10 Eylül 2010 Cuma

Neden ‘Boykot’ Değil?..

10/09/2010

ÖZGÜRCE


22 Temmuz 2007 genel seçimleri öncesi seçimlere dair düşüncelerimi 8 Haziran 2007 tarihinde bu köşede yayınlanan “Emekçiler İçin Seçimin Anlamı” başlıklı yazının girişinde şu şekilde ifade etmiştim:

“Kapitalist sistem içerisinde parlamenter demokrasi, burjuvazinin iktidarını meşrulaştırma ve böylelikle toplumun diğer kesimlerine kabul ettirmenin en temel yoludur. Parlamenter sistemde toplumun önüne bir sandık konulur ve bu sandığa oy atan yurttaşlar da demokratik bir düzen içinde olduklarını, kendilerini yönetecek kişilerin seçiminde ve dolayısıyla yönetimde söz hakları bulunduğunu zannederler. Sonra da seçtiklerini zannettikleri kişiler, kendi sorunlarına çözüm getirmeyip durumlarını daha da kötüleştirince, sistemin bütününü sorgulamak yerine yanlış bir seçim yaptıklarını düşünür ve bu yanlışı bir dahaki seçimde düzeltebileceklerini umarlar. Oysa aynı oyun, daha sonraki seçimlerde de oynanır ve oy sandığında “makus talihini” yeneceği umudunu sürdüren toplum kesimleri, yıllar ve yıllar boyu daha fazla acılar çekerek ömürlerini tüketirler.”

Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere seçimlere dair genel düşüncem, kapitalist bir sistem içinde işçi sınıfı zayıf olduğu sürece “demokrasi” adına emekçilerin önüne konulan her sandığın bir aldatmacadan ibaret olduğu yönündedir. Böyle bir yapı içinde emekçilerin oy kullanmasının tek anlamı, emekçi sınıfları temsil eden partilerin oy sayısına bakıp sınıfsal çıkarlarının farkına varmış emekçiler ile solcuların sayısını tespit etmekten ibarettir. Dolayısıyla özellikle genel seçimlerde –bölgesel özelliklere göre bazen yerel seçimler anlamlı olabilir- sandığa gitmenin kaba bir istatistiksel bilginin ortaya konması dışında fazlaca bir önemi yoktur.

Seçim sandığını aldatmaca, sandığa gitmeyi de gereksiz gören biri olarak, başından beri 12 Eylül referandumunu “boykot” etmek yerine sandığa gidilmesini ve “hayır” oyu verilmesini savundum. Bunun iki gerekçesi vardı. Birincisi, referandumda sermaye sınıfını en iyi temsil etmeye aday üç-beş seçeneğin önümüze konulmasından farklı olarak; mevcut siyasi iktidar, bu siyasi iktidarın hazırladığı anayasa değişiklikleri ve yine bu siyasi iktidarın tümden yeni bir anayasa hazırlamasının yolunun açılıp açılmamasının oylanmasıydı. Ben, Cumhuriyet tarihi boyunca emekçilerin haklarına en büyük saldırıyı gerçekleştiren işsizliği, güvencesizliği, örgütsüzlüğü ve yoksulluğu emekçilerin boynuna pranga olarak vurduğunu düşündüğüm AKP’nin iktidarda kalmasını istemiyorum. Ayrıca referandumda oylanan anayasa değişikliklerinin emekçiler ve demokrasi adına hiçbir olumlu düzenleme getirmediği gibi emekçilerin haklarını ve mücadele güçlerini daha da geriye götürdüğünü ve iktidar ile sermayeyi mutlak hakim kılacak bir yargı sistemi yarattığını somut olarak görüyorum. Sekiz yıllık icraatları ve anayasa değişikliği olarak önümüze koyduğu metni değerlendirdiğimde bu iktidarın hazırlayacağı yeni bir anayasanın da emekçiler için 12 Eylül darbe Anayasası’ndan daha da beter olacağına şüphe duymuyorum. Hal böyle olunca da sandığa gidip AKP’ye de Anayasası’na da “hayır” demek gerektiğini düşünüyorum (bunu söylerken, referandumda “hayır” diyen CHP ve MHP’nin de emekçilerin hakları ve demokrasi konusunda yaklaşımlarının AKP’den farklı olmadığını ve onlar için de AKP’den farklı düşünmediğimi özellikle belirtmek isterim).

“Boykot” yerine “hayır”ı savunmamın ikinci gerekçesi ise birincisinden bağımsız olarak sandığa gitmemenin yani “boykot”un yaratacağı sonuçlar üzerinedir. Hiç şüphe yok ki “boykot”, grev gibi son derece etkili bir eylem biçimidir. Ancak yine grev gibi “boykot” da doğru zaman ve doğru yerde kullanılmalıdır. Aksi halde boykot sadece değersiz hale gelmekle kalmaz, terse dönüp boykot yapanın aleyhine bir durum da ortaya çıkartabilir. Bu bağlamda, BDP’nin oy oranının yüksek olduğu Güneydoğu illerinde eğer sandık başına gidenlerin oranı yüzde 40 ve hatta yüzde 30’un altına düşerse, bunun yaratacağı siyasi sonuçlar bakımından “boykot”un başarıya ulaştığı kabul edilebilir. Ancak eğer seçime katılım DTP’nin 28 Mart 2009 yerel seçimlerinde aldığı oy oranının üzerine çıkarsa BDP için “boykot” ters tepebilir ve ciddi biçimde BDP’nin bölgedeki siyasi temsili tartışma konusu haline getirilebilir. Güneydoğu dışında ve özellikle de İstanbul, İzmir, Ankara gibi seçmen sayısı bakımından seçimlerde belirleyici olan illerde durum daha farklıdır. 2009 yerel seçimlerinde bu illerde DTP’nin oy oranı yüzde 5 civarındadır. Bu seçmenlerin tamamı “boykot”a katılsa bile sandığa gitmeyenlerin bayram tatilinde mi yoksa “boykot”ta mı oldukları belli olmayacaktır. Yani bu illerde “boykot”, bu kararı alanların murat ettiği siyasi sonuçları ortaya çıkartmayacak, sadece sandıkta güçlü olan tarafa katkı sağlayacaktır. Aynı durum BDP dışındaki çok küçük oy oranlarına sahip olan sol partiler için de ziyadesiyle geçerlidir.

İşte tüm bu gerekçelerle genel anlamda seçim sandığının bir oyun olduğunun bilincinde olarak; 12 Eylül referandumuyla getirilenlerin, 12 Eylül darbe rejiminin emek ve demokrasi mücadelesinin önünde daha büyük bir engel oluşturacak biçimde güncellenmesini amaçladığına inandığım için sandık başına gidilmesi ve “hayır” denilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok: