3 Eylül 2010 Cuma

12 Eylül’de Emekçiler “Taraf” mı, “Bitaraf” mı yoksa “Bertaraf” mı olacak?

03/09/2010
ÖZGÜRCE

12 Eylül referandumu Başbakan’ın tehdit içeren veciz sözleriyle de belirttiği gibi “taraf olmak, bertaraf olmak, bitaraf olmak” çerçevesinde yürümektedir. Aslında yüzyıllar önce İngiliz yazar William Shakespeare, “olmak” ya da “olmamak” sözüyle bizim Başbakan’ın derdine deva olmuştur. Gerçekten Başbakan, Shakespeare’in o meşhur sözünü başka bir üslupta da olsa doğru zaman ve mekanda gediğine koymaktadır(!)


Başbakanın belirttiği gibi Türkiye’de toplumun hemen tüm kesimleri için12 Eylül referandumu “olmak ya da olmamak” meselesi haline gelmiştir. Gerçi Başbakan “bertaraf olma” konusundaki tehdidi sermayenin kendi yandaşı olmadığını düşündüğü kesimi içindir. Korkut Boratav’ın 29 Ağustos tarihinde www.sol.org.tr’de yayınlanan “Burjuvazi, 12 Eylül ve AKP” başlıklı yazısında son derece açık biçimde ortaya koyduğu gibi sermayenin önemli bir kesimi bu tehdit üzerine vakit geçirmeden tövbe edip “evetçi” olduklarını açıklamışlardır.

Başbakanın tehdidinin sermaye kesiminde büyük bir hızla karşılık bulması, sermayedarlığın yani burjuva olabilmenin yolunun devletle olan ilişkilerden geçmesinden kaynaklanmaktadır. Her fırsatta devleti “”tu-kaka” eden ama daima devletten beslenmiş ve ondan aldığı ihaleler ve teşvikler sayesinde burjuva sınıfı içerisine dahil olanların bu sınıf içinde kalabilmesi de yine devletle olan ilişkilerine bağlıdır. Zaten devlet mekanizmasının başına geçebilmenin yani iktidar olmanın en önde gelen amacı da toplumsal kaynakların çok önemli bölümünü kontrol altında bulunduran devletin yani musluğun başını tutabilmektir. Özellikle azgelişmiş kapitalist ülkelerde genel bir eğilim olarak iktidarı ele geçirenler bir taraftan uluslararası sermaye ve ona eklemlenmiş olan büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda icraatlarını yürütürken diğer taraftan da kendi “yandaş” sermayesini yaratmaya çalışmaktadır. Bu nedenle büyümeyi amaçlayan küçük burjuva kesimi her zaman iktidarlara yanaşma çabası içerisine girmektedir.

12 Eylül darbesinin ardından Özal’lı Anavatan Partisi, uyguladığı neoliberal politikalarla devleti sosyal işlevlerinden uzaklaştırırken topluma aktarılması gereken sosyal harcamaları kısıp yandaş burjuvazi yaratmak üzere kullanmaya başlamıştır. Aradan geçen 30 yıla yakın sürede iktidarı ele geçiren diğer partiler de bu politikayı belirli ölçüde devam ettirmiştir. 28 Şubat’ta İstanbul sermayesi olarak da bilinen büyük burjuvazi bu gidişatı yavaşlatmaya çalıştıysa da AKP’nin iktidara gelmesiyle bu yeni burjuva kesiminin yükselişi tekrar hızlanmıştır.

Bugün toplumsal kaynakların önemli bir kısmı, 8 yıldır iktidarı elinde bulunduran AKP’nin himmetiyle inşaattan sağlığa, enerjiden eğitime, ulaşıma kadar her alanda aldıkları ihaleler ve imtiyazlar sayesinde bu burjuva kesiminin eline geçmiştir. Bu kesim, sayesinde müthiş bir birikim elde etmiş olduğu AKP’yi -çöküşü kesinleşene kadar- desteklemek, onun yandaşı olmak zorundadır. Bu nedenle Türk ve Kürt burjuvazisinin, iktidarlara yandaş olarak varlığını sürdüren kesimleri, Başbakan’ın “bertaraf” olma tehdidinin “devlet kaynaklarından bertaraf olma” anlamına geldiğini derhal kavramış ve “taraf”ını kendi sınıfının çıkarları doğrultusunda belirlemiştir.

Burjuvazi tarafında anında yankı bulan “bertaraf” olma tehdidini, burjuva sınıfının aksine emekçi sınıflar üzerlerine alınmamıştır. Zira 12 Eylül darbesiyle başlayan ve onun devamı olarak süregelen rejim, emekçileri zaten “bertaraf” etmiştir. Dolayısıyla emekçilerin 12 Eylül rejiminin devamı olan AKP hükümetinden -iktidarı bırakıp gitmesi dışında- hiçbir beklentisi yoktur. Ancak AKP hükümeti, yarattığı yandaş sendikalar aracılığıyla yüzde 3-4’lük zamlarla 8 yıllık emek karşıtı icraatlarını unutturup emekçilerin kendisinden “taraf” olmasını istenmektedir.

Burjuvazinin ağırlıklı olarak “evet” dediği 12 Eylül referandumunda emekçilerin alacağı tavır üzerine şu üç seçenek ortaya çıkmaktadır:

1. Emekçiler, emekliliği mezara taşıyan, iş güvencesini ortadan kaldıran, barınma hakkını, ulaşım hakkını yok sayan, sağlık ve eğitim başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerini ticaretleştiren, milyonlarca emekçiyi açlık sınırının altına mahkum eden, iş cinayetlerini olağanlaştıran AKP’nin yanında “taraf” olup; örgütlenme hakkını, grev hakkını yok sayan, yasaları tamamen iktidarın ve piyasanın çıkarları doğrultusunda düzenlemeye çalışan anayasa değişikliklerine “evet” diyerek kendi geleceğini belirleme hakkından “bertaraf” olmaya devam edecektir.

2. Emekçiler, 30 yıldır “bertaraf” oldukları; kendilerini işsizleştiren, güvencesizleştiren özgürlüklerini baskılayan rejime ve referandumla getirilen sahte demokrasiye “hayır” diyerek, kendi sınıfsal çıkarlarının “taraf”ında olacaklardır.

3. Emekçiler, ne “evet” ne de “hayır” diyerek sandığa gitmeyecek ve niyetleri bu olmasa da sonuç olarak “bitaraf” olacaklardır.

“Taraf”, “bitaraf” ya da “bertaraf” olma konusunda tercih emekçilerindir(!)

Hiç yorum yok: