencelerine, ücretlerine yani ekmeklerine sahip çıkmak için direniş başlattıklarında yıllardır ezilen emekçiler umutlanmıştı. Umudun nedeni; emekçilerin yıllardır ellerinden alınan haklara karşı mücadelenin düşüncesinden bile uzak olmalarıydı. Ama artık bunun kader olmadığı TEKEL işçileri sayesinde yeniden hatırlanmaya başladı.

TEKEL işçileri güvencesizliği, düşük ücreti ve örgütsüzlüğü dayatan 4-c uygulamasına karşı direniyordu. Daha önce pek çok işçi TEKEL işçilerinin kabul etmediği bu koşullara karşı çıkamamıştı. Ayrıca ismi 4-c, 4-b, taşeron işçisi ya da her ne olursa olsun güvencesiz, örgütsüz ve kölelik ücretiyle çalışma Türkiye’deki emekçilerin çok büyük bir çoğunluğu için geçerliydi. Ama onlar bu koşullara karşı mücadele edememişti. Sendikalar emekçiler için kabusa dönüşen çalışma koşulları karşısında hiçbir tepki göstermedikleri gibi sermaye ve siyasal iktidarla uzlaşı içinde bu koşulların meşrulaşmasına katkıda bulunuyorlardı.

Ankara’dan TEKEL işçilerinin direniş haberi duyulduğunda ilk tepkiler, diğer birçok mücadele girişimi gibi bunun da başarısız olacağı yönündeydi. Zira böyle bir direniş örgütsüz olmazdı. Evet, TEKEL işçileri sendikalıydı ama sendikaların hali malumdu. İşçiler ne kadar kararlı olsalar bile nasılsa TEKEL işçisinin örgütü Tek Gıda-İş Sendikası ve Türk-İş, bir yolunu bulur en kısa yoldan direnişi bitirirdi. Aslında hükümet de böyle düşünüyordu. Hükümetin özellikle Türk-İş yönetiminden hiç şüphesi yoktu, diğer bazı sendikalar gibi Türk-İş’in son genel kurulda, kendisine sorun çıkartmayacak bir yönetimin oluşmasını sağlamıştı.

TEKEL işçisi herkesi şaşırttı ve direnişini 78 gün sürdürerek işçi sınıfı tarihine geçecek bir mücadeleyi gerçekleştirmiş oldu. 78 gün direnmek kolay olmadı elbette bir taraftan hükümet direnişi kırmak için her türlü gayreti gösterirken diğer taraftan da Türk-İş ve diğer sendikal yapılar TEKEL işçisini yalnızlaştırarak direnişin bir an önce bitmesi için elinden geleni yaptı.

TEKEL işçisi tüm bu baskılara karşı direnirken örgütlülüğünü hiç bozmadı, kimi zaman eleştirerek kimi zaman överek Tek Gıda-İş Sendikası’nın direnişin içinde kalmasını sağladı. Tek Gıda-İş Sendikası’nın direniş sürecindeki tavrı, eleştirilecek kimi yönleri olsa da sendikal yapıların genel durumu düşünüldüğünde oldukça olumluydu.

Altı konfederasyon, direnişi sonlandırma çabalarının bir adımı olarak 22 Şubat’ta aldıkları -mücadeleyi 26 Mayıs’a ertelemeyi de içeren- kararla başarıya ulaştılar ve TEKEL direnişi sona erdi. Tek Gıda-İş Sendikası, 2 Mart’ta direnişin sona erdiğini açıklarken 4-c’ye karşı mücadelenin tüm Türkiye’ye yayılacağını ve bir program çerçevesinde eylemleri devam edeceğini duyurmuştu.

9 Ağustos tarihinde Tek Gıda-İş Genel Merkezi’nden bir açıklama yapıldı. Bu açıklamada 2 Mart’ta ilan edilen eylem programının iptal edildiği duyuruldu ve işçilerin 4-c kadrosuna geçmeleri istendi. Eylem programının iptaline gerekçe olarak da; “1 Mayıs Taksim Mitingi ve 26 Mayıs Genel Grev uygulamalarında yaşananlar ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun ittifakla aldığı karar gereği 4-c’nin Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi” gösterildi.

Her şeyden önce Tek Gıda-İş Sendikası’nın işçilerin 78 gün direndikleri 4-c’yi kabul etmelerini istemesi kendisinin de bir biçimde parçası olduğu TEKEL direnişini yok sayması anlamına gelmektedir. Milyonlarca emekçi için umut olmuş, işçi sınıfı mücadelesinin yeniden yükselmesi beklentisiyle heyecan yaratmış ve sadece Türkiye’de değil dünyada büyük saygı uyandırmış bir direnişi böyle bir kalemde silip yok saymaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu bakımdan Tek Gıda-İş Sendikası’nın almış olduğu bu karar son derece vahimdir.

Tek Gıda-İş Sendikası’nın aldığı kararın kendisinden daha vahim olan yanı ise sendikanın eylem programını iptal etme konusundaki gerekçeleridir. Bu gerekçelerden biri 1 Mayıs Taksim Mitingi ve 26 Mayıs grev uygulamalarında yaşananlar olarak ifade edilmektedir. Emekçilerin sendikalara üye olma nedenleri kapitalist üretim sürecinde karşılaştıkları sefalet ve sömürüyle ancak örgütlü biçimde mücadele edebileceğini bildikleri içindir. Eğer bir sendika emekçilerin kendisinden beklediği gibi haklarını savunmak üzere bir mücadele örgütleyemiyorsa ve sefalete, sömürüye göz yumuyorsa emekçilerin bu sendikaya yönelik her türlü tepkisi meşrudur. TEKEL işçisi de bu meşru tepkisini göstermiştir.

Bir sendikanın üyelerinin tepkisini gerekçe göstererek onları cezalandırma anlamına gelecek bir söylemle eylem programını iptal edip 78 gün direndikleri bir konuda teslim olmalarını istemesi eşine benzerine zor rastlanır bir durumdur. Tek Gıda-İş Sendikası, üyelerinin tepkisini gerekçe gösterip mücadeleyi terk eden bir sendika olarak Türkiye ve hatta dünya sendika tarihine geçecek bir tavır sergilemiştir. Ayrıca Tek Gıda-İş Sendikası, bu yaklaşımıyla direniş sürecinde kimi zaman diğer sendikal yapılardan farklı olduğu yönündeki algıların bir yanılsamadan ibaret mi olduğunu düşündürmüştür.

Sendikanın açıklamasında eylem planının iptali ve işçilerin 4-c’ye geçmesini isterken bir başka gerekçesi de 4-c uygulamasının Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmiş olmasıdır. Sendikaların faaliyetlerini yasal mevzuatlarla sınırlandırıp, mücadeleden uzak durmaları uzlaşmacı, bürokratik sendikal anlayışın genel eğilimidir. Bu yolla işçiler, sınıf mücadelesinden uzak tutulmakta ve kapitalist sistem içerisindeki ülkelerde burjuvazinin egemen olduğu parlamentoların çıkarttığı yasalara teslim edilmektedir. Tek Gıda-İş Sendikası da bu yolu seçmiş, yasalara ve yargı kararlarına sığınarak mücadeleden uzaklaşmıştır.

Sözün özü: 9 Ağustos açıklamasıyla Tek Gıda-İş Sendikası, TEKEL direnişi sürecinde kendisine olan güveni boşa çıkartış ve “bu sendikalarla mücadele olmaz” anlayışındakiler maalesef bir kez daha haklı çıkmıştır.

Hiç yorum yok: